Temmuz 2024 Posts

Ömer Türker’in Evrim Risâlesi Kitabı’ndan bazı alıntılar

 

Ketebe Yayınları‘ndan (1009.), Ömer Türker Kitaplığı dizisinin bir kitabı olarak çıkan (1. Baskı Eylül 2023 İstanbul) bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bütün canlıları sudan yaratan, insana kendi ruhundan üfleyerek ona düşünme ve konuşmayı ihsan eden Allah’a hamdolsun. İnsanın varoluşa ilişkin idrakinin kemalini temsil ve beyan eden Hz. Muhammed’e (sav), onun tebliğini mamur dünyaya ulaştıran ve ifade ettiği hakikatlere vâris olan ashabına ve bütün dönemlerde onun yolunu izleyenlere sonsuz salât ve selâm olsun. (…) Bu kitapta evrim teorisinin kapsamlı bir anlatısı hedeflenmediğinden tartışmayı mümkün kılacak şekilde icma edilen (toplanılan) görüşler esas alınmıştır. Bu sebeple başlangıçta oldukça muhtasar (kısaltılmış) şekilde evrim teorisinin bir anlatısı verilmiş, ardından İslâm düşünce geleneklerinden hareketle teorinin temel iddialarının ayrıntılı bir tahliline geçilmiştir. (…) (Ömer Türker‘in ÖNSÖZ’ünden )

“(…) Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. (…) Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idâme ettiremez. Bazen bu inanç yanlış bile olabilir. Yani insanlar bir bilginin yanlış veya işe yaramaz olduğuna karar verirken hata edebilir, propagandaların etkisinde kalabilirler. Dolayısıyla da bilimsellik vasfını vermeyebilirler veya daha önce verdilerse iptal edebilirler. Ya da bilginin yanlışlığı açığa çıkmış ve bilimsellik vasfını kaybetmiş olabilir. (…) Bir yerde bilimsel bilgi yoksa orada kapsamlı ve ayrıntılı bir medenî hayat da kurulamamış demektir. Dolayısıyla medeniyetin tarihi gerçekte o medeniyetin kurumlarını inşa eden bilimler ile bu bilimlerin uygulamasını ifade eden tecrübenin tarihidir.

(…)

İslâm düşünce geleneği kapsamında bulunan bilim gelenekleri, modern bilimin gelişmesiyle pek çok alanda ya açıklama gücünü yitirme ya da yeni dönemin bilimsel açıklamalarıyla uyumsuz duruma düşme sorunuyla yüz yüze kaldı. İnsanlık tarihinin muhtelif dönemlerine dâir bilgilerimiz göstermektedir ki her dönemde bilimsellik payesini temellük eden (kendine mâl eden) bilgiler bütünü, önceki dönemlerin bilimsel kabûl edilen bilgiler bütününe nispetle kimi zaman yalnızca farklı açıklama önerir ama bu açıklama, dönemin beklentilerini karşılamaya daha elverişli olur. Modern dönemde özgürlük ve eşitlik kavramlarının adâlet ve nizam kavramlarına tercih edilmesinde olduğu gibi, özellikle dönemlere hâkim olan siyasî ve toplumsal değerler, farklı açıklamalardan birinin diğerine tercih edilmesine yol açar. (…)

Evrene ilişkin klasik ve modern bilimsel açıklamalar bir bütün olarak dikkate alındığında modern bilimin geniş yelpâzeye yayılan bir başarı listesi olduğu söylenebilir. Bu alanlardan biri biyoloji çalışmalarıdır. Canlılığı ve canlıların yaşam evrelerini inceleyen bilim olan biyoloji, özellikle evrim teorisiyle birlikte geleneksel açıklamalardan kökten şekilde farklılaşan bir açıklama modeline ulaştı. Yirminci yüzyılda fizik ve matematik bilimlerin diğer bilim dallarıyla da irtibatı tesis edilerek muhkem hâle getirilen bu model, aslında modern bilimin genelde evren özelde fiziksel dünya tarihi açıklamalarından oluşan anlatısının en bilinen kısımlarından biridir. (…) Zaman zaman İslâm düşüncesi tarihi çalışanlar, özellikle bir kısım filozofların canlıların farklılıklarının dört unsurunun muhtelif seviyelerdeki karışımlarını ifade eden mizaç aralıklarına dayalı açıklamalarını, modern evrim düşüncesinin öncüsü veya evrimin klasik dönemdeki savunusu sayarlar. Hicrî ilk yüzyıllardan itibaren Câhiz gibi düşünürlerin kitaplarında gördüğümüz doğal çevrenin belirli bir canlıya etkisine ilişkin gözlemleri de bazen destekleyici unsur olarak kullanırlar. Bilhassa Câhiz, canlıların doğal çevrenin etkisiyle istihâleye (imkânsızlığa), dönüşüme uğradığı hattâ kimilerine göre bu dönüşümün yavrulara da geçtiği düşüncesini aktarır. Bu anlamda canlılarda bir tür dönüşüm olduğunu ifade eder. Fakat şimdiye kadar yapılan araştırmalar göstermektedir ki, klasik dönemdeki anlatılar, gerçekte bir canlının milyonlarca yıllık süreçte türsel evrimlerden geçerek dünyadaki canlı çeşitliliğini oluşturduğuna dair herhangi bir iddia ve açıklama barındırmaz. (…) Fahreddin er-Râzî (ö.606/1210) sonrası dönemde yetişen Nasîrüddin et-Tûsî, Seyyid Şerif el-Cürcânî ve Ali Kuşçu gibi, yaşadıkları çağda aynı zamanda fizik ve matematik bilimlerin ulaştığı bilgi ve idrâk düzeyini temsil eden kelamcılar, çalıştıkları alanlara önemli katkılar yapmışlardır. (…)

“Din Esaslı Âlem Anlayışından Dindışı Dünya Görüşüne”

 

Ş. Teoman Duralı‘nın ÇAĞDAŞ KÜRESEL MEDENİYET Anlamı/Gelişimi/Konumu Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz – Yahudî Medeniyeti isimli Dergâh yayınları’ndan çıkmış (Birinci Baskı: Kasım 2000) kitabın bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden bölümünden (A) yapacağım bazı alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak bu.

“Müslümanlık, bireyin olduğu kadar toplumun da yaşama tavrı ile üslûbunu tümüyle belirler. Bundan ötürü, Müslümanlaşmış toplumların özellikleri arasındaki farkların zamanla en aza indiği bir tarihî gerçekliktir. Bu gerçeklik, Onsekizinci yüzyıldan itibâren Batı Avrupa’dan çıkıp yeryüzünün dörtbir yanına yayılan Milliyetcilik akımlarının, İslâm âlemini de etkileri altına alıncaya değin sürüp gelmiştir. Haddızâtında, Arnavutlar ile Boşnaklar gibi, Müslümanlaşmış olanların dışında kalan Avrupalı toplumlar, kavmî ile mahallî özelliklerini Hırıstıyanlaştıktan sonra da sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan 1789 İhtilâlikebîrle (Büyük ihtilâlle) Milliyetcilik, dağınık, yine de kendini hep duyuran bir hâlden toplumları bütünüyle belirleyen etken olmağa dönüşmüştür. Nitekim ihtilâlikebîrin, millî tolumdan murad ettiği biçimbirliğine (Fr uniformite) eriştirilmiş, kuralı bozacak unsurlardan, istisnâlardan temizlenmiş toplumdur. Sonuçta, öncelikle Kavmî Milliyetcilik, bağrında farklılıkları, değişken unsurları barındırmayan tekbiçimli (uniforme) toplum oluşturma ülküsünün takipcisidir.

“Tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz.”

 

Prof.Dr. Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi Teklif‘te (Ocak 2024, Sayı 13) çıkan “Olgu Tespitinden Varlık Temâşâsına Tarihin Katmanlı Yapısı” başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“İnsan tefekkürünün en ilginç konularından biri herhâlde tarihtir. Zira tarih adını verdiğimiz şeyin iki temel hususiyeti vardır: Birincisi, tarihin varlık tarzıdır. Buna göre hiç durmadan akan zamanda meydana gelen bir hadisenin bütünlüğü aslâ dış dünyada var olmayacağından tarih, varlığı sâbit olmayan bitişik nicelikler gibidir. Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz. Zihnimiz, varlıkta eş zamanlı olarak bulunmayan, birbirini ardışık olarak izlayen, geçici ve müstakil mevcudiyetler gibi görünen anları yahut kesitleri birleştirir, bütünlüğe sahip olay, hadise ve süreçlere dönüştürür. Sonra da bu durum, bütünlüğü olayların yekpare tahakkukuna çevirir.

Kâmil İnsan hakkında bilgi

 

Abdülkerîm el-Cîlî’nin İNSÂN-I KÂMİL isimli eserinin (Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun; Yayına hazırlayanlar: (merhûm Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli -şimdi Prof. Dr- , Abdullah Kartal; İZ Yayıncılık, 4. Baskı:2015) “İnsân-ı Kâmil Hakkındadır” başlıklı Altmışıncı Bâb‘dan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İnsân-ı Kâmil Hz. Muhammed’den (s.a.v.) ibarettir. İnsân-ı Kâmil, Hakk’a ve halka mukâbildir. Şurasını da bil ki, bu bâb, bu kitapta mevcut olan bâbların kâffesinin hülâsasıdır. Belki kitâbın evvelinden âhirine, ne kadar izâhat varsa, bunların hepsi bu bâbın şerhidir. Bu hitâbı anla!”

“Şunu da bil ki; Nev-i insânî efrâdından (ferdlerinden) her ferd, bütün kemâliyle diğer insânî ferdin nüshasıdır. Birisinde bulunan şeyin diğerinde de bulunması zarûrîdir. Eli ayağı kesilmek veya ana rahminde bir ârızadan dolayı a’mâ olmak gibi avârız (ârızalar) bulunmadıkça, anılan düstûra muhâlif insan bulunmaz. Ber-vech-i meşrûh (anlatıldığı üzere) ârıza bulunmadığı takdirde, insan ferdlerinden iki insanî ferd yekdiğerine mukâbil birer âyinedir (aynadır). (…) Şu kadar var ki, eşyâ, yani şeyler / mevcûdât (mevcutlar) bazı insanlarda bi’l-kuvve (potansiyel olarak), bazılarında bi’l-fiil (fiilen) mevcuttur.

“Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında doğru sözlülük (sıdk) gelir.”

 

Prof. Dr. Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’in (Sayı 4 / Temmuz 2022) Gayb özel sayısında çıkmış olan “Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir? Mefâtîhu’l-Gayb ve Miftâhu’l-Gayb Üzerine” başlıklı yazısından (s.203-206) yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“(Başlığı oluşturan ifadenin devamı olarak:) Bu sebeple kelamcılar, bir peygamberin peygamberlikten önce veya sonra günah işleyip işlemeyeceğini tartışmışlar ve farklı kanaatlere varmışlardır ama hiçbir zaman yalan söylemeyeceğinde icmâ etmiştir. Zira peygamberin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebliğin ulaştığı insanların gayba dair idraki, haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır. Allah’ın zâtı, sıfatları, melekût âlemi ve âhiret hayatının tanıtılması, gayba dair haberlerin temel konularını oluşturur. Melekût âlemi ve âhiret hakkında vahiy, insanın duyularla ve istidlâlle ulaşmasının mümkün olmadığı bilgiler verir. Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında ise hem bilgilendirici hem de akla yol göstericidir. Yol gösterici olması, insanın duyular açısından gayb olan ilâhî zât ve sıfatlara dair bilgilerinin vahiyden başka bir kaynağının daha bulunmasıdır: Âlem. Bir bütün olarak âlem, Allah’ın fiilleri olduğundan fiilden hareketle fâil olan Allah hakkında nazarî bilgiye ulaşabilir. Dolayısıyla âlem de bir kelamcı için ilâhî fiil olması bakımından gaybın anahtarı işlevi görür. Fakat insan, âlem üzerine tefekkürde saptırıcı ve yanıltıcı durumlara maruz kalabilir. Vahiy, “Allah’ın muhtar fâil olması” gibi istidlâlin küllî (tümel) esaslarını vererek Allah’ın zâtı, sıfatları ve âlemle ilişkisi hususunda akla yol gösterir. Kelamcıların “İslâm kanununa bağlı olarak araştırma yaptıklarını” iddia etmelerinin nedeni de budur. Âleme dair araştırmalar, vahyin küllî ilkeleri doğrultusunda gelişim ve değişime açık bir bilgi alanıdır. Bu bağlamda vahiy, gaybın Hz.Peygamber tarafından tebliğ edilmiş sabit anahtarlarına, ilâhî fiiller olarak âlem ise gaybın insan aklına bahşedilmiş sayısız anahtarlarına tekabül eder. Evet, “Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır, O’ndan başka onları kimse bilmez ” (Enam,6/59) “Ancak seçtiği resûller müstesnâdır” (Cin,72 / 27). Seçilen en yüce insan olarak Hz.Muhammed (sav) ise insan yaratılışının gayesi olan kulluk idealinin, kendisine bildirilen ilâhî irade doğrultusunda, tecessüm ettiği hayat ağacına tekabül eder. (…) Kelâm geleneğinin en büyük isimlerinden biri olarak Fahreddin er-Râzî’nin (ö.606/1210) büyük tefsirine gaybın anahtarları anlamında Mefâtîhu’l- gayb adını vermesi, gayb kelimesinin kelam geleneğinde kazandığı bu bağlamdaki anlama işarettir.