“İnsan Olmanın Hafifliğine Ermek: Özgürlük”
Ömer Türker’in bu başlık altında 2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’te ( Mayıs 2022 /sayı 3) çıkan yazısının başlarından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“(…) Bir yönüyle özgürlük, yalnızca bilinç ve irade sahibi bir varlık olarak insanın kendisiyle ilgilidir ve nesnelerinden bağımsız olarak ele alınabilir. Bu açıdan bakıldığında insanın, en genel seviyede, yapılması muhtemel fiillerden veya terklerden birini diğerlerine ikinci bir farkındalıkla tercih edebildiği için özgür olan bir varlık olduğu söylenebilir. (…) Filozofların evvelî bilgiler ve kelamcıların mübtede bilgiler dediği ‘bir şey ya var ya yoktur’, ‘Bir şeye eşit şeyler birbirlerine eşittirler’, ‘Bütün parçadan büyüktür’ gibi varlık ve miktarla ilgili olup tüm bilgilerin temelini oluşturan ve herhangi bir duyu idrâkine indirgenemeyen bilgiler, insanda ikinci bir farkındalığı bilfiil hale getirir. Bu farkındalık, herhangi bir tercihte bulunurken o tercihle ilgili yarar veya zarar kavrayışının vüs’atini anlık ihtiyacın ve tatminin ötesine taşır. Özgürlüğün mayalandığı ve hem insânî hem de ilâhî olanı içerecek şekilde teşekkül ettiği rahim tam olarak budur. (…)
Diğer yönüyle özgürlük, daima bir şeyden özgürlük olarak kavranır. (…) İnsan bilinci ve iradesinin tüm müessir unsurlardan arındırılması mümkün olmadığından bu anlamıyla özgürlük, bir tür otonomi arayışı ve varlıkta adem-i merkeziyetçilik kurma çabasıdır. Zira tüm nesneleri önceleyemediği ve kendi kuruluş sürecini kendisi belirlemediği sürece insan iradesinin tüm müessirlerin etkisini izâlesi mümkün değildir. Böyle bir arınmışlık ancak ilâhî bir irade için düşünülebilir. (…) Var oluş şartlarını mutlak olarak ve hayat şartlarını göreceli olarak kendisi oluşturmayan insan için yalnızca müktesep aklının ve kişiliğinin bir kısmını kuşatacak şekilde var oluşun merkezî kudret ve iradesinden bağımsızlaşması umulan bir iradeden söz edilebilir. Bu bakımdan düşünce tarihi özgürlüğün birinci yönü hakkında derinlikli tahlilleri barındırsa da daha ziyade ikinci yönüyle özgrlüğün tahlil edildiği ve belirli dönemlerde özellikle bazı âmillerin insan irade ve bilincine tesirinin ele alındığı duraklara tanıklık eder.
Bildiğimiz insanlık tarihinde özgürlüğün çeşitli yönlerden derinleştirildiği iki büyük dönem vardır. İlki, İslâm dönemidir. İslâm düşünce tarihinde öncelikle iradenin üç açıdan sorunlaştırıldığı görülür. Birincisi, mutlak kudret sahibi ve her şeyi yaratan Allah’ın iradesi karşısında insan iradesinden kelimenin hakiki anlamıyla söz edilip edilemeyeceğidir. Bu sorun İslâm düşüncesinin tüm dönemlerinde canlılığını korumuş hattâ kelâm ekollerinin oluşumunda hayatî rol oynamıştır. Mu’tezile kelamcıları, insanın kendisine fiilden önce verilen ve yapma yahut terketme şıklarını gerçekleştirmeye elverişli olan otonom bir kudretle yapmaya (mütekaddimûn Mu’tezile) veya yaratmaya (müteahhirûn Mu’tezile) kâdir olduğunu söylemiştir. Ehl-i Sünnetin Eş’ârî kanadı (…) özgürlüğü temellendirmekte yeterli olduğunu iddia ederek hâlâ tartışmalı bir kesb teorisi geliştirmiştir. Ehl-i Sünnet’in Mâtürîdî kanadı ise önce Eş’ârî kanadına benzer bir kesb teorisi geliştirmiş, ardından Sadrüşşeria ile birlikte dakik bir fiil tahliline ve kavranması epeyce güç irade ontolojisine dayalı bir hal teorisi geliştirmiştir.
İkincisi ise Allah’ın olmuş ve olacak her şeyin bilgisini ihtiva eden ezelî ilminin nesnesinin varlığını zorunlu kılıp kılmadığıdır. İnsanın iradeli davranışları da bu kapsama girdiğinden insanın, aksinin gerçekleşmesi imkânsız olan ilâhî ilmin varlığına rağmen özgür olup olmadığı tartışılmıştır. (…)
Üçüncüsü ise meydana gelen şeyler arasında neden-sonuç (illet-malûl) ilişkisi bulunduğu kabul edilen insan iradesinin doğal nedensellikten bağımsız olup olmayacağıdır. Kelâmcılar nedenselliği ilkece reddettiğinden bu sorun daha çok filozoflar tarafından ele alınmıştır. (…)
İkinci dönem ise insan bilinci ve iradesinin başta dil olmak üzere tüm toplumsal kabullerden ve kurumlardan özgür olup olmadığını sorunsallaştıran modern Batı’dır. (…)”
No Comments