Ocak 2025 Posts

Hz.Peygamberin (s.a.v.) şerefli isimleri

 

Muhammed- Ahmed-Hâmid- Mahmûd- Ahyed- Vehıyd-Mâhın- Hâşirun-Âkıbun-Tâhâ- Yâsîn-Tâhirun- Mutahhirun- Tayyibun-Seyyidun- Resûlun- Nebiyyun- Errahmeti- Kayyimun- Câmiun- Muktefin- Mukaffen-Resûlürrahmeti-Resûlürrâhati-Kâmilun-İklîlun-Müddessirun- Müzzemmilun- Abdullah-Habîbullah- Safiyyullah- Neciyyullah-Kelîmullah- Hâtemü’l enbiyâ-Hâtemürrusûl-Muhyîn- Müneccî- Müzekkirun-Nâsırun-Mensûrun-Nebiyyurrahmeti- Nebiyyuttevbeti-Harîsunaleyküm-Ma’lûmun-Şehîrun-Şâhidun-Şehîdun- Meşhûdun- Beşîrun- Mübeşşirun-Nezîrun-Münzirun-Nûrun-Sirâcun-Misbâhun-Hüden-Mehdiyyun- Münîrun-Dâın- Med’uvvun- Mucîbun-Mucâbun-Hafiyyun-Afuvvun-Veliyyun-Hakkun-Kaviyyun-Emînun-Me’mûnun-Kerîmun-Mükerramun-Mekînun-Metînun-Mubînun-Muemmilun-Vusûlun-Zû kuvvetin-Zû hurmetin-Zû mekânetin- Zû ızzetin-Zu fadlin-Mutâun-Mutîun-Kademü sıdkın-Rahmetün- Büşrâ-Ğavsun-Ğaysun-Ğıyâsun-ni’metullah-Hediyyetullah-urvetün vüskaa-Sırâtullah-Sırâtun müstekıym-Zikrullah-Seyfullah-Hızbullah- Ennecmüssâkıb-Mustafâ-Müctebâ-Müntekâ-Ümmiyyun-Muhtarun Sallallâhü aleyhi ve selleme aleyhi ve alâ âlihittâhirîne ve selleme.

Sadreddin Konevî’nin “Tasavvuf Metafiziği”nin başlarından birkaç alıntı

 

Orijinal adı Miftâh-ı Gaybi’l-Cem Ve’l-Vücûd olan ve Prof. Dr. Ekrem Demirli tarafından tercüme edilmiş, İZ Yayıncılık’tan İstanbul’da 3. Baskısı 2009’da gerçekleşmiş bulunan eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Öncelikle özet bir giriş ile başlıyorum ve bunun arkasından ezelî kader ilmine göre varlığın aslî tertibini açıklayacağım.

Sonra aslî kuralları; küllî, yüce ve ilâhî önemli kaidelerin esaslarını belirteceğim.

İnsân-ı Kâmilin hâli, mertebesi ve alâmetleriyle ilgili bir takım şeyleri zikredeceğimiz bölümde ise kitap sona erecektir. Çünkü insân-ı kâmil gâî (gaye ile ilgili) illet (sebep) ve son varlıktır. İlklik, onun mertebesinden ortaya çıkar; o, kevnî (varlıkla ilgili) ve rabbânî iki denizin bileşimi, imkânî ve vücûbî (bırakılması mümkün olmamayla ilgili) iki makâmın aynasıdır.

Allah, hakkı söyler ve dilediklerini sırât-ı müstakime ulaştırır. ” (Özet Giriş‘ten)

Kerîm Kur’an’dan anlamlarıyla birkaç âyet

 

“Muhakkak yeryüzünde debelenen hayvanların Allah katında en kötüsü küfredenlerdir. Onlar iman etmezler.” (el-Enfâl, 55) (Âyetlerde geçen küfür, ‘inkâr’ anlamında; küfredenler inkâr edenler olarak anlaşılmaktadır.)

“O küfredenler aslâ sanmasınlar ki, Allah’ın azabından kurtulmuşlardır! Şüphesiz onlar (bizi) âciz bırakamazlar.” (el-Enfâl, 59)

“Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a güven. Çünkü işiten, bilen ancak O’dur.” (el-Enfâl, 61)

“Bir de görseydin melekler o küfredenlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve Tadın cehennem azabını! diyerek nasıl canlarını alıyorlardı!” (el-Enfâl, 50)

“Kim (sadece) dünya hayatını ve ziynetini isterse, biz öylelerine amellerinin karşılığını burada tamâmen öderiz. Bu hususta onlara cimrilik yapılmaz.” (Hûd, 15)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi topyekûn imân ederdi. O halde sen, mü’min olsunlar diye insanları zorlayacak mısın?” (Yûnus, 99)

“Sakın Allâh’ın âyetlerini yalanlayanlardan olma! Sonra hüsrâna düşenlerden olursun.” ( Yûnus, 95)

“Onlara bütün mûcizeler gelse bile, tâ acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.” (Yûnus, 97)

“Şüphesiz ki Allah insanlara hiç zulm etmez. Lâkin insanlar kendilerine zulm ederler.” (Yûnus, 44)

“Sizi Allah yarattı, sonra da sizi O öldürecektir. Sizden bâzınız da en aşağılık ömüre kadar vardırılır ki, biraz ilimden sonra, hiçbir şey bilmez olsun! Şüphesiz Allah, her şeyi çok iyi bilir ve tam kudret sâhibidir.” (En-Nahl, 70)

“Biz bu kitabı sana ancak ihtilâf ettikleri hususları onlara beyan edesin ve imân edeceklere bir hidâyet, bir rahmet olsun diye indirdik.” (En-Nahl, 64)

“Rahmân’ın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde vakâr ve tevazu ile yürürler. Câhiller kendilerine bir lâf attıklarında selâmetle! derler.” (El-Furkan, 25/63)

“Onlar ki, Rablerine secde ediciler ve kâimler olarak (namaz kılarak) gecelerler.” (El-Furkan, 25/64)

“Ve onlar ki, Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını sav! Çünkü onun azabı dâimîdir! derler.” (El-Furkan, 25/65)

“O, iki denizi (birbirine) salıverendir. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir; bu tuzludur, acıdır. (Allah) aralarına da kudretinden bir engel ve birbirine karışmayı önleyen bir perde (Berzah) koymuştur.” (El-Furkan, 25/53)

“Böyle iken kâfirler, Allah’ı bırakıp kendilerine zararı ve faydası olmayan şeylere tapıyorlar. O kâfir de Rabbinin aleyhine (şeytana) yardımcı olmaktadır (bundan murad Ebû Cehil’dir).” (El-Furkan, 25/55)

“Biz senden önce peygamberleri başka şekilde göndermedik. Elbet onlar da yemek yiyorlar, çarşılarda dolaşıyorlardı. Bir de, bakalım sabredecek misiniz diye, bazınızı bazınıza fitne yaptık (bazınız fakir, bazınız zengin oldu). Senin Rabbin çok iyi görendir.” (El-Furkan, 25/20)

De ki: “O (Kur’ân)ı, göklerde ve yerdeki bütün sırları bilen Allah indirdi . Gerçekten O çok bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (25/6)

“Fakat onlar kıyameti yalan saydılar. Biz ise kıyameti yalanlayanlara çılgın bir ateş hazırladık.” (El-Furkan, 25/11)

“Öyle ki, bu (ateş) onları bir yerden gördüğü vakit onlar bunun fokurtusunu ve uğultusunu işitirler.” (El-Furkan, 25/12)

Ahmed Avni Konuk hakkında bilgi ve Fîhi Mâ Fîh’den birkaç alıntı

 

1285/1868 İstanbul doğumlu. İbtidâî mektebini bitirdikten sonra Galata Rüşdiyesi’ne girdi. Buradan Darüşşafaka’ya geçti. On yaşlarında iken önce babasını, sonra annesini kaybetti. Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra cami derslerine devam ederek icazet aldı. Hıfzını ikmâl etti. Bu arada Mevlevî Tarîkatı’na intisab etti. Mürşidi Mesnevîhân Selânikli Es’ad Dede’den (ö.1329/1911) Mesnevî okuyup icâzet aldı. 1890 yılında posta memurluğuna tayin olundu. Bu sıralarda Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne’ye girdi. 1898’de birincilikle mezun oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Posta Umum Müdür Muavinliği ve Hukuk Müşavirliği vazifelerinde bulunup, Mayıs 1933’te emekliye ayrıldı. Zekâi Dede’den musikî dersleri aldı. Nota bilmemekle beraber iyi bir hânende ve bestekâr idi. Eserleri bütün incelikleriyle hafızasında tutardı. Dilkeşîde ve Bend-i Hisâr isimli makamları tertip etti. 119 makam ihtiva eden Kâr-ı Nâtık-ı, Türk musikîsinde en geniş bir örnektir. Üç mevlevî âyini bestelemiştir. Klasik Türk musikîsi güftelerini toplayan Hânende adlı geniş bir kitabını 28 yaşında yayınlamıştır. Tasavvufî eserleri arasında Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Fîhi Mâ Fîh Tercemesi, Fusûsü’l-Hikem Terceme ve Şerhi, Tedbîrât-ı İlâhiyye Terceme ve Şerhi evvel emirde (her şeyden önce) zikredilmelidir. 20 Mart 1938’de vefat etmiştir. Kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır.

“Hz. Mevlânâ Kur’ân-ı Kerîm’deki meâlen “De ki: Rabbimin kelimeleri için deryâ mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabb’imin kelimeleri bitmeden önce deniz tükenir” (Kehf, 18/109) âyet-i kerîmesini delîl göstererek, kelimetullâhın tükenmeyeceğini; halbuki elli dirhem mürekep ile Kur’ân-ı Kerîm yazmanın mümkün olacağını ifade ederek, sûret bir ve sınırlı olmakla berâber, ma’nânın sonsuz olduğunu söylüyor. (…) Kerâmet odur ki, seni süflî hâlden ulvî hâle getirir. Oradan buraya ve cehilden akla ve cemâdlıktan (taş gibi katı olmaktan) hayâta gelirsin. Nitekim ilk olarak (evvelen) toprak idin. Seni nebât (bitki) âlemine getirdi ve oradan sefer ettin alaka (pıhtılaşmış kan) vemudga (bir parça et) âlemine geldin; ondan sonra hayvânî âleme ve oradan da insânî âleme sefer ettin. Kerâmetler, Hak Teâlâ’nın sana böyle bir seferi yakın kılmasıdır. Bu geldiğin yollarda ve menzillerde geleceğin ve hangi yoldan varacağın / yetişeceğin hiç hâtırında ve vehmi de yok idi. Vaktâki geldin ve seni getirdiler; şimdi âşikâre olarak geldiğini görüyorsun. İşte seni böyle başkaca türlü türlü yüz âleme getireceklerdir. İnkâr edici olma ve ondan haber verirlerse, kabûl et!

“Sol kelimesi tekin bir kelime değildi.”

 

İsmet Özel‘in MÜ’MİNİN FİRÂSETİ başlıklı 15 Recep 1446 (15 Ocak 2025) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan birisi o yazının başlarından sayılabilecek kısa bir cümle olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Eğer mü’minin firâseti bahsinde ihata edici bir kavrayış sâhibi olmasaydım, Müslüman olarak anılmak hiç hoşuma gitmezdi. İçinde ruhen çocukluğumdan itibaren bulunduğum vakıa bunun tam tersidir. Yani İslâm’a doğru attığım ilk adımdan itibaren iman gücünün her hangi bir güce galebe çalacağından emin yaşadım. Giderek gençliğimin ilk yıllarında sosyalizme ilgimi iman gücüne olan derin bağlılıkla izah edebileceğimi 80 yaşımda hâlen düşünüyorum. (…) Sağcılar bana her konuda (sağcılık konusunda bile) samimiyetsiz görünüyordu. Solcular hakkında ne düşündüğümü tam olarak hatırlamıyorum. (Bu yazının başlığını oluşturan cümlenin yeri burası.) Solcu denince ne anlaşılıyordu? Bu kimse içimizdeki bir casus, beşinci kola mensup birisi, açıkçası bir vatan haini miydi? Aziz Nesin Tanin’de yer alan bir fıkrasında “Ben solcuyum” deyince kafamda bu cümleyi telaffuz etmenin cesaret istediği düşüncesi belirdi.

Sözün kısası, sağcıların sırtlarını devlete dayamış olarak yaşamalarına mukabil solcuların devlete güvensizlik telkin eden kimseler olduğu kafamda sarahat kazandı.

Hâlâ böyle mi düşünüyorum? Hayır, hiç de değil. Sosyalist düşünceye yakınlık duyan insanların başlarına gelenler beni bazı gençlik düşüncelerimin çok uzağına taşıdı. (…) Mehmet Ali Aybar devletin kendini korumak kaydıyla ördüğü surlarda bir delik açmıştı. (…) Kuruluşu ile M. A. Aybar’ın Genel Başkanlığı arasında niçin bir yıl var? Çünkü kurucu sendikacılar kabul edilebilir bir genel başkan arıyorlardı. (…) Aybar’ın teklifi kabul etmesinin bir şartı vardı: Kimin parti üyesi olacağına üye olmak isteyenin dışında kimse müdahil olmayacaktı. İşte M. Ali. Aybar’ın devletin surlarında açtığı delik buydu.