Haziran 2024 Posts

“İlim ma’lûma tâbidir”

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin (560/1165-638/1240) ünlü eserlerinde biri olan FUSÛSU’L-HİKEM’in Türkçe Tercüme ve Şerhi Ahmed Avni Konuk tarafından 1915-1928 milâdî / hıristiyan yılları arasında kaleme alınmıştır. Müellifi merhûm Ahmed Avni Konuk Bey’in el yazısıyla olan nüsha Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlı bulunmaktadır. Tamamı 28 defter olan bu müellif nüshasından, 4 cilt hâlinde neşre hazırlanan bu eserin ilk cildini tamamlamış bulunuyoruz. (…) A. Avni Bey Fusûsu’l-Hikem Şerhi‘nde usûl olarak her fassın başlığı altında, o fassta ele alınıp incelenen hikmeti açıklamış, sonra Fusûs‘tan bir iki cümleyi yazıp tercümesini vermiş, daha sonra da şerhini yapmıştır. (…)

“Bilinsin ki, ilâhî ilimde iki itibar vardır: Birisi, vahdet mertebesinde ve ilk taayyünde (belirmede) ulûhiyyet zâtının sıfatlar ve isimlerinin tümüne öz olarak ilmidir. Bu ilim kendi zâtına olan ilimden ibâret olduğundan, bu mertebede ilim, âlim, ‘ma’lûm’ arasında aslâ temeyyüz (farklılaşma) yoktur; cümlesi şey-i vâhiddir (bir şeydir). Ve bu ilim, ma’lûma tâbi’ olan türden değildir. Zîrâ kadîm zât ile beraber kadîmdir. İkincisi, vâhidiyyet mertebesine ve ikinci taayyüne (belirmeye) inmesinden sonra, kendisinde içkin olan bilcümle sıfatların ve isimlerin sûretleri, birbirinden mütemeyyiz (farklı) olarak ilâhî ilimde peydâ olduklarında, herbirinin zâtî gereği olan kabiliyet ve istidâtları ne işe gelişir. Ve bu kabiliyyet ve istidatlar gelişme sonrası, Hakk’ın ayrıntılı olarak ma’lûmu olurlar. İşte Hakk’ın bunlara ilişik olan ilmi onların bilinmelerinden sonra olduğundan ilim ma’lûma tâbidir denildikde sıfâtî ve esmâî ilim anlaşılmalıdır. İlmin ma’lûma tâbiliği hakkındaki Kur’ânî delil “Biz sizi imtihan ederiz, tâ ki sizden mücâhid olanları bilelim” (Muhammed, 47/31) kerîm âyetidir. Hakk’ın “Tâ ki biz bilelim” sözü aslâ te’vîl edilemez. Varlık birdir; bu çokluk görüntüsü O’nun esmâî sûretlerinin gölgeleridir. (…)”

İbrahim Kalın ve onun “Barbar/ Modern/Medenî/ Medeniyet Üzerine Notlar” kitabından alıntılar

 

“İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu (1992). Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde yüksek lisansını, George Washington Üniversitesi’nde yüksek lisansını, George Washington Üniversitesi’nde beşerî bilimler ve mukayeseli felsefe alanında Molla Sadra’nın varlık görüşü ve bilgi felsefesi üzerine yazdığı teziyle doktorasını tamamladı (2002). College of The Holy Cross, Georgetown Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nde İslâm Düşüncesi ve İslâm-Batı ilişkileri üzerine dersler verdi. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi’nde akademik araştırmalar yaptı. 2005-2009 yılları arasında SETA Vakfı’nın kurucu başkanlığını yaptı. 2009 yılında Başbakan Başdanışmanlığı, 2012 yılında Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı, 2014 itibariyle de Büyükelçi sıfatıyla Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü görevine atandı. Yazarın, İslâm felsefesi, İslam-Batı ilişkileri ve Türk dış politikası üzerine yayımlanmış kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Çalışmalarından bazıları: İslâm ve Batı (İSAM Yay., 2007. Kitap, Türkiye Yazarlar Birliği 2007 Fikir Ödülü’ne layık görüldü; Yunanca ve Arnavutçaya tercüme edildi); Akıl ve Erdem: Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi (Küre Yay., 2013); Knowlodge in Later Islamic Philosophy: Mulla Sadra on Existence, Intelect and Intuition (Oxford University Press, 2010) (Türkçesi: Varlık ve İdrak: Molla Sadrâ’nın Bilgi Tasavvuru, Klasik Yay., 2015); Mulla Sadra (Oxford University Press, 2013); Ben, Öteki ve Ötesi : İslâm-Batı İlişkileri Tarihine Giriş (İnsan Yay., 2016). John Esposito ile birlikte hazırladığı Islamophobia: The Challenge of Pluralism in The 21st Century (Oxford University Press, 2011) (Türkçesi: İslamofobi 21. Yüzyılda Çoğulculuk Sorunu, İnsan Yay., 2015); M.Ghazi bin Muhamma d ve M. Hashim Kamalı ile birlikte hazırladığı War and Peace in İslâm: The uses and abuses of jihad (Cambridge:The Islamic Texts Society, 2013) adlı çalışmaların, Oxford Encyclopedia of Philosophy, Science and Technology in İslâm (Oxford University Press, 2014) adlı iki ciltlik ansiklopedinin veMulla Sadra, The Book of Metaphysical Penetrations, A parallel English-Arabic Text of Kitab al-Masha’ir (Brigham Young University, 2014) kitabının editörlüğünü yaptı.”

Ömer Türker’in ‘Evrim Risâlesi’nden alıntılar

 

“İslâm Düşünce Geleneğinden Hareketle Bir Değerlendirme” olarak İlâhiyatçı Prof. Dr. Ömer Türker‘in Evrim Risâlesi kitabından (Ketebe Yayınları 1. Baskı Eylül 2023 İstanbul) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bu kitapta evrim teorisinin kapsamlı bir anlatısı hedeflenmediğinden tartışmayı mümkün kılacak şekilde icma edilen (toplanan) görüşler esas alınmıştır. Bu sebeple başlangıçta oldukça muhtasar (kısa) şekilde evrim teorisinin bir anlatısı verilmiş, ardından İslâm düşünce geleneklerinden hareketle teorinin temel iddialarının ayrıntılı bir tahliline geçilmiştir. Kitabın Türkiye’de hem genel olarak İslâm düşüncesinden hareketle çağdaş sorunları ele alma yolundaki araştırmacılara hem de özel olarak evrim teorisinin daha isâbetli bir zeminde tartışılmasına katkı sağlamasını diliyorum. (…)” (Ömer Türker‘in ÖNSÖZ’ünün son bölümü)

“Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. Bu olguların gücü ve değeri, dayandıkları bilginin açıklama gücünden kaynaklanır. Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idâme ettiremez.” (s. 9)

“İslâm düşünce geleneği kapsamında bulunan bilim gelenekleri, modern bilimin gelişmesiyle pek çok alanda ya açıklama gücünü yitirme ya da yeni dönemin bilimsel açıklamalarıyla uyumsuz duruma düşme sorunuyla yüz yüze kaldı. (…) Modern dönemde özgürlük ve eşitlik kavramlarının adâlet ve nizam kavramlarına tercih edilmesinde olduğu gibi, özellikle dönemlere hâkim olan siyâsî ve toplumsal değerler, farklı açıklamalardan birinin diğerine tercih edilmesine yol açar. (…)”

“(…) Canlılığı ve canlıların yaşam evrelerini inceleyen bilim olan biyoloji, özellikle evrim teorisiyle birlikte geleneksel açıklamalardan kökten şekilde farklılaşan bir açıklama modeline ulaştı. Yirminci yüzyılda fizik ve matematik bilimlerin diğer bilimdallarıyla da irtibatı tesis edilerek muhkem hâle getirilen bu model, aslında modern bilimin genelde evren özelde fiziksel dünya tarihi açıklamalarından oluşan anlatısının en bilinen kısımlarından biridir.”

“İslâm düşünce tarihinde kelâm ve felsefe geleneklerinde canlılığın mahiyetine ilişkin teoriler ve özellikle felsefe geleneğinde canlıların birbirinden nasıl farklılaştığına ilişkin açıklamalar bulunmaktadır. Fakat bu teori ve açıklamalar, evrim teorisinde olduğu gibi milyonlarca yıllık süreçte canlıların evrim yoluyla birbirinden farklılaştığına dair bir açıklama barındırmadığı gibi dikkate değer bir tarihsel veche de barındırmaz. Zaman zaman İslâm düşüncesi tarihi çalışanlar, özellikle bir kısım filozofların canlıların farklılıklarının dört unsurunun muhtelif seviyelerdeki karışımlarını ifade eden mizaç aralıklarına dayalı açıklamalarını, modern evrim düşüncesinin öncüsü veya evrimin klasik dönemdeki savunusu sayarlar. Hicrî ilk asırlardan itibaren Câhiz gibi düşünürlerin kitaplarında gördüğümüz doğal çevrenin belirli bir canlıya etkisine ilişkin gözlemleri de bazen destekleyici unsur olarak kullanırlar. Bilhassa Câhiz, canlıların doğal çevrenin etkisiyle istihâleye (başkalaşmağa), dönüşüme uğradığı hattâ kimilerine göre bu dönüşümün yavrulara da geçtiği düşüncesini aktarır. Bu anlamda canlılarda bir tür dönüşüm olduğunu ifade eder. Fakat şimdiye kadar yapılan araştırmalar göstermektedir ki, klasik dönemdeki anlatılar, gerçekte bir canlının milyonlarca yıllık süreçte türsel evrimlerden geçerek dünyadaki canlı çeşitliliğini oluşturduğuna dair herhangi bir iddia ve açıklama barındırmaz.

Fîhi Mâ Fîh’den sözler

 

Müellifi merhûm Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, mütercimi merhûm Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanı merhûm Dr. Selçuk Eraydın olan eserin ( İZ Yayıncılık: 82, İslâm klasikleri dizisi: II, 8. Baskı; İstanbul, 2009) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Bedir gazvesinden (din uğruna savaştan) dönerken söylediği rivâyet edilen Küçük cihâddan büyük cihâda döndük hadîs-i şerîfini şu tarzda yorumlamıştır: Sûretlerin cenginde idik; sûrî (görünür) düşmanlar ile cenk ediyorduk. Şimdi iyi havâtırın (fikirlerin / düşüncelerin) kötü havâtırı mağlûp etmesi için havâtır (fikir/ düşünce) askerleriyle cenk edelim. Hz.Mevlânâ’ya göre cihâd-ı ekber (en büyük cihad) denilen bu cengde iş gören fikirlerdir ve ten vâsıtası olmaksızın hizmet ederler.

Ömer Türker’in “Adâlet Üzerine” başlıklı yazısından…

 

O yazı, 2 aylık düşünce dergisi Teklif’te (Eylül 2022) çıkan bir yazı idi; birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Metafizikçi filozoflar adâleti, her bir mevcudun kendi kâbiliyetine göre varlıktan pay alması anlamında kullanır. Buna göre Tanrı’dan gelen varlık anlamı, tüm mevcutlara onların kâbiliyetlerine uygun şekilde yani hak ettikleri miktarda dağılır, böylece her şey kendi hak ettiği yere konulmuş olur.” (s. 94)

“Kendi aralarında adâlet ve zulmün tanımı husûsunda kimi zaman ciddî sınırlara ulaşan farklılıklar bulunsa da genel olarak Mu’tezile kelamcıları, Allah’ın fiillerinin tamâmının tanımlanan anlamda âdil olup zulümden arınmış olduğunu düşünür. Onlara göre adâletin ilâhî ve insânî seviyedeki tanımları arasında fark yoktur. İlâhî seviyede adâlet her şeye hakkını vermek değildir. Zîrâ hiçbir yaratılmışta yaratılışın başlangıcı itibariyle hak edilmiş bir varlık payı yoktur, yaratılış baştanbaşa lütuf ve ihsandır.” (s. 96)