“Gayb üzerine Bakara Sûresi Tefsirinden” başlıklı yazıdan alıntılar

 

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili isimli, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları’ndan olan, Asım Cüneyd Köksal ve Murat Kaya tarafından yayına hazırlanmış (İstanbul 2021) eserinden “Gayb Üzerine Bakara Sûresi Tefsirinden” başlığıyla 2 aylık düşünce dergisi (Temmuz 2022/ Sayı 4, s.195-200) olan Teklif’de çıkan yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“O müttakîler ki gayb-i Hakk’a iman ederler, yahut gıyâben dahi iman ederler. Ta’bîr-i âharla onlar gözle değil kalb ile iman ederler. Onlar reyb-i küllîden (reyb: şüphe) âzâde oldukları gibi iman etmek için önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar, gözlerinin önünde bulunan bugünki ve şu andaki meşhudât u mahsüsâta (gözle görülen şeylere) saplanıp kalmazlar, mâverâ-yı hissi, kalbi ve müte’allikat-ı kalbi (hissin ötesini, kalbi ve kalbe ilişkin her şeyi / hususu) tanırlar. İşlerin başı görülende değil; ruh,akıl, kalb gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekâna musahhar (tutulmuş) olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezâları doldurup boşaltandadır. Onların kalb-i selîmleri, basîret ve firâset-i sâfiyeleri, akl-ı melekîleri, fehm-i sarîhleri, nazar-ı sahihleri velhâsıl kabiliyet-i iz’ânları, seyyiâttan silkinebilecek hiss-i irfanları, me’âlîye koşabilecek azm-i vicdanları, hüsn-i ihtiyarları vardır. Meşhûdât-u mahsüsâtı yarar (gözle görülür şeyleri) yarar, kabuklarını soyarlar, içindeki özüne, önündeki ve arkasındaki sırrına nüfuz ederler. Şâhid ile meşhûdu temyiz ederler (ayırırlar), mahsûsattan ma’kûlata (gözle görülür şeylerden akla uygun olanlara) geçebilirler, hudûs ü fenâ (sonradan olma ile geçip gitme) içinde gaybdan şuhûda, şuhuddan gayba gelip geçip giden şuunât-ı mahsüsenin (özelleşmiş olaylar) satırları altındaki me’ânî-i gaybiyeyi (gaybî manâları) sezerler.

Fi’l-hakîka mevcûdât görülen ve görülmeyen, diğer tabirle meşhud ve gayr-i meşhud olmak üzere ikiye ayrılır. Ve birçok hükemâ (hakîmler, bilgeler) hakikati görülmeyen ve hattâ görülemeyen kısmında telakki ederler ve buna ma’nâ âlemi, emr âlemi akıl âlemi veya rûh âlemi /melekût âlemi derler ve felsefenin konusu olarak da bunu tanırlar. (…) Bilimler /fenler gösteriyor ki, bunların her biri bir tecellîden, bir şe’nden (yeni çıkan olay, fenomen) ibarettir. İmam Gazzalî İhyâ’sında şu tesbiti yapar: ‘Güneşin nûru avamın sandığı gibi güneşten çıkıp bize kadar gelen haricî bir şey değildir. Belki gözümüzün güneşe tekabülü ânında bizzat ilâhî kudret ile var-edilen bir olaydır. Bu hakikat keşif ehline açılmıştır. (…) Harâret ve bürûdet (sıcaklık ve soğukluk) dediğimiz de esasında ışık gibi ihtizâz-i esîrî veya cüz’-i ferdîdir(titreşim esiri veya ferdî parça). Bunun içindir ki harâret ziyaya (ışığa) ziya harârete dönüşür. Aralarında bir mertebe farkı vardır. Bunu elektrikte anlıyoruz. (…) Ve o halde bu vâsıtalarla gördüğümüz görülen âlem hep birer hayâlden, birer tecellîden başka bir şey değildir. Bunların illeti (sebebi) olan hakikat ise gayr-i meşhuddur (görülmeyendir). (…) Dolayısıyla hakikat gayr-i mer’îdir (gözle görülmeyendir) ve görülmesi mümkün olmayandır. Görülebilen onun tecelliyâtı, hayâli, zılâli (gölgeleri), in’ikâsâtıdır (yansımaları).

Bu ifade bize âlemi pek güzel îzah ediyor. Bu îzaha göre bütün hakikat gaybdır. Tabiat, şehâdet âlemi bir hayâldir, hem de hareket tecellîsinin hayâlidir. Hakikat nihayet akıl ile, basiret ile, kalb gözüyle görülebilir; şuhûd-i hâricî (dış şâhidler) ile değil. Bu noktada yürüyen ve Allah Tealâ’nın ve meleklerinin rü’yet-i basarla (gözle görülmesi) mümkün olmadığına aklı yatmış İslâm ulemâsı ve hukemâsı da vardır. Fakat bizim sünnet ehlinin sahih telakki ve imanımıza göre ilâhî hakikat sırf gayb değildir, O gayb ve şehadetin merciidir( dönülecek yeridir), muhît-i külli şey’dir (her şeyi kuşatandır). Bunun için O’na özel ıtlâkıyla ‘gayb’ denemez, esmâ-i hüsnâda bu isim gelmemiştir. O, âhirette yönlerden, mekândan münezzeh olarak görülebilir; fakat ihâta olunamaz, dolayısıyla tamamen meşhud da (gözle görülen de) olamaz, O’na doyulmaz. Biz ilâhî vecihte bir şehâdet hissesine kailiz (boyun eğmişiz). Fakat gayb hissesi daha ziyade olduğuna da inanırız. (…) Hâsılı bizce gayb görülemeyen demek değil, görülmeyen demektir. (…)” (s.195-196-197)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked