Ömer Türker’in “Haz, İktidar ve Tüketim Kıskacında Modern İnsan” yazısından alıntılar

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’de (Kasım 2022, s.84-93) bu başlık altında çıkan yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Düşünce tarihinin ana konularından biri insandır. Tüm bilim ve düşünce geleneklerinde ortak bir sorunlar öbeği olduğu hatta çeşitli yollardan birbiriyle irtibatlı olan muhtelif geleneklerde bir sorun sürekliliği bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda tüm geleneklerde (i) insanın yapısı yani ruh-beden ayrımı ve ilişkisi, (ii) insan idrâkinin mahiyeti ve sınırları, (iii) insan yetkinliğinin ne olduğu ve hangi şartlarda gerçekleşeceği, (iv) insanın güçleri arasındaki ilişki, hiyerarşi ve denge sorunu, (v) bu soruna bağlı haz meselesinin neredeyse aynı canlılıkta ele alındığı söylenebilir. (…) Yunan, İslam ve Batı medeniyetleri gibi çağlar boyunca etkinliğini sürdüren gelenekler farklı dönemler içermektedir ve bu dönemlerde merkezî sorunlar da değişikliğe uğrar.

Bu bağlamda tıbbın kendi içindeki gelişim sürecini bir tarafa bırakırsak İslam düşünce tarihinin Fahreddin er-Râzî dönemine kadar devam eden birinci klasik döneminde kelam geleneğinin temel sorunu, insanın fiillerinde ilâhî iradeden özgür olup olmadığıdır. (…) Birinci klasik dönemde felsefe geleneğinin temel sorunu, insanın mahiyeti ve ruh-beden ilişkisidir. Bilinç ve kuvveler (potansiyeller) sorunu, insanın yapısına ilişkin çözümlemelerin yedeğinde ele alınır. (…) İbn Sînâ sonrasında Fahreddin er-Râzî ile birlikte de özellikle bilincin hakikati ve kuvvelerle ilişkisi sorunu merkeze taşınmış ruh-beden ayrımı ve ilişkisi sorununu ikincilleştirmiş hatta kısmen önemsizleştirmiş ve ikinci klasik döneme damgasını vurmuştur. Tasavvufta İbnü’l-Arabî öncesinde insanın mahiyeti ve idrâk güçleri sorunundan ziyade insanın kulluk sürecinde yaşadığı haşyet, teslimiyet, sahv ve sekr gibi hallerin oluşumu ve İbnü’l-Arabî ile birlikte insanın Varlık’ı temsili ve bütün var olanları kuşatması sorunu merkeze taşınmıştır. İbnü’l-Arabî öncesinde hallerin tahlili, yetkinleşme sürecinin kavranması ve tahakkukunu amaçlarken ondan sonraki süreçte bu amaç bir mutasavvıfın temel gayesi olarak korunmakla birlikte insanın sıfat, fiil ve üretimlerinin nesnel ve evrensel bir izahını yapmaya doğru evrilmiştir.

Batı medeniyetinin 17 ve 18. yuzyıllarında temel sorunu, insan idrâkinin mahiyeti ve sınırları iken 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk yarısında sosyal bilimlerin yukselişiyle birlikte insan yetkinliğinin anlamı ve hangi şartlarda tahakkuk edeceği merkezî bir sorun haline gelmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu sorun merkezî konumunu kaybederek yerini tekrar bilinç ve haz meselesinin muhtelif açılardan düşüncenin gündemine oturduğu bir süreç başlamıştır. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked