“Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine giriş” ten yer yer alıntılar (2)
Prof.Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın bu kitabının birkaç yerinden daha alıntılamalar yaparak, bu değerli kitabı daha iyi tanıtmayı amaçlıyorum. “… Bir gün kadı Ebu’l-Velîd İbn Rüşd’le görüşmek üzere Kurtuba’ya gelmiştim. Halvetim esnasında Rabbimin bana açtığı kapılar (mâ fetehallâhü bihi aleyye fî halvetî) kulağına gelmiş ve bunun üzerine benimle tanışmak istemiş. Bu konuda kendisine ulaşan haberleri duyunca çok ilgisini çekmiş.(…) O zaman daha ben henüz yüzünde tüy bitmemiş bir çocuktum (sabiyyun). Yanına girdiğimde oturduğu yerden kalktı ve muhabbet ve hürmetle beni kucakladı, sonra ’evet’ dedi. Ben de ona karşılık ’evet’ dedim. Onu anladığımı düşünerek mutluluğu daha da arttı. Ben ona bu mutluluğu veren şeyin ne olduğunu hissedince bu sefer ’hayır’ dedim. Bunun üzerine bozuldu, yüzünün rengi değişti. Düşündüğü şeyde şüpheye düştü. Bana ’Senin keşf ve ilâhî feyz’de bulduğun şey mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?’ diye sordu. Ona hem ’evet’ hem ’hayır’ diye cevap verdim. Bu ’evet’ ve ’hayır’ arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesedlerinden fırlar’ deyince benzi sarardı, titreme geldi, birden sanki elli yaş yaşlandı. Ne demek istediğimi anlamıştı… Daha sonra benim hakkımda sahip olduğu intibâını, bana muvafık mı yoksa bana muhalif mi olduğunu aktarmak üzere babama bir kere daha buluşma talebini iletmişti. O fikir ve aklî nazar ehli birisiydi. ’Bu zamanda, herhangi bir ders görmeden, bir mütâlaadan etkilenmeden, bir kitabı kıraat etmeden, hasılı bir dizi inceleme- araştırma yapmadan cahil bir şekilde (!) halvete girip de böylesi bir bilgiyle oradan çıkan birisini bana gösterdiği için de Allah’a şükrederim’ demiş. ‘bu gibi hallerin erbâbı kalmadı, hiç görmedik’ demiş. Allah’a hamdolsun ki işte biz bu zamanda bu erbâbın birisiyiz, kapalı kapıların açıcısıyız. Yine O Allah’a hamd olsun ki beni rü’yeti ile şereflendirdi.” (s. 29)
“İbn Arabî’nin İbn Rüşd’le ikinci görüşmesinden ise İbn Rüşd’ün haberi olmadı; zira bu görüşme zâhir gözüyle değil de ancak sûfîlere has bir yöntemle manevî âlemde gerçekleşmişti. İbn Arabî’nin anlatımıyla: ‘Daha sonraki yıllarda kendisiyle bir ikinci kez görüşmeyi isteyince Allah’ın rahmeti üzerine olsun kendisi sûretiyle beraber benim vâkıama getirildi ve onunla benim arama ince bir perde kondu. Ben o perdeden baktığımda onu görebiliyordum ama o beni göremiyor, benim mekânımı bilemiyor ve benden uzak kalıyordu. Bunun üzerine onun bizim muradımız üzere olmadığını anladım. Onunla 595 yılında Merâkeş’te Hakk’a rücû ettiği yıla kadar bir daha bir araya gelmedik. Vefatından sonra naaşı kabrinin bulunduğu Kurtuba’ya getirilmişti. Cenazeyi getiren bineğin bir tarafına onun tabutunu diğer tarafına da dengelesin diye onun eserlerini koymuşlardı. Ben, yanımda Ebû Saîd’in veziri fakih, edîb Ebu’l-Hasen Muhammed bin Cubeyr ve efendim Ebu’l-Hakem Amr b. Serrâc ile olanları izliyordum. Ebu’l-Hakem bize dönüp ’İmam İbn Rüşd’ü bu bineğin üzerinde ne dengede tutuyor baksanıza! İşte imâm işte amelleri, yani te’lifâtı’ dedi. Bunun üzerine İbn Cubeyr de ’Hay ağzına sağlık, ne de güzel yakıştırdın evlât!’ demişti. Ben de bu olayı bir mev’ize (dinî öğüt) olarak hatırlarım. Allah onların hepsine rahmet etsin. Bu cemaatten bugün benden başkası hayatta değil. Bu olay için şu beyti söyledik: ‘İşte imam ve işte eserleri ! Ah bilebilseydim, gerçekleşmiş midir emelleri ?” İbn Arabî, yukarıda bahsettiğimiz bu ilk halvetlerinden birinde Hz.Musa, Hz.İsa ve Hz. Muhammed (sav) ile manâ âleminde görüşür ve bu görüşmede Hz. Muhammed ona ‘Bana sımsıkı tutun kurtulursun’ deyince (İbn Arabî, Dîvânu’l-maârif, 214) İbn Arabî derhal tevbede bulunarak Allah’a (Yolu’na) döndüğünü anlatır. Bu manevî işareti İbn Arabî önceleri Hz.Muhammed’in (sav) hadislerini ilm-i hadîs açısından, zâhiren de tahsil etme ve onlara tâbi olma (temessük bi’l-hadîs) manâsında anlayacak ve bu yüzden kendini uzun bir süre hadis ilmine verecektir. Etrafındaki ilim erbâbının onu re’y kitablarına teşvik etmesi ise yukarıda belirtilen bu hâdiseden dolayı sonuçsuz kalacaktır (Kitâbu’l-mübeşşirât, 90.) Kendilerinden hadis okuduğu hocalarının bir çoğu da zaten sûfî muhaddislerdi. Mesela hocalarından muhaddis Eyyüb el-Fihrî (ö. 609/1212), Ebû Medyen’in mürîdiydi. (…) Mâmafih hocaları arasında sûfî olmayanlar da vardı. (…)” (s. 29-30-31)
No Comments