Ağustos 2024 Posts

“Harap olmuş/ Tahrip edilmiş Tarih Yeniden Kurucu Bir Kaynak Olabilir mi?”

 

Prof. Dr. İsmail Kara‘nın Derin Tarih Dergisi’nin Ağustos 2024 sayısında çıkan yazısının başlığını bu yazıya da alıntı olarak başlık yaptım. O yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Cemalettin Server Revnakoğlu, kurucu-kurtarıcı kuvvetli bir varlık olarak bağlandığı İstanbul’un meraklılarından ve aşıklarından biri. İstisnaî bir İstanbul tarihçisi, antropoloğu, sevdalısı… Onun bıraktığı mirasın bir kısmı üzerinden Mustafa Koç’un büyük ve titiz emeklerle yayına hazırladığı ve Fatih Belediyesi’nin de çok doğru ve yerinde bir kararla, hakkını vererek neşrettiği Revnakoğlu’nun İstanbul’u- İstanbul’un İç Tarihi, her bakımdan aşk seviyesine yükselmiş bir adanmışlığın, bir şehir üzerinden yeniden kuruculuk fikrini ve imkânını canlı tutmanın fevkalâde zengin, ibret verici ve canlı tarihidir.

Mağlup olsa da mağlubiyet fikrine uzak durmak … Burnu sürtülse de başını dik tutmak… Yahut o güzelim ifade ile “bozgunda fetih rüyası”… Başlığa çıkardığımız soru da bunlarla alakalı. Millet olarak realiteden kaçışımız denebilir mi buna? Farklı bir realite tasavvurundan ayrı olarak muhtemelen başka bir şey de var burada; kendi durumunu, yerini ve sınırlarını “bir şekilde” bilmekle beraber her halükârda ve her şart altında bir var olma biçimi ve iddiası bu … Muallim Sakallı Celal’in meşhur sözü malumdur: ” Tanzimat ilân ettik olmadı, Meşrutiyet ilân ettik o da olmadı, Cumhuriyet ilân ettik yine olmadı. Biraz da ciddiyet mi ilân etsek…” Latife perdazlıkta üzerine olmayan ve “âlemin serm ü gerdini” görmüş Sakallı Celal bu sözüyle sadece kafiyeli parlak cümle kurmak peşinde değildi herhalde; bir taraftan dönemdaşları gibi yaşadığı mütemadi hezimetlere ve üst üste yığılan hayal kırıklıklarına kuvvetle işaret ederken (mülk ü milleti necata kavuşturamamanın ızdırabı), diğer yandan mücadele azminde (memleketin mutlaka kurtulacağı ümidinde) pek bir sarsılma olmadığına da göndermede bulunuyor olmalıdır. Ciddiyet de ilân etseydik olabilirdi / edersek şimdi olabilir …

“Ne yıkmağı ve ne de yapmağı birer tabiî vakıa sayabiliriz.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında YIKAMAZSAN YAPAMAZSIN başlığıyla çıkan 25 Muharrem 1446 (31 Temmuz 2024) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr /IsmetOzel?Id=2…) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Tarih bize tabiatın biri diğerinin zıddı gibi görünen yıkma ve yapma hadiseleriyle hiçbir zaman meşgul olmadığını öğretmelidir. Yıkmanın ve yapmanın birer tabiî vakıa olmadığına dair hükümle karşılaştığınızda aklınıza şu sual gelebilir: Yıkıcılıklarını tabiî afetler gözler önüne sermiyor mu? Elbette depremlerin, sellerin, hortumların, tsunamilerin, fırtınaların, heyelanların ve birçok başka tabiî afetin sebep olduğu yıkıntılardan haberdar oluyoruz. Gelin görün ki, tabiatın “Madem bunları yıktım, onların yerine daha iyilerini koyayım.” diye düşündüğünü düşünmek hepimizi güldürür.” Yani yerine daha iyisini çıkarmak kastıyla, niyetiyle eskisini yıkmak sadece insana mahsus yeni davranışlardan biridir. Yenidir çünkü Kur’an nâzil olmadan önce böyle bir şeyin vuku bulacağına kimse akıl erdiremiyordu. Kur’an bizi Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın birer bâtıl itikat olduğuna inandırdı. Yıktı mı onları? Bakalım: