Prof. Dr. İsmail Kara‘nın bu yazının da başlığını alıntı olarak teşkil eden başlık altındaki yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
” Modernleşme döneminin ve yeni b/ilim, eğitim ve kitap anlayışlarının, ilim-bilgi-telif ‘problem’lerinden biri haline getirdiği ‘şerh ve haşiye‘ tasavvurlarıyla bir düşünce tarihi meselesi olarak uğraşırken önüme gelen meselelerden biri de on küsur telif türünü içine alan şerh ve haşiye metinlerinin, notlarının yazma ve basma kitaplarda nasıl yerleştirilip konumlandırıldığı ve bunların esas metinle ilişkilerinin mantığı ve görsel-şeklî tarafları idi. Aslında klasik dönem metinleriyle bir miktar haşir neşir olmuş, bazılarını ders olarak okumuş, kütüphanelerde ve sahaflarda çokça örneğini görmüş ayrıca yayıncılık yapmış, kitap tasarımlarıyla uğraşmış biri olarak bu kitapların görünen yüzlerine, eşkaline bütünüyle yabancı değildim. Fakat bir başka zaviyeden bakmaya başlayınca klasik dönemde giderek gelişen kitap (sayfası) tasarımlarının çeşitlenip gelişmesinde ve önemli bir kısmının aynı zamanda estetik bir hüviyet kazanmasında, nihayet bütün bu hususiyetlerin matbaa / matbu kitaplar devrinde devam etmesinde şerh ve haşiye türlerinin ne kadar etkili olduğunu da farkettim.”
“Şerh ve haşiye meselesinin muhtevasına bitişen, eklenen yeni bir ilgi alanı daha teşekkül etmişti benim için. Arapça, Farsça, Türkçe yazma ve basma (husûsen taş baskısı) kitaplara bu gözle de bakmaya, bazılarını edinmaye, edinemeyeceklerimin örnek sayfa taramalarını almaya başladım. (Şerh ve haşiye geleneği ve bunlarla ilgili kitap tasarımları sadece bizim kültürümüze ait bir şey olmadığı için Avrupa’da yazılmış ve basılmış kitaplara dair görselleri de bu gözle tetkik eder oldum. Nihai değerlendirme yapacak durumda olmamakla beraber hem sayfa tasarımlarının taşıdığı çeşitlilik yahut farklı bilgi, yorum, not ve kaynak unsurlarının hamişlere /marjlara, bazen metin içlerine / satıraralarına yerleştirilmesi hem de estetik kapasite itibariyle İslâm dünyasında ve Osmanlılarda yapılan denemelerin Batıdakilerden daha vasıflı olduğu intibaına sahip olduğumu belirtmek isterim).”
“Bu zevkli ve keşiflerle dolu zor yolculukta fark ettiklerimden biri de bazı metinlerin, onların bazı kısımlarının aynı zamanda veya tek başına şekil-çizim-şema haline getirilmesi oldu. Bu da uzun bir bahistir ve kitap-sayfa tasarımı yanında eğitim anlayışı ve ders kitabı / yardımcı ders kitabı fikriyle ve arayışlarıyla da alakalıdır.”
” ‘Tek sayfalık‘ kitaplarla karşılaşmam, daha doğrusu onları kitap olarak fark etmem de şerh ve haşiye deryasının, kitap-şekil-çizim takibinin bereketli bir armağanı oldu. Ayrıca bugüne kadar kalem beyaz bir sayfa gibi duruyordu.”
“Tek Sayfalık Kitap Olur mu? Birçok dil ve kültürde öncelikli olarak kutsal kitabı hatırlatan ‘kitap‘ kelime-kavramı için Türk Dil Kurumu sözlüğünün verdiği ilk karşılık “ciltli veya ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yaprakların bütünü” dür. Yaygın bir karşılıktır bu. Nitekim Şemseddin Sami de hayli zaman önce “yazılmış veya basılmış ve bir kapın içinde dikilmiş kâğıtlar mecmûu tarifini veriyor. Ondan yaklaşık yarım asır önce Redhouse da benzer karşılıklar verecektir.
“Beraber ciltlenmiş birkaç kâğıt varakları ve yazılıp yahut basılıp bir yere cem olunmuş mebâhis.”
“Bu tariflerde şimdilik bizi ilgilendiren öncelikli husus kitabın tek sayfalık değil birkaç sayfadan müteşekkil yazılı-basılı bir ‘nesne‘ olmasıdır. En azından katlamalı 4 veya 8 yahut 16 sayfalık yazılı-basılı bir metin… (Bir forma teknik olarak 16 sayfadır. Baskı makinasının, kâğıdın veya sayfa ebatlarının büyüklüğüne göre 8 veya 32 sayfalık formalar da olabilir.) Kitapla risâle, mecmua, broşür arasındaki teknik farklar ve nüanslar da biraz bu sayfa sayısıyla alakalıdır. Yeni tarifler değişmedi ise kütüphanecilikte de tek sayfalık yazılı ve basılı evraka, kâğıda, muhtevası ne olursa olsun kitap denmiyor.”