Şubat 2024 Posts

‘Mahiyet Teorisi’ne dair…

 

Prof. Dr. Ömer Türker‘in Metafizik 2. Cildinde (Ketebe Yayınları, İkinci Baskı: Mart 2023) Mahiyet Teorisi başlıklı yazısının başlarından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

Mahiyet “Mümkün mevcutların hakikatinin kendinde neyse o olduğunu, var ve yok olmakla nitelenmeye elverişli olmadığını, dolayısıyla mahiyeti bulunan herhangi bir mevcudun kendiliğinden var olamayacağını, bütün mümkünlerin ancak zorunlu bir varlık tarafından var edilebileceğini iddia eden teoridir. Metafiziğin neredeyse bütün meselelelerinin ortak paydası olan birlik-çokluk ilişkisi sorununa bir çözüm olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple Tanrı-âlem, illet-malul, tümel-tikel gibi birlik-çokluk ilişkisinin bütün alt başlıklarında sonuçları vardır. İbn Sînâ (ö. 428/1037) tarafından geliştirilen teori, sonrasında hem bütün gelenekleri etkilemiş hem de metafiziğin dili tamamen mahiyet ve imkân teorilerinin kelime dağarcığı ile şekillenmiştir. Süreç içinde mantık ve metafiziğin herhangi bir meselesi, bu dagarcıktan bağımsız tartışılamaz hâle gelmiştir. Aynı durum Batı düşünce geleneği için de geçerlidir. Dolayısıyla teori hâlâ etkinliğini korumaktadır.”

“Olgu Tespitinden Varlık Temaşasına Tarihin Katmanlı Yapısı”

 

2 aylık düşünce dergisi Teklif ‘te (Sayı 13/ Ocak 2024) çıkan Prof.Dr. Ömer Türker‘in bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden o başlık altındaki yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İnsan tefekkürünün en ilginç konularından biri herhâlde tarihtir. Zira tarih adını verdiğimiz şeyin iki temel husûsiyeti vardır. Birincisi, tarihin varlık tarzıdır. Buna göre hiç durmadan akan zamanda meydana gelen bir hadisenin bütünlüğü aslâ dış dünyada var olmayacağından tarih, varlığı sâbit olmayan bitişik nicelikler gibidir. Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz. Zihnimiz, varlıkta eş zamanlı olarak bulunmayan, birbirini ardışık olarak takip eden, geçici ve müstakil mevcûdiyetler gibi görünen anları yahut kesitleri birleştirir, bütünlüğe sahip olay, hadise ve süreçlere dönüştürür. Sonra da bu durum, bütünlüğü olayların yekpare tahakkukuna çevirir. (Birincisi yani tarihin varlık tarzı kısaca böyle açıklanır) ve

Muallimlikte Kırk Yıl: “NurettinTopçu / Karakter ve Şahsiyet için”

 

“Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hayaya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yurekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. Bu mektepte edebiyat, tarih ve felsefe kültürü başta gelecek ve onun yetiştiricileri sadece bir memur değil, örnek insan olacaklardır. Din görevinin bile para ile yapıldığı bir düzenin tersine çevrilmesi lâzım geliyor. Ancak böyle yepyeni bir anlayışın benimsenmesiyle Türk millet maarifini kurmak ve ruhlarımızda rönesans açmak kâbil olacaktır.” ( Türkiye’nin Maarif Davası kitabından)

“Birlikte Fransa’ya gittiği veya ondan bir iki yıl önce yahut sonra giden arkadaşlarından bazıları, meselâ Enver Ziya Karal, Halil Vehbi Eralp, -tam tesbit edememekle birlikte- Sabri Esat Siyavuşgil doktoralarını bitiremeden döndüler / geri çagrıldılar, böyle olmasına rağmen üniversitede kolay yer bulabildiler. (bk. Bu kitap, s. 97-98)”

“Eldeki bazı sözlü ve yazılı bilgilere göre Nurettin Bey tezini savunduktan sonra Fransa’da kalma teklifleri aldı fakat bunlara itibar etmeyip 1934 yazı sonunda yurda döndü. (Zaten tâbi oldukları 1927 tarihli Talimatname geregi tahsilini ve tezini bitirdikten sonraki üç ay içinde Turkiye’ye geri dönmek ve 8 yıllık mecburi hizmete başlamak mükellefiyetindedir). Topçu’nun yeğeninin -muhtemelen bir kısmını kendisinden duymuş olarak- anlattığına göre kalma teklifinde bulunanlardan biri bizzat Hareket felsefesinin kurucusu M.Blondel’dir.”

“Maurice Blondel, doktora tezi kabul edildikten sonra, memlekete dönüş hazırlıklarına başlayan Nurettin Topçu şerefine evinde bir davet düzenliyor. Davette Paris Üniversitesi’nin bazı profesörleri (belki jüri üyeleri) de bulunuyor. Yemekte çeşitli felsefe meseleleri hakkında sohbet ediyorlar.”

M.Blondel, sohbetin sonunda Topçu’ya, Paris Üniversitesi rektörü ile görüştüm. Seni üniversitenin felsefe bölümüne tayin etmekten memnun olacaklarını söyledi. Ne düşünüyorsundiyor. Topçu Teveccühünüze teşekkür ederim. Vatanıma döneceğim. Devletime ve milletime hizmet edeceğim diye cevap veriyor.

“İçinde olması gereken şeyler buradadır”

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin FÎHİ MÂ FÎH isimli eserinden ( Tercüme: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayan: Dr. Selçuk Eraydın, İZ Yayıncılık 8.Baskı, 2009) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı (ilk alıntı da bu yazının başlığını teşkil eden cümle olup, bununla Fîhi Mâ Fîh’ in anlamının kasdedilmiş olabileceği ihtimalinin düşünülebileceği belirtilmiştir FÎHİ MÂ FÎH HAKKINDA başlıklı bölümde).

” Şimdi… Zindan ve derd hâli hâricinde iken, o ihlâs bize niçin gelmiyor? (…) Hani o hayâlsiz olan yakîn? Hak Teâlâ cevâben buyurur ki: (anlam olarak:) “Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin!..” (Mümtehine, 60/1) Yani sizin ve bizim düşmanımızdır dediğim bu adûyu (adû: düşman) dâima zindan içinde mücâhedede tutunuz. Zîrâ o, zindan , belâ ve renc (zahmet, sıkıntı) içinde bulundukça, ihlâsınız görünür olur ve kuvvet kesb eder (kazanır). (…) Ser-rişteyi (tutamak) unutmayın ve ebedî murâda vusûl ve karanlık zindandan halâs için, daima nefsi bî-murâd (murâdsız) tutun. Zîrâ “Mevkıf-i itâbda (azarlama durağında) Rabb’inin katında hâzır olacağını bilip, ondan korkarak, nefsini hevâ ve şehvetlerinden yasaklayan kimsenin menzil ve karargâhı cennettir. “(Nâziât,79/40-41)”

“Pompei’nin Son Günleri” Orhan Veli Kanık

 

İsmail Kara’nın Resimli Cumhuriyet Din Kitabı 1′ in (Dergâh Yayınları, 1. Baskı Aralık 2023) başlıkta alıntı olarak belirttiğim bölümünü, kısa bir yazı olduğu için alıntılayacağım.

“Bugün ilkokullarda din derslerine başlanıyor. Beş gün evvel birkaç yerde İmam Hatip Kursları açıldı. Yine son günlerde birkaç meczup Arapça ezan okudu. Birkaç okur yazar dine dönmenin gerekli bir iş olduğunu söylediler. Birkaç yerde cami yaptırıldı. Bütün bu olaylara bakıp geriye, irticaya doğru gittiğimizi sanmayın. Gerçi bu olayların bütünü, yurt içinde bir irtica hareketi olduğunu gösterir. Kara kuvvet daha henüz ölmemiştir. Ama fazla da telaşlanmaya lüzum yok. Bu kuvvet, bu Kara kuvvet artık gençlik arasında iş görmeyecektir. Bu gönül ferahlığına küçücük bir haberden geliyoruz. Nüfus sayısı bir milyon olan İstanbul’da bir İmam Hatip Kursu açıldı. Gazetelerde okuduk; bu kurstaki öğrenci sayısı on yedi imiş. Bu onyedi kişinin altısı sakallı imiş; üçünün ise sakalı bembeyaz. Milyonda on yedi! Binde yarım bile etmez. Liselerimizi, fakültelerimizi dolduran binlerce, onbinlerce gence karşılık on yedi ihtiyar. İmam Hatip Kursu’nun bir ayağı çukurda demektir. Bu haber sevininilmeyecek bir haber değil. Demek ki gençlik küflüye, bâtıla, hurafeye, martavala gayrı kulak asmıyor. Dünyanın iyi bir yola, ancak bilimle, gerçekle, işle gidilebileceğini anlamış. Yaşasın gençlik!”. Kaynak: Orhan Veli Kanık, Pompei’nin Son Günleri, Yaprak, sayı:4, 15 Şubat 1949,s.2.

Bir de andığım kitabın aynı sayfasında Örümcek Kafalı başlıklı, iki karikatür de bulunan, bir yazı var; onu da alıntılayacağım. “Yahya Kemal ve Necip Fazıl niçin örümcek kafalı oluyor acaba? Necip Fazıl’ın 1925 yılında basılmış Örümcek Ağı başlıklı bir şiir kitabı var ama şimdi onun üzerinden anlatılmak istenen şey muhafazakâr ve mütedeyyinlere yanaşması, onlardan olması. Yahya Kemal de muhtemelen divan şiirini canlandırmak istediği için. (Yahya Kemal karikatürü Ramiz’e, Necip Fazıl’ınki Zahir Güvemli’ye ait).

” Mısır’dan Gelen İrticai Kitaplar” başlıklı, büyük bir ihtimalle asparagas haberde de halkın okuduğu ve tamamına yakını Türkçe kitaplar da, irticayı kuvvetlendirmek için ta Mısır’dan getirtiliyor: “Ankara 22 (T.H.A.) Son günlerde Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Arapça çeşitli kitap ve neşriyat külliyetli miktarda satılmaktadır. Bunların başında bilhassa İrşad-ı Gâfilîn, Ahmediye, Muhammediye, Tenzil-i İrfan, Sıhhatname, Kırk sual, Uğru Abbas, Çevirgel, Mühr-i Süleyman, Ramazan Duası, Karınca Duası ve emsâli gibi neşriyat bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmının klişelerinin kaçak olarak yaptırıldığı, İstanbul’da basıldığı ve Anadolu’ya geniş ölçüde dağıtıldığı söylenmektedir. Bir iddiaya göre bu kitapların çoğu Mısır’dan getirilmektedir. Kitaplardan bazısı saltanat devrinde dahi yasak edilmiştir. Bunların arasında irticayı körükleyen muzır neşriyatın bulunduğu da ilgililer tarafından bildirilmektedir”. Kaynak: Cumhuriyet, 23 Ekim 1951.