“Tarih gözlerimizin önüne bütün bir sorumluluk manzarası sermektedir. Bir milletin hayatı, bir medeniyetin eserleri gelecek nesillerin sorumlu ellerine emânet ediliyor. Ecdâdının hatasından da sorumlu olan biziz. Tarihe bir kader gibi vâris olmak demek, geçen nesillerin, iyi ve kötü bütün hareketlerinin sorumluluğunu omuzlarına yüklemek demektir. Kendi mukadderatını kendi ellerine alamayan millet kaybolmağa mahkûmdur. Toprağın ve tarihin size yüklediği, maddede ve ruhta an’ane haline gelmiş binbir sorumluluk omuzlarınızda ağırlaşıyor. Bu sorumluluğu kendinizden başkalarının omuzuna yüklerseniz vatanı ve tarihi kaybedeceksiniz. An’ane bunun için bizimdir. (…) Hakîki vatandaş bir vatanın tarihiyle beraber bütün sorumluluğunu üzerine almak iradesini yaşatan insandır.”
Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye.
“(…) Son büyük Fusûs şarihlerinden Ahmed Avni Konuk’un telif tarzı ve tavrı bu konuda farklı bir örnek olarak zikredilebilir. ‘Firavun’un imanı‘ bahsinde hem kendisinden önceki şerhleri özetleyen hem de kendi görüşlerini zikreden müellif, bu konuda diğer şârihler Abdürrezzak Kâşânî, Dâvûd-ı Kayserî, Yakup Han ve Abdullah Bosnevî’ye muhalif görüşler serdeden meşhur Fusus şarihi Bâlî Efendi’nin fikirlerini maddeler olarak özetleyip uzun uzadıya cevaplamaktan, netice itibariyle reddetmekten geri durmaz. (dipnot: Ahmed Avni Konuk, Fusûsu’l Hikem Tercüme ve Şerhi, haz. Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın, İstanbul, İFAV Yay., 1992, IV, 148-56.) (…)”
Kör Nokta: Gazalî veya Onikinci Asır
“Bu düşünce ve yaklaşımlar arasında İslâm ilim ve kültürünün, Gazalî’nin felsefeye yönelttiği tenkitlerle irtibatlı olarak XII. asırdan sonra ilerlemeden uzaklaştığı, durağanlaşmağa /gerilemeğe / çokmeğe, özgünlüğü kalmadığı ve yeni şeyler üretmekten ziyade ezberciliğe, tekrara ve taklide düştüğü fikri güçlü bir etkiye ve yere sahip gözükmektedir. (…) Görüldüğü üzere XIX. yüzyılda dillendirilmeğe başlanan yetersizlik fikri, eşzamanlı bu yaklaşımla neredeyse otomatik olarak yedi asır geriye çekilmiş olmakta, neticede İslâm tarihinin yarısını, Müslüman Türklerin tarihinin, Selçuklu ve Osmanlı devirlerin nerede ise tamamını âdeta esâreti altına alan bir muhteva kazanmaktadır.
Etkileri hâlâ güçlü bir şekilde devam eden bu yaklaşım içinde muhtemelen ilk sorgulanması gereken şey sihirli ‘ilerleme‘ (terakki) fikridir. Modern Batı Avrupa düşüncesinde ilerleme fikri, bir taraftan dünyanın ve insanın yaratılışını açıklamak dahil olmak üzere felsefî bir istikâmete doğru akarken diğer yandan mevcut siyasî, sosyal ve kültürel durumu batı merkezli olarak tasnif etmek, derecelendirmek ve adlandırmak, yorumlamak iddiasındadır. Modern bilim anlayışı ve pozitivizmle paralellik arzeden felsefî yönü büyük ölçüde dinî ve geleneksel dünya tasavvurlarını ‘geçmişte kalmış‘, ‘köhne‘, ‘hurafe‘ ve değersiz addederken sömürgecilik hareketleriyle paralellik gösteren sosyal ve siyasî yönü batıdışı toplumları, medeniyetleri ve kültürleri ‘geri‘, itibarsız ve geçersiz kılmaktadır. Terakki fikrinin İslâm dünyasına intikali ve yorumu ne kadar farklı olursa olsun bu iki hattın tortularını ve problemlerini çok katmanlı olarak taşıdığında şüphe yoktur.
Hemen hiçbir önem atfedilmeden veya küçümsenerek yapılan şerh ve haşiye vurgusu ilimlerin ve özellikle felsefenin gerilediğini ifade için başvurulan argümanlar arasında önsırada yer almaktadır. (…)”