Mayıs 2024 Posts

İsmet Özel’in “Üç Zor Mesele Teknik-Medeniyet- Yabancılaşma” kitabından alıntılamalar

 

Şu soru soruluyor “DOĞRUDAN KAVRAYIŞ VE SANAT” başlıklı yazının en başında: “Özellikleri ve insanın düşünce, duyuş dünyasındaki yeri, yankıları ne olursa olsun, sanat acaba bir Müslümanın kulluğu için gerekli, en azından ibadetlerini yerine getirmede fayda sağlayan bir faaliyet midir?” Yahut şöyle değiştirebiliriz soruyu: “Müslümanlar bütünüyle sanata ilgisiz kalsalar, herhangi bir şey kaybederler mi?”

Sanatın bugün karşımızdaki görüntüsü pek iç açıcı değil. Hele münkir ve müşriklerin sanat faaliyetleri üzerindeki yoğun etkileri hesaba katılınca manzara büsbütün sevimsizleşebilir. Bütün bozulma dönemlerinde olduğu gibi çağımızda da sanatın üzerinde insan heva ve heveslerinin kirli etiketi vardır. Sanat eserleri çoğunlukla hakikatten saptırılmış bir ruh durumunun cilâsını üzerlerinde taşırlar. Bunlar Müslüman olarak bizleri sanattan uzak durmaya sevkedebilir. Ama unutmamalı ki sanat, etiket ve cilâdan ibaret değildir. Çoğumuz ilk planda etikete gözümüz takılması yüzünden, sanatın üzerindeki cilânın hoşumuza gitmeyen (bir mü’minin küçümseyebildiği) parlaklığı yüzünden sanata uzaklık duyarız. Hattâ sanatın inanan bir insanı sağlıklı düşünceden uzak tutacağına, düşüncelerini bulandıracağına veya zevklerini azdıracağına dair bir endişe taşırız. Böyle endişelerimiz sanatın sadece kabuğuyla ilgilenecek isek yerindedir. Ama sanata karşı tutumumuzda görünüşü aşan bir derinlik elde edebilmişsek iş değişir. (…) Eğer biraz direnip sanat eserleri üzerindeki insan heveslerine mahsus etiketi kaldırmak, gösteriş için sanat eseri üzerine sürülmüş cilâyı kazımak gücünü gösterebilirsek, inanıyorum ki orada her insanı yüce zihin uğraklarına ulaştıracak işaretler bulacağız. (…)

Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar -II- Halvetî-Uşşâkîler

 

MAHMUD EROL KILIÇ‘ın bu kitabının ABDURRAHMAN SAMİ EFENDİ’NİN FARSÇA BİR ŞİİRİ (dipnot: Dîvân’ın en son ilmî neşri için bkz. Dr. Naciye Kaya, Abdurrahman Sami ve Dîvânı, H Yayınları, İstanbul 2016.) başlıklı yazısından sadece şiirin tercümesinden ibâret alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Şiirin Farsça aslı, okunuşu ve tercümesi meraklı dostlar için sunulmuş kitapta. Burada sadece şiirin tercümesine yer veriyorum: “Varoluşun alçak sarhoşluğu kapatır vuslat kapısın / Nasıl istersin bu yolla Hazretin nûr cemâlin Yemek, su, hava ve ateş, önünde seddir yârin haremin / Bu hediyyeler salar seni içine hayranlık dolu gurbet vadisin Eğer hicrânından dâim yanmadaysan Güzeller Güzelinin / Güzelliğinin yakıcı ışığı karşısında, heba et gitsin sana hediye edilmiş cismin Eğer gözden bir damla su akmıyorsa aşkına o dostun cemâlin / O zaman visâline nasıl yol bulabilirsin ki vahdet denizin Ey Güzeller Güzeli haykırdım aşkın feryadı ile ta dehlizlerinden kalbimin / Ne olur bu uzaklıktan kurtar vesilesi ile bir yakıcı visâline Bu vuslatın mehiri denilmiş feda olmaktır uğruna senin tatlı cânın / Sâmi, bu pazarda hiç kıymeti olmaz âh u figânın “

Bir Ahlâk Davası Nurettin Topçu

 

İsmail Kara‘nın Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan ve Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınlarından çıkan bu kitabından (s. 76-77) yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

” (…) Bir asırdan beri memleketimizin başta gelen derdi medeniyet meselesidir. Geçmişte büyüklüğü dünyaca bilinen Türk milletinin medenî varlığa sahip olmadığını önce Batı’yı tanıyanlar ortaya attı. Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar denilenler Batı’nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı’nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil Avrupa’ya benzemek için ne yapalım?, Garplılaşma nasıl olmalı? diye uzun zaman sayıkladılar.

“Ya kural koyanlardan birisiniz veya kurala uyanlardan.”

 

İsmet Özel‘in istiklal Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde çıkan MİLLETLERİN MİLLETLERE ETTİĞİ başlıklı ve 22 Mayıs 2024 tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/ IsmetOzel? Id=2 …) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Hiçbir çağ başka bir çağın kopyası olmadığı halde hem içinde bulunduğumuz çağdan hep şikayet ettik ve hem de bir zaman önce daha iyi yaşanıldığına inanmak hoşumuza gitti. İnsanlığımızın garipsenecek bir tarafı bu. (…) Uzay çalışmaları aklımızı allak bullak etti. (…) Mikro-biyologideki buluşlar gündelik hayatımızı an be an delik deşik ediyor. Siz üniversiteye giriş sınavını yapay zekâya tevdi etseniz bile yapılan her şeyin insan elinden geçmesine engel olamayacaksınız. Şeytan uyumuyor.

KAADI İYAZ’ın ŞİFÂ-İ ŞERÎF’inden (Mütercimler: Naim Erdoğan- Hüseyin S. Erdoğan; Tedkik ve Takdim: A. Fikrî Yavuz, Bedir Yayınevi) alıntılar

 

Kim bir ilimden sual olunup da onu gizlerse, Kıyamet gününde Allah onu ateşten bir dizginle vurur!(dipnot: Hadîs-i şerîf’i Resûlullah (s.a.v) den Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etmiştir. Şifa müellifi Kaadı İyaz rahimehullah kitabına kendi üstadlarının rivâyet senedi ile tahric ettikleri (çıkardıkları) metni almıştır. Bu metin İbni Abdü’l-Ber Nemerî’nin Kitabu Beyani’l-İlmi ve Ehlihi adlı eserindendir.) hadîsi naklettiği için garaz ve maksada tam cevab teşkil edecek, farz olan bu vecibeyi yerine getirecek olan nüktelere koştum, alelacele bunları elde ettim. Çünkü kişi, mübtelâ olduğu dünya mihnetinin (zahmetinin) anahtarları boynuna takılmış bir durumda bulunduğundan o (anahtarlar) onu hem bedenen hem aklen meşgul eder ve onu farz ve nafile (gibi ibadetlerden) eder. Bu yetmiyormuş gibi onu bir de ahsen-i takvîm (en güzel kıvam) mertebesinden esfel-i safilîn’e fırlatıp atar. Şurası da bir gerçektir ki, Allah bir insan için hayır murad etti mi, onun işini ve bütün gayesini yarın övülünecek, aslâ kınanmayacak hususlara yöneltir. Zira orada ya kişiyi sevinçlere garkeden cennet vardır, veyahut da ateşine dayanılmaz cehennem vardır. Şu halde o, kendi özü için çalışmalı, ruhunu (perişanlıktan) kurtarmalıdır. Salih amelini artırmalı, başkasına yarar sağlayacak ‘bu meyanda’ kendisi de faydalanacak olduğu bir ilmin ardına düşmelidir.

Allah, kalblerimizi (dünya mihnetlerinden) paramparça olmasından korusun ve günahlarımızı da bağışlasın. Bütün yeteneklerimizi, eldeki imkânlarımızı, bizi kendine yaklaştıracak, lûtuf ve rahmet ihsanı ile doyuracak hususlara münhasır(özgü) kılsın. (Âmin).”