İsmet Özel‘in PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU isimli kitabının (TİYO :54, 1.Baskı: Ağustos 2021) ŞİİRLE Ve ŞİİRDEN başlıklı yazısından (s. 287-291) yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
” Türk edebiyatının macerası gereğince bana ve yaşça bana yakın olanlara bir isim bulmak söz konusu olduğunda “LX Kuşağı” demek bazılarının hoşuna gitti. Keşke hoşa gittiği kadar gerçeğe de yakın olsaydı. Bizler, yani 60 Kuşağı olduğu söylenenler Alman üniversitelerinde patlak verip Paris’in çalkalanmasına sebep olan devrimci dalgadan muhteva itibariyle hiç etkilenmedik. Üzerimizdeki etki her iki dünya savaşının gâlipleri tarafından parlatılan etkiydi. Anglo-Amerikan şiirinin ve bilhassa T.S.Eliot ve Ezra Pound gibi modern şiirde devleşmeleri görünenlerin etkisi altındaydık. İyi ki de öyle olmuştu. Şiirin dayanağını akıl dışı bir sahada aramakla kalmayıp onu orada bulmak şair olarak elimizi kolumuzu serbest bırakmıştı. T.S.Eliot’un benim nefret etmek için yirmi sebep bulduğum Keynes’i öven yazıları vardı. Ezra Pound söylendiğine göre yetersiz Yunancası ve belki de daha yetersiz Latincesiyle tercümeler yapmıştı. Çincesi Robert Graves’in Çince bildiği farzedilen oğlunu güldürecek seviyedeydi. Bütün bunlara rağmen şiirle doğan ve şiirden alınacak etki konusunda bu iki şairin segiledikleri Batılı yazış alışkanlıkları düşünülünce eşsiz şeylerdi. (…) Türkiye’de edebiyatın nasıl devam edebileceğine kafa yoranların halleri çok değişikti. İkinci Yeni şairlerin elinde bir Türkçe bulunduğuna dair bilinci yüceltmişti. “Birinci Yeni” adına hiç ihtiyaç duymamış şairlerin ikisi bu yeni şiirin şampiyonluğuna özeniyorlardı. İkinci Yeni’nin doğum yılları Türk aydını denilen fertlerin yalnızlık şiddeti altında bulunduğu yıllardı. Turgut Uyar bir gün bana: “Ne farkı var benim yazdıklarımla Sezai Karakoç’un yazdıkları arasında?” demek durumunda kalmıştı. Gerçekte her ikisi bambaşka tellerden çaldıkları için aradaki fark günden güne keskinleşti. Şiirin yeniden tanımına her günkünden daha büyük ihtiyaç da’nınuyuldu. Türkçe Arapçanın, Farsçanın, Yunancanın, Ermenicenin, Kürtçenin ve Batı dillerinin zemine serdiği kavrayış tarzı üzerine takılar, sıfatlar, edatlar üzerinden öyle bir imkânlar silsilesinin haberini veriyordu ki bunu dünyadaki herhangi bir dille yapmak mümkün değildi. Türkçe yazılan şiirin imkânları dünyada niçin yankılanmadı? Türklerin ellerinde ne tuttuğu Hıristiyan XI. asrından itibaren kasıtlı olarak görmezlikten gelinir. Türkler herhangi bir vasıfları esas alınarak hesaba katılacak olursa Türk topraklarının yerküre üzerindeki vazgeçilmezliğine alan açılacaktır. Bu alan niçin açılmak istenmez? Çünkü açılırsa İslâm’ın Yahudi Messianizminin veya ihanetle temayüz etmiş Hıristiyan Patriği yakıştırmasının uzantısı olmadığı açıkça görülecekti. Üzerinde el çabukluğu gösterilmiş bu iki din karşısında İslâm söyleminin kaçınılmazlığı gayr-i Müslim akıl üzerinde varlık kazanacaktı. Türkçenin bir şekilde en sağlıklı dil tecrübesi olmadığına ve bilakis hastalıklı olduğuna inanmak ve inandırmak İslâm düşmanlığının en esaslı kısmıdır.