Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisi’nde (Mart 2023/ sayı 8) Üniversite konulu bir açık oturum vardı. Akademisyenler olarak Ahmet Ayhan Çitil, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Ömer Türker ve Tahsin Görgün’ün katılmış olduğu bu Açık Oturum’dan yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Misyonu, varlığını kendisine medyun olduğu toplumu bilgi konusu ve kaynağı olmaktan çok, malzeme olarak görüp, malzemesini içinde bulunduğu toplumdan alarak, onu sömürge düzeni veya dünya sistemine uyarlamak olan bir kurumun işi araştırma olamayacağı ve işinin en iyi ihtimalle ‘eğitim‘ olacağı; eğitimin de toplum içinden seçilmiş bi kesime, sömürgeci ülkelerin çıkarlarına -farkında olarak veya olmayarak- duyarlı belirli bir ‘elit‘ yetiştirmek olduğu söylenebilir.” (Tahsin Görgün)
“(…) Artık varlığı hikmet ile değil, var-olanları yarar ile gözetmek ve gözlemlemek esas oluyor. Bu ayrımı dikkate almadan çağdaş üniversiteyi tartışamayız diye düşünüyorum. Çünkü bizim kafamızda tortu halinde hâlâ bir hakikat araştırması olarak felsefe-bilim var; philosophia‘nın kadim anlamını muhafaza ediyor, zihnimizde taşıyoruz. Üstelik bir de bunu hikmet kavramıyla katıp karıştırmışız. Tartışmaları da bu içerik üzerinden yürütüyoruz; bu bence biraz sıkıntı yaratıyor. (…) Meselâ, Karl Jaspers’in 1969’da üniversite üzerine yaptığı bir değerlendirmede üniversitelerin görevini hakikati bilme yöntemini araştırma ve öğretme olarak vazeder. Fakat tartışmalarda Kant’dan gelen bir kavramın merkeze alınmaya başlandığı görülür: ‘Araştırma.‘ Yani hakikati bir yöntem eşliğinde yalnızca belirli bir kişinin, bir filozofun ya da bir hocanın etrafında toplanarak öğrenme değil araştırma. Nitekim 1809 yılında Humboldt’un Berlin Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında hazırladığı proje/ arîzada esas vurguladığı bu; “Üniversitenin aslî görevlerinden birisi de araştırmadır.” Bugün de daha çok lafzî kalsa da üniversite denildiğinde öne çıkarılan bu. (…) Bu araştırmalarda nihâî hedef hakikat değil, yarar. (…) Kısaca bugünkü üniversitelerin birincil görevi araştırmak, bu araştırmanın çıktısı ise bilim ve teknolojidir yani teknoscience. Onun amacı da icat ve inşâ edilmiş hakikat kovuğunda tırnak içine alınmış insanı, elden geldiğince psişik açıdan mutlu, biyotik açıdan da maddî eksikliklerinden arındırılmış bir tekillik haline dönüştürmeye çalışmaktır.” (İhsan Fazlıoğlu)
“Ben de ikinizin söylediği şeylerden hareketle bir şeyler söylemek istiyorum. Dediğiniz gibi Bat üniversitesinde çok ciddî bir dönüşüm yaşanıyor. Bu tabii ki felsefedeki dönüşümün bir neticesi. İslâm medeniyetinde bilimlerin tasnifi konusundaki zirvemiz Taşköprülüzade’nin meşhur varlık mertebeleri yaklaşımına dayalı. O tasnifte aynî (hakikatle ilgili) olan esas, zihnî olan ikincil, hatta mecâzî anlamda varlık, ibârî olan ve kitâbî olanlar da daha sonra geliyor. (…) En temelde kendinde olanın, hakkın öğrenilmesi esas. Batı fikriyatı, fizikte elde ettiği başarıların neticesinde kesbettiği güvenle öncelikle varlıkta zihnî olanı, zamanla ibârî (lisanî) olanı ve hattâ sonuçta kitâbî (harfî) olanı merkeze geçirdiği çok ciddî bir dönüşüm sürecinde. Dolayısıyla üniversitenin ilgi alanı hakikat araştırması olmaktan, hakikatin keşfi olmaktan ya da tahkikten çıkıyor. Üniversite buna göre şekil alıyor. (…) Kant’a göre bazı şeyleri bilemeyeceğimiz çok açık. Yani ben kalkıp Tanrı’nın varlığını ispat edemem, Tanrı’nın bilimini yapamam, evrenin bütününün bilimini yapamam ya da tarihin, organizmanın, canlının bilimini yapamam, ama tezâhürler üzerine matematiğin imkânları ölçüsünde bir şeyler söyleyebilirim, olguları araştırabilirim. Zaten bu düşünüş biçimi zamanla evrilip bizim anladığımız manâda pozitivizmin öne çıkmasına vesile oluyor. Tüm araştırma çabalarının arka planında olguların araştırılması ve buradan hareketle teknoloji üretilmesi esas. Zihnimizde o eski tortular olduğu için, onları unutamadığımız için, onlarla rahat ettiğimiz ve hâlâ onlarla birlikte yaşamakta olduğumuz için üniversitenin mevcut yapısı içerisinde kendimizi rahat hissetmiyoruz. Bir ilgi kaybımız da var; yani akademide araştırmalar, hayatımızı idame ettirmek için katıldığımız etkinlikler, ama bu araştırmaların bize bir hikmet sağlayacağını, kurtuluşumuza vesile olacağını düşünmüyoruz. Müslümanların üniversite ile ilişkisi çok eğreti biçimde kuruluyor. Tabiri caizse üniversite mekânı içerisinde takılıyoruz, kendimizi o mekâna gerçekten ait hissetmiyoruz. Tabii zaman da geriye çeviremiyoruz. Bilimlerin, bilginin geldiği bir yer var ve bunu inkâr edemiyoruz. Dolayısıyla belki esas sorulması gereken soru şu: Biz bilimlerin, bilginin, üniversitenin geldiği bu nokta ile yeniden nasıl irtibat kuracağız, nasıl tekrar oyuna döneceğiz ve belki o bahsi geçen tortu ile bugün gelinen noktadaki yeni tortuları mezcedip, her şeyi derli toplu bir biçimde yerli yerine koyacak yeni bir üniversiteyi nasıl inşa edeceğiz? (…) Benim konuya bakışım aslında bu arka planda, dergimizin adı da Teklif malum, nasıl bir teklif getireceğimizle ilgili. Eskiyi unutmadan, onu hatırlayarak ama aynı zamanda bugünkü üniversitenin de geldiği noktayı dikkate alarak nasıl yolumuza devam edeceğiz. Düşüncem aslında bunu düşünme ve konuşma gereği odaklı.