“Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar -II-
(HALVETΖUŞŞÂKÎLER)
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın bu başlıkla çıkmış kitabından (SUFİ KİTAP, 1. baskı Eylül 2016, İstanbul) yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
ÖNSÖZ’den: “Tasavvuf tarihimizin en mühim gelişmelerinden biri de, tarîkatlar dediğimiz eğitim tarzı ve mekânlarının ortaya çıkışı ve bugakların mühim birüne kadar îfâ ettiği vazifelerdir. İslâm âlemi genelinde sayıları yüzlerce olan bu ocakların mühim birisi de ilk teşekkülünü Tebriz-Bakü hattında tamamladıktan sonra Anadolu’da daha da inkişaf eden, oradan da Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya kadar intişar eden (yayılan) Halvetîlik tarîkatıdır. 50 küsur dalı ile büyük bir çınar ağacını hatırlatan bu irfan yolunun bir kolu da aslen Orta Asya dervişi olan Buharalı Seyyid Hasan Hüsameddin Uşşâkî tarafından 16. yüzyılın başlarında Batı Anadolu illerimizden Uşşâk’ta tesis edilen Tarîkat-ı Aliyye-yi Uşşâkiyye şûbesidir. Daha çok Batı Anadolu, İstanbul, Trakya ve Balkanlar’da yaygınlık kazanan bu tarîkatın tarihine dair uzun yıllardır yürüttüğümüz çalışmamızın yan ürünü olarak bugüne kadar pek çok dar daha çalışması da yaptık. (…) muhtelif vesilelerle ürettiğimiz bu hususi makaleler de erbabına lâzım olur düşüncesiyle yayımlandıkları yerlerde kalmasın istedik ve burada bir kitap haline getirdik. (…) İrfan tarihimize bir nebze hizmet edebilmiş isek kendimizi bahtiyar sayarız. Mahmud Erol KILIÇ Fatih-2016. T
“…Hüsameddin-i Uşşâkî -ki İstanbul kadısı olan Mustafa Efendi’nin pederidir- ve İbrahim Muabbir ve Edirne’de Muslihiddin-i Uşşâkî Ümmî Sinan halifeleridir. (…) Tasavvufî eserler içerisinde ilk defa Münîrî-i Belgrâdî (v. 1045/1535), Sarı Abdullah Efendi (1112/1701) eserlerinde şahıs olarak Hüsameddin-i Uşşâkî’ye veya topluluk olarak “Uşşâkîler”e kısaca atıflar bulunur. Aziz Mahmud Hüdâî Efendi’nin (v.1038/1628) halifelerinden olan Münîrî-i Belgrâdî’nin Silsiletü’l-Mukarrebîn isimli eserinde iki yerde “Uşşâkîler”e temas edilir fakat bu iki yerdeki yaklaşım arasında bir tutarsızlık bulunmaktadır. Söz konusu bu eserde, Sofyalı Bâlî Efendi’nin halifesi ve Hüdâî’nin ilk şeyhi Şeyh Nûreddinzâde Muslihiddin (v. 981/1573) isimli şeyhten bahsedilirken onun, “Ümmî Sinânîler ve Uşşâkîler ve Simâvîler ve Gülşenîler ve Işıklar hakkında seyf-i sârım olup durmaz şerîat kılıcın salar” bir kimse olduğu belirtilmektedir. Hüsameddin-i Uşşâkî’den yaklaşık yirmi yıl önce ölmüş bu zâtın “Uşşâkîler” hakkında böyle bir kanaate sahip olması bize biraz problemli gibi gelmektedir. (dipnot: Münîrî-i Belgrâdî, Silsiletü’l-Mukarrebîn, Sül.Ktp., Şehid Ali, nr. 2819/3, vr. 113b.) Zira Uşşâkîler diye bir topluluk adı ancak Pîr’in vefatından sonra ortaya çıkmıştır. (…) Bu durumda bu ifadelerin Nureddinzâde’nin değil onun ağzından kendi duygularını dile getiren müellif Münîrî-i Belgrâdî’nin olduğunu zannediyoruz. (…) Hâsılı görüleceği üzere bu ikinci yerde Uşşâkîler için olumsuz bir şey söylenmemektedir ki bu durum Münîrî’nin tezadı olarak durmaktadır.
Bayrâmî-Melâmîlerinden Sarı Abdullah Efendi’nin Semeretü’l-Fuad isimli eserindeki şu cümlelerde Uşşâkîlerden bahsedilir:
“Hüsâmeddin-i Uşşâkî, Ümmî Sinan hulefâsından olup Muslihiddin Efendi ondan hilafet alıp zâhir ve bâtını kavî kimesne olmağla hilâfet verildikte mahmiye-yi Edirne’ye (Edirne’yi korumaya) gönderilip âhir ömürlerine dek Edirne’de sâkin olmuşlardır. Hâlâ onlara Uşşâkî tarîki derler. Ol tarîkte olanlar sâimu’d-dehr (dünyaya oruçlu) olup bedenî ibadetler, halvet ve uzleti makdûr-ı beşer (insan için yapılabilir) olmayacak mertebeye iletip nefs tezkiyesi (nefsi aklama) ve bâtını tasfiye ile kayıdlıdırlar. …Hüsâmeddin-i Uşşâkî de Kasımpaşa’da medfundur… (dipnot: Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuad, s.142-143, İstanbul 1288.)
Bundan yaklaşık elli sene sonra bir “Sivasî” şeyhi olan Şeyh Muhammed Nazmî’nin Anadolu’daki Halvetî meşâyıhınadair kıymetli bilgiler içeren ve ölümünden dört sene önce tamamladığı Hediyyetü’l-İhvan isimli eserinde, “…el-Hac Karamânî’den bir …kol dahi Hüsameddin’den Rumeli’nde bazı hulefâ mevcuddur, bunlara Uşşâkîler dirler, mücahid mürtaz olmağla, mürid ve muhibleri vardır,” ifadeleri yer alır. (dipnot: Mehmed Nazmi, Hediyyetü’l-ihvân, Haz. Osman Türer, s.65 (Dok. Tezi), Erzurum 1982.) Görüleceği üzere ilk dönem kaynaklarındaki bilgiler çok yetersizdir Acaba Uşşâkîlerin kendi yazılı iç kaynakları var mıdır, varsa bu konuda neler söylemektedirler, diye merak ettiğimizde de maalesef bir şey elde edemedik. Tasavvuf tarihinde bazen bir şeyhin vefatından sonra onun hayatınave menkıbelerine dair bilgilerin toplandığı “menâkıbnâme”lerin vücûda getirildiği görülmektedir. Maalesef Hüsâmeddin-i Uşşâkî için müridlerinin böyle bir çalışma yapmış olmamaları büyük bir eksikliktir. (…) Tasavvufta marifetin yazıya geçirilemeyeceği, geçirilenin ise marifet olmayacağı prensibinden dolayı tıpkı bütün ezoterik okullar gibi eser yazmağa çok rağbet edilmemiştir. Bu çevrelerde yazılı kültürden ziyade şifahî kültürün öne çıktığı görülmektedir. (…)”