Merhûm Orhan Okay’ın “Silik Fotoğraflar Portreler” kitabının “Âlimin Ölümü” başlıklı” bölümünden alıntılar
“Hamidullah Hoca’yı ben ilk defa öğrencilik yıllarımda (1952 veya 1953 olmalı) Edebiyat Fakültesi’nde (İstanbul’da) verdiği bazı konferanslarında tanıdım. Hocayı (benim katıldığım) ilk konferansında Zeki Velidi Togan takdim etmiş, konuşmayı da Türk dinleyicilerine Fuat Sezgin tercüme etmişti. Üniversitelerin İslâmî konulara ürkek baktığı fakat bir yandan da Edebiyat Fakültesi’nde bir “İslâm Tetkikleri Enstitüsü” kurulması çalışmalarının yapıldığı o yıllarda Hamidullah’ın fakülte amfilerinden birinde verdiği konferanslar büyük alâka görüyor, dışarıdan katılan dinleyicilerle beraber amfide yer bulmak güçleşiyordu.
Siyah sakalı, uzunca boyu ve kadîd (pek zayıf) denilebilecek yapısı, sokakta daima başında taşıdığı siyah kıvırcik kalpağıyla Hamidullah Hoca sülüs hattıyla çekilmiş bir elif’i andırırdı. İnce uzun boyu üzerinde duran başı ve biraz ileriye doğru uzanan sakalı ise o Elif’in zülfesi (küçük saçağı) gibiydi. Bize yaşlıca görünen bu adamın insana hiç eğilmeyecekmiş intibaı veren dik ve nahif bünyesinden umulmayacak kadar süratli yürüyüşüne hayretle mi, hayranlıkla mı bakardık? Oysa o sırada henüz elli yaşında da değilmiş. Ama o zamanlar bizim için de zâten kırkın ötesi yaşlılık demekti. Pek de teferruatıyla bilinmeyen biyografisinden ve daha çok aziz dost İsmail Kara’nın Dergâh dergisinin Şubat 2003 sayısında çıkan o uzun ve güzel yazısından öğrendiğime göre Muhammed Hamidullah 1908’de Hindistan’ın Haydarabad şehrinde doğmuş. Demek ki bizim İkinci İkinci Meşrutiyet’imizle yaşıt. Bir başka tevafuk (uygun gelme): Mehmed Akif’in Süleymaniye Kürsüsü’ndeki Türkistanlı vâiz (Abdürreşid İbrahim) Asya’daki büyük maceralı seyahatinin sonuna doğru İstanbul’a dönerken yolu Hindistan’a uğramış, hem de tam Haydarabad’da iken İstanbul’da Meşrutiyetin ilân edildiğini öğrenmiştir:
“Haydarabad’a yetiştim ki, bütün Hindistan ‘Verdi Kanun-ı Esa-si’yi nihayet Sultan’ diye birdenbire çalkandı…”
Osmanlı Meşrutiyetiyle beraber dünyaya gelen Hamidullah, Almanya’da İslâm hukuku üzerine doktorasını hazırladığı sıralarda ilk defa 1932’de İstanbul’a gelmiş. Dârülfünûn reformundan ve İlahiyat Fakültesi’nin kapatılacağından bahsedildiği o yıllarda şarkiyatçı (doğu dili ve edebiyatı üzerine ilmî araştırmalar yapan) profesör Ritter’la, daha sonraları ihtida ettiği rivâyet edilen Osman Reşer’le, Şerafeddin Yaltkaya’yla ve Beyazıt Kütüphanesi Müdürü İsmail Saip Sencerle tanışmış. Haydarabad’ın 1948’de Hindistan hükümeti tarafından fiilen işgal edilmesinden sonra bir daha memleketine dönememiş ve Paris’e yerleşmiş. 1951 Eylül’ünde Müsteşrikler Kongresi vesilesiyle ikinci defa İstanbul’a gelmiş, İslâm hukukunun kaynaklarına dair önemli bir tebliğ vermiş. (Yerli yabancı beşyüzden fazla delegenin katıldığı ve 250 kadar tebliğin okunduğu kongre 15-22 Eylül tarihleri arasında İ.Ü. Hukuk ve İktisat fakülteleri salonlarında onbeş seksiyona ayrılarak yapılmış, Muhammed Hamidullah “İslâm Tedkikleri” seksiyonunda 21 Eylül’de tebliğini Fransızca olarak sunmuştur; kongrenin sonunda alınan genel kararlar arasında bir “Beynelmilel İslâm Tedkikleri Birliği” kurulması önerilmiş, bu amaçla kurulan geçici komitenin başkanlığına Zeki Velidi, kâtipliğine de Muhammed Hamidullah seçilmiştir.)
İşte muhtemelen bu gelişi münasebetiyle yakın ilişkiler kurduğu Zeki Velidi Togan ve Fuat Sezgin’in delâletleriyle (İslâm Tetkikleri Enstitüsü’nün biri müdürü diğeri muaviniydi) 1952 ve 1953 yıllarında sürekli konferanslar vermek üzere Türkiye’ye davet edilir. Bir süre sonra bir sömestr İstanbul Üniversitesi’nde, bir sömestr Paris Sorbon Üniversitesi’nde olmak üzere bir program tespit edilir. Böylece Türkiye’deki çeyrek asırlık ikameti de başlamış olur. Hamidullah hocanın İstanbul’daki daha o ilk yıllarında ilmî ve İslâmî pek çok dergide yazıları çıkmış, bazı konferansları da kitaplaşmıştır.
Bütün bunları kendi çalışma alanımın dışındaki bir âlimin tasviri için gereksiz bulanlar olabilir. Ancak onda İslâm’ın hemen her konuda istediği itidâli, imsâki temsil eden bir insan görduğümü söylemek isterim.