Vahdet-i vücûd hakkında hatırlatıcı bilgi (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-IV’den)
“Vahdet-i vücûd, vücûdun birliği manâsına gelmektedir. Kendi zâtıyla kaim (yerini tutan) olan Vâcib vücûd (varlığı gerekli vücûd), vücûdun mertebelerinde çeşitli sûretlerde (ilmî ve kevnî / kozmik sûretler) belirir. Hâriçte gördüğümüz her şey o vücûdun / varlığın tecellîleridir. Kısacası, o vücûddan meydana gelen her şey O‘ndandır; fakat her şey O değildir. Mukayyed (kayıdlı) olan bütün varlıkların o vücûdla -her yönüyle- ne benzerlik (teşbîh), ne ayniyyet (tıpkısı) ve ne de cüz’iyyet (tikellik /azlık) alâkası aslâ yoktur.
Kelâm ilminde de vücûd, mutlak (vâcib) ve mukayyed (mümkün) olmak üzere iki kısımda mütâlaa edilmiştir. Mutlak vücûd, kendi zâtıyla kâim, kıyâmında bir başka vücûda ihtiyaç duymayan var; mukayyed vücûd ise, kendi zâtıyla ma’dûm (yok), Hakk’ın vücûduyla (varlığıyla) kâimdir.
Tasavvufta Vâcib ve Kadîm olan bu vücûd (varlık), çoğalma, bölünme ve noksanlaşma kabûl etmez. Onun şekli, sûreti ve sınırı yoktur. Bu vücûda ‘Mutlak vücûd‘ ismi verilmiştir (sırf ve hâlis vücûd). Bu ‘Mutlak vücûd‘ bütün kayıdlardan münezzehtir (tenzih edilmiştir). Bu husûsu mahdûd (sınırlı) akılla idrâk mümkün değildir. Hâdis penceresinden değerlendirdiğimiz her şey zamânî ve mekânîdir. Münezzeh olanı, mukayyed akıl ile idrâk mümkün olmadığından, din daha çok kalbin hareketi olarak kabul edilmiştir.
Mutasavvıfların ‘Mutlak vücûd‘ ismi verdikleri şey, akıl ve hissimizle idrâk edilmez. Allah Teâlâ sûret ve şekilden münezzehtir. O sûret ve şekillerle tecellî eden ‘Zât ve Hakîkat‘tır; sûret ve şekil değildir.