Ocak 2024 Posts

“Îmân ve teslîmden başka ma’rifet yolu yoktur.”

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin İNSÂN-I KÂMİL isimli eseri Abdülazîz Mecdi Tolun tarafından tercüme edilmiş, (merhûm) Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal grubunca Yayına Hazırlanmış, İZ Yayıncılıktan 266. Kitap olarak, 4. Baskısı 2015’de gerçekleşen önemli bir eserin günümüzde kitaplaşmış durumudur. Bu kitabın başlarından yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Bu kitâbda öyle esrâr üzerine tenbîhâtta bulunacağım ki, hakikat ilmi vâzıı (koyucusu) o sırları hiçbir kitâba derc etmemiştir (koymamıştır). Tabiî bu esrâr (sırlar), Hakk’ın ma’rifetine ve mülk ve melekût âlemlerine ilişkindir.”

“Bundan dolayı kitabımızı mütâlaa edenlerin son derecede ehemmiyetle teemmülü (etraflıca düşünmeleri) ve tefekkürü (zihin yormaları) zorunludur.”

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin “FÎHİ MÂ FÎH” isimli eserinden alıntılar

 

Tercümesi Ahmed Avni Konuk’a ait olup merhûm Dr. Selçuk Eraydın tarafından hazırlanmış ve İZ Yayıncılık’tan 2009’da 8. Baskısı yapılmış eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Dünya malı bazan gelir, bazan gider. Dünya malı insana teveccüh ettiği (yöneldiği) zaman onu sevindirir; gitmesi de üzer. Gelip-gidene değil de bu med ve cezrin Rabb’ine yönelen kimse kâr-zarar peşinde koşmaktan kurtulur. Nitekim bir âyet-i kerîmede: “Böylece elinizden çıkana üzülmeyiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle sevinip şımarmayınız. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez.” buyrulur.”(Hadîd, 57/23)

“İki rekat namaz dünya ve mâfîhâdan hayırlıdır.” Bu söz herkese göre değildir. Bu o kimseye göredir ki, eğer onun iki rekat namazı fevt olursa (kayb olursa), bu kayıp ona dünyâ üstünden ve dünya ve mâfîhânın (içindekilerin) fevtinden (kaybından) daha müşkil gele.”

“Vahdet-i Vücûdun Özcülüğü:Âyân-ı Sâbite”

 

ÖMER TÜRKER‘in “Evrim Risalesi— İslam Düşünce Geleneğinden Hareketle Bir Değerlendirme” isimli kitabının (KETEBE Yayınları 1. Baskı: Eylül 2023), bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden bölümünden yapacağım bazı alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak inşaallah.

“İslâm düşüncesi tarihinde özcülük bağlamında ele alınması gereken teorilerden biri, hiç kuşkusuz İbnü’l-Arabî’nin a’yân-ı sâbite görüşüdür. A’yân kelimesi, Arapçada ayn kelimesinin çoğuludur. Kelamcı ve filozoflar ayn kelimesini genellikle dışta var olan nesne için kullanır ve onların terminolojisinde aynî varlık ifadesi, dış varlık anlamına gelir. Fakat İbnü’l-Arabî bu kelimeyi şeyin hakikati anlamında kullanır. A’yân kelimesinin sıfatı olan sâbite kelimesi ise hem ‘bulunuş’ hem de ‘süreklilik’ anlamına gelir. İbnü’l-Arabî de nesnelerin hakikatlerinin sürekli bulunuşu anlamında kullanır. Buna göre a’yân-ı sâbite, nesnelerin Allah’ın ilminde ezelden ebede bulunan hakikatleridir. Bu hakikatlerin birkaç özelliği vardır. Birincisi: Hakikat, İbnü’l-Arabî’nin kendi tabiriyle varlık kokusunu koklamamıştır. Yani ilahi ilimdeki bulunuşları, dışta var olmalarını önceler. Bu demektir ki, herhangi bir nesnenin varlığını önceleyen sabit bir hakikati vardır. Fakat burada sabit kelimesi, Ömer Nesefî’nin Akâid’inin giriş cümlesi olan Eşyanın hakikatleri sâbittir, ifadesindeki ‘sabit’ kelimesinden farklıdır. (…) DolayısıylaNesefî’nin cümlesi sofistliğe bir reddiyedir. İbnü’l-Arabî ise şeylerin var olmayı önceleyen bir seviyede hakikatlerinin bulunduğunu ve bunun bir tür ilmî nispet /bilgisel sûret olduğunu kasteder.

“Allah’ı -O’nunla değil- nefislerine göre birleyenler tevhide şirk katanlardır.”

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE isimli eserinin (18 cilt olarak Ekrem Demirli tarafından Türkçe’ye çevirisi yapılmış ve LİTERA YAYINCILIK’tan 2011’de İstanbul’da yayınlanmıştır). 16. Cildinin başlarından yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki o cildin 18. sayfasından yapılan bir alıntılama olup bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Fıtratta tevhit bulunmayınca, muvahhit olduklarını iddia edenlerin çoğunda şirk bulunmuştur. Bu itibarla insanı tevhide ancak yükümlülük sevk edebilir. Allah onları yukümlü tutunca, çoğu insan yukümlü tutuldukları amelleri ve işleri yerine getirebilmelerini sağlayan bir nefs gücune sahip oldukları için yükümlü tutulduklarını zannetmiş, bu nedenle onlarda saf tevhit gerçekleşmemiştir. Halbuki Allah’ın onları yukümlü tutmasının nedeni, nefislerine nispet ettikleri fiiller hakkında (bu fiiller bizimdir şeklindeki) iddialarıdır. Allah ise teklifle birlikte -müşahede ehlinin yaptığı gibi- (fiilleri Allah’a izafe ederek) Allah sayesinde -yoksa nefisleriyle değil- fiilleri sahiplenmekten uzaklaşmalarını talep etmiştir.

“Yunânîlerin felsefesi nefs ve hevâ peygâmıdır (haberidir)”

 

“İmânîlerin hikmeti ise Peygamber’in ilim ve irfânıdır.”

Bu yazı başlığıyla ve ilk cümlesiyle böyle başladı. Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan FUSÛSU’L-HİKEM‘in Ahmed Avni Konuk Tercüme ve Şerhi ile II. Cildi’nin IX. (YÛSUFÎ KELİMEDE İÇKİN NÛRÎ HİKMET’İN BEYÂNINDA OLAN) FAS’tan yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki de s.233’ün sonundaki birbirini tamamlayan iki cümleden ilki alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor; onu izleyen ikinci cümle de, ilkini tamamlayıcı olduğundan yazının ilk alıntı cümlesi oldu) bu yazıyı oluşturacak.

” ‘Nûrî hikmet’in Yûsufî Kelimeye tahsîs olunmasındaki sebep budur ki, misâl âlemi, nûrânî âlem ve Yûsuf (a.s.)ın keşfi de misâlîdir. Ve Yûsuf (a.s.)a, misâlî hayâlî sûretlerin keşfine ilişkin olan ilmî nûrî saltanat zâhir (görünür) oldu. O da en mükemmel şekilde tabir ilmidir. Yûsuf (a.s.)dan sonra bu ilmi bilen, o hazretin mertebesinden bilir ve onun rûhâniyetinden alır. “