Şubat 2024 Posts

Ahadî Hikmeti içeren Hûdî Kelimenin Açıklanması

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin FUSÛSU’L-HİKEM isimli eserinin Türkçe Tercüme Ve Şerhi-II’nin (Tercüme Ve Şerh: AHMED AVNİ KONUK, Hazırlayanlar: Prof.Dr. MUSTAFA TAHRALI-Dr. SELÇUK ERAYDIN, İFAV, Yedinci Baskı 2017) HÛDÎ KELİMEDE MÜNDEMİC (İÇKİN) AHADÎ HİKMETin Açıklamasına ait Fas’tan alıntılar bu yazıyı oluşturacak.

” Ahâdiyyet üç mertebe üzerinedir: Birincisi: Zâtî Ahadiyyetdir. Bunda aslâ kesret (çokluk) itibarı yoktur. İhlâs,112/1 bu mertebeyi açıklar. Ve bu zâtî ahadiyyet, mutlaklığı hasebiyle, Vâhid için hiç bir niteliği ve nitelendirmeyi kabûl etmez; belki bu ahadiyyet Vâhid’in aynıdır. İşte bu tevhîd’e zât tevhîdi derler. İkincisi: Esmâ / İsimler ve sıfât / sıfatların ahadiyyet mertebesidir. Ne kadar ilâhî isimler ve sıfatlar varsa, sonsuz çokluğuyla, zât ile birdir. Ve isimlerin çokluğu taakkul (akıl erdirme) ve nisbet itibariyle sâbittir. Yoksa Hak zâtı ıtlâkı (genellemesi) hasebiyle bu gibi nisbetler ve aklî itibarlardan münezzehtir. Bu itibâra göre Allah Vâhid’dir. Zümer, 39/4 bu mertebeyi açıklar. Zîrâ makhûr (kahr edilen) olmayınca kahhâriyyet (kahr oluş) görünür olmaz. Ve kahr edilenin vücûdu ise nisbî ve itibârîdir. Ve bu mertebede ‘vahdet’ Vâhid’in na’tıdır (nitelenmesidir), ‘zât’ı değildir. Üçüncüsü: Fiillerin ahadiyyeti / etkilerin ahadiyyeti ve etkilenmeler. Ve bu mertebede müteâlî (aşkın, yüce) Zât fiillerin tümünün masdarıdır (temelidir); ve münfaillerin (fiili kabul edenlerin) hepsinde etkindir. Ve bu ahadiyyet rubûbî ahadiyyet’tir. (Allah’a mensuplukla ilgili ahadiyyet). İşte Hûd (a.s.) ın hikmeti bu rubûbî ahadiyyete dayanandır.

“İnsan kendi elinden çıkmadır.”

 

Ezel Erverdi tarafından hazırlanan Orhan Okay Kitabı’nın (dergâh yayınları) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (ilki de başlığı alıntı olarak teşkil etti) oluşturacak bu yazıyı.

“Şimdi bazı hocalarım kadar minnetle andığım bir arkadaşımdan bahsetmem gerekiyor. Benden bir sınıf küçüktü ama ben bir yıl kaybedince sınıf arkadaşı olmuştuk. Fizikî yapısı, yürüyüşü ve şivesiyle, hatta adıyla tipik bir Karadenizli olan Dursun Tosun’un, emsâli arasında iki önemli meziyeti vardı. Harita çizimi çok güzeldi; şekilleri, renkleri, enlem ve boylam çizgileriyle adetâ bir atlas gibi harita çiziyordu (sonra ondan bu harita defterini aldım ve hâlâ saklarım). İkinci meziyeti ise eski harfleri okumasıydı. Belki çevremizde Kur’an okumasını bilen gençler vardı ama eski harflerle Türkçe okuyan var mıydı, bilmiyorum. (Burada bir not düşmeliyim. Rahmet olsun, babam Orman Mühendisi olarak çeşitli iller ve ilçelerde Orman İşletme Müdürlüğü yaptı, daha sonra da Orman Genel Müdürlüğü müfettişi olarak görev yaptı. Özellikle teftişe çıktığında teftiş notlarını, ifadeleri eski yazıyla kolayca ve hızlıca not alır, onları eve dönünce daktiloda yazarken (latinize olarak) bana bazı kelimelerin güncel anlamlarını sorardı. O eski Türkçeyle hızlıca ama güzelce yazdığı notları görürdüm.) Dursun tarihe meraklıydı. Efdaleddin’den Ahmed Refik’in külliyatına kadar eski harfli bir yığın kitabı vardı. Evlerimiz yakındı. Gidip gelmeye başladık. Bana da eski harfleri bir elifbadan o öğretti. Bu, Hattat Hâmid’in hazırladığı, Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait resimli elifbalardan biriydi. O elifbayı da sakladım ve benden sonra çevremdeki pek çok kişiye oradan öğrettim. Sonra Dursun’dan bir adım da ilerleme imkânım oldu. Amcamın Çarşamba’da, Karakol’un hemen yanında bir helvacı dükkânı vardı. Orada dükkânın bir köşesinde mahallenin bir veya iki çocuğuna Kur’an okumayı öğretirdi. Benim eski harfleri öğrendiğimi duyunca yazmayı da öğretmek istedi. Bir defterin sayfa başına o bir satır yazıyor, ben sonuna kadar onu taklit ederek dolduruyordum. (Bu arada yine amcamın himmetiyle Kur’an okumaya da başlamış ve son üç cüzü tamamlamıştım). (…) Böylece ortaokulu bitirirken eski harfleri kolay hatta süratle okuyup yazıyor, bazı Osmanlıca iştikakları (kökbilgisi / türetme), kurallarını bilmeden karîne (ipucu, emâre) ile çıkarıyordum. (…) Kendimi Türk edebiyatının okunduğu bölüm için hazırlıyordum. (…) Emniyet siyasi şubede polis olan babamın toplatılmış kitap ve dergilerden eve getirdiği San’an Âzer’in İran Türkleri, Faruk Gürtunca’nın Bu Arslana Dokunmayın gibi kitaplar belki yasaklığı dolayısıyla daha da ilgimi çekiyordu. (…)”

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-I Önsöz’den alıntılar

 

Eser Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin, Tercüme ve Şerhi (merhûm) Ahmed Avni Konuk‘a ait, Yayına Hazırlayanlar Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve (merhûm) Dr. Selçuk Eraydın‘dır. M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV), Yedinci Baskı, 2017. Bu Cildin MUKADDİME (ÖNSÖZ), başlığı altındaki Bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Ma’lûm olsun ki, vücûd(varlık) insânî hakikat olan vâhidiyyet mertebesinden rûh mertebesine indiğinde üç marifet hâsıl oldu ki, birisi nefs marifeti yani kendi zâtını ve hakikatini bilmek; diğeri Mübdî (Var eden, yaratan) marifeti, yani kendisinin mûcidini bilmek; üçüncüsmûcidine karşı fakr ve ihtiyacını bilmektir. Bu marifet gayriyyeti (başkalığı) içerir. Ve bu rûh Muhammedî (s.a.v.)’dir. Diğer ruhlar (ervâh) onun şerefli rûhunun cüz’iyyâtıdır (tikelleridir). Onun için (S.a.v.) Efendimize Ebu’l-ervâh (rûhların babası) da derler. Bu rûh tümel aklın sûretidir ki hakîkî âdemdir. ‘Varlık’ tümel aklın sağ tarafı ve ‘imkân’ sol tarafıdır. Ve Havvâ tüm nefsin sûretidir ki, ilk aklın sol kaburga kemiğinden var oldu. Ve bu muhtelif belirmelerin ortaya çıkışı ile çeşit çeşit sûretlerin doğuşları tüm akıl ile tüm nefsin izdivâcından hâsıl oldu. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri buyurur (anlam olarak:) Ey insanlar! Sizleri bir tek kişiden (Âdem’den) yaratan, ondan da eşini (Havvâ’yı) vücuda getirerek, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun. Ve yine kendisinin hürmetine birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’tan korkun.(Nisâ, 4/1) (…) “

İsmail Kara’nın ‘Resimli Cumhuriyet Din Kitabı 1’in SUNUŞ Bölümünden alıntılar

 

“(…) Osmanlı Devleti’nin Birinci Cihan Harbi’nin sonunda adeta her bakımdan tükenişinin akabinde Millî Mücadele’nin varlık alanına çıkması / çıkabilmesi ve bu oluş sırasında Ankara’da yeni bir devletin teşekkülü, bunun zorlukları ve başarıları zaviyesinden bakıldığında bir asır mühim ve önemli bir devire ve tecrübeye işaret edecektir. Bu sebeple de bir asır kendi yakın tecrübemizin bir parçası olarak bütün kuvvet ve zaaflarıyla ele alınmayı ve soğukkanlılıkla değerlendirilmeyi hak eden bir zaman kesitidir. Buna tabiri caizse bir muhasebe yapmak, kâr-zarar hanelerini açıkça gösteren bir bilanço çıkarmak da diyebiliriz. Bundan sonra yola nasıl devam edebileceğimize dair sorular, sorgulamalar, müzakereler açısından da farklı önceliklerle ve farklı bakışaçılarıyla yapılacak her türden ciddî tasvir, tenkit ve değerlendirme kıymetli olacaktır. ”

“Bir Ahlâk Davası Nurettin Topçu” Ön Söz’ünden alıntılar

 

Prof.Dr. İsmail Kara‘nın “Bir Ahlâk Davası NURETTİN Topçu Cumhuriyetin 100.Yılına Armağan” kitabının ( T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı- TEK-İMAŞ- Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, 1.Baskı: Mayıs 2023) Ön Söz’ünden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Büyük siyasî ve kültürel değişikliklerin yaşandığı II. Meşrutiyet’in ikinci yılında İstanbul’da dünyaya gelen, ilk ve orta tahsilini Osmanlı Devleti’nin son zor yıllarında, lise tahsilini bir başka radikal değişimlerin yaşandığı Cumhuriyet devrinin kuruluş senelerinde, üniversite tahsilini ve felsefe doktorasını ise Fransa’da tamamlayan Nurettin Topçu (1909-1975), 66 yıllık ömrünü bir muallim, fikir adamı, ahlâk filozofu, Hareket dergisinin kurucusu ve yazarı, bir mürebbi ve sohbet adamı olarak geçirdi. (bir not: Sivas’ın Koyulhisar ilçesinde bir İlkokul öğrencisi iken, Babam (orada Orman İşletme Müdürü olarak görev yapıyordu) Nurettin Topçu’nun ” Taşralı” isimli romanını posta ile getirtmişti; ilk o yaşlarda Nurettin Topçu adından haberdar olmuş ve bir kitabını görmüş oldum). 1975 yılı yazında da İzmir / Bornova’da kısa dönem askerlik yaparken merhûm Nurettin Topçu’nun İstanbul’da Haseki Hastanesi’nde olduğunu öğrenmiştim; sevenleri ve hürmet edenlerinden biri olarak kendisine iyileşmesi için dua edenlerdendim. Maalesef o hastanede o yaz vefat etti. Allah rahmet ve mağfiret eylesin. Âmîn.