Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-II İbrahimî Kelimede Mündemic (içkin) ‘Müheyyemî Hikmet’in Beyânında olan Fas’tan (V) alıntılar

 
Müellifi Muhyiddin İbnu’l Arabî, mütercimi ve şârihi Ahmed Avni Konuk olan eseri yayına hazırlayanlar Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve Dr.(merhum) Selçuk Eraydın’dır. ‘Müheyyem’, Allah’a aşkın ifrât derecede olması anlamındadır. Cenâb-ı İbrâhîm (a.s.)da Hak muhabbeti gâlib olduğundan, Allah uğrunda babasından ve kavminden yüz çevirdi; ve Hak yolunda oğlunu kurban etmeye girişti; malının çoğunu terk ve muhabbetinin şiddetinden Hakk’ı, nurlu oluşun zuhuru hasebiyle kendi nefsinden yıldızlar mazharlarında talep edip,’Eğer Rabbim bana hidayet etmez ve doğru yolu göstermezse, şaşırmışlardan ve Hak cemâlinde hayrete düşenlerden olurum’(En’am,6/77) dedi. Bu hallerin cümlesi heyemânın (şiddetli aşkın) galebesindendir.Ve âkıbet heyeman kemâli hasebiyle kendi nefsinden fânî ve Hak’la bâkî oldu.Ve Hakk’ı semâvât, arz, ruhlar ve cisimler mazharlarında idrâk eyledi. (…) Dolayısıyla nefislerini ve Hakk’ın mâsivâsını(Hak hariç her şey) bilmediler. Ve onların halkıyyeti (Hak olma) üzerine hakkıyyet mütecellî ve gâlib olduğundan onlar bu tecellîde müstağrak(gark olmuş/batmış) ve müstehlek (tüketilmiş) oldular. Sâniyen (ikinci derecede) nebîlerin kâmillerinden İbrâhim (a.s.)da zâhir oldu. Çünkü Halîlü’r-Rahmân idi. (…) Dolayısıyla İbrahim (a.s.) Hakk’ın varlığına (nüfûz eden) ve Hakk’ın varlığı da onda nüfûz etmiş olup aşkının şiddetinden dolayı Hakk’ın mâsivasından i’râz ile (yüz çevirip) göklerin ve yerin yaratıcısına yönelmiş olduğundan İbrâhimî kelime müheyyemî hikmete (Hakk’ın cemâlini müşahedeyle ilgili hikmet) yakın kılındı. Ve bu fasta ‘heyemân’ın (fazlasıyla-aşkın) hâlleri anlatıldı. Ve subutî ilâhî sıfatlar ilk olarak cenâb-ı İbrâhim(a.s.) ile görünür olduğundan ’kuddûsî hikmet’den sonra bu müheyyemî hikmet’in anılması gerekli oldu.

İbrâhim Halîl (a.s.)ın ‘halîl’ ile adlanması, ilâhî zâtın sıfatlanmış olduğu tüm sıfatlara zât-ı Halîl’in dâhil olması ve mahsûs kılınması sebebiyledir. (…) Dolayısıyla ilâhî sıfatlar ve isimler İbrâhim (a.s.) ile ve cenâb-ı İbrâhim de, isimler ve sıfatların mazharlarının tamâmen hakkı ile kaim oldu. (…) Böylece Hak, İbrâhim (a.s.)ın işitmesi ve görmesi ve dili ve diğer güçleri olup Cenâb-ı İbrâhim(a.s.) Hak’la işitir, Hak’la görür ve Hak’la söyler. Bu muhabbete ‘kurb-i nevâfil derler. (…) Yani cenâb-ı İbrâhim Hakk’a âlet olur. (…) Şu halde ilâhî sıfatlar ile görünür olan mahlûk ‘insân-ı kâmil’dir. (…) Hak zâhir ve halk bâtın ve perdeli olmak sûretiyle vaki olan yakınlığa kurb-i ferâiz (farzlar ile yakınlık) derler. Çünkü vücûdun (varlığın) aslı Hak’tır. Ve bu varlık vâcib ve farzdır. Ve bu yakınlığın sâhibi ilâhî sevgilidir . (…) Ve halk zâhir, Hak bâtın ve perdeli olmak sûretiyle vaki olan yakınlığa da ‘kurb-i nevâfil’ derler. (…) Ve bu yakınlığın sahibi ilâhî sevendir. (…) Dolayısıyla ‘kurb-i ferâiz’ mertebesi, ‘kurb-i nevâfil’ mertebesinden daha mükemmel ve daha geniştir. (…)” (s.43-54 )

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked