Fütûhât-ı Mekkiyye 16. Ciltten (eser sâhibi: Muhyiddin İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2011) alıntılar

 

 ”Hz. Peygamber şöyle der: ‘Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz.’ Âyette ise ‘Allah’ın gördüğünü bilmez mi? ’ (el-Alak, 96/14) buyrulur. Akılcılar iki yol arasında görüş ayrılığına düştükleri için Allah bunu kullarına öğretmiştir. Bir kısmına göre Allah bizi görürken bir kısmına göre de biz O’nu görürüz. Mümin ise Allah’ın verdiği bilgiyle her durumda O’nun kendisini gördüğünü bilir. Allah bu bilgiyi onlara ancak sınırlarını aşmayıp kendisinden hayâ etsinler diye öğretmiştir. Kim bu zikri düstur edinirse, Allah bu dünyada Hz. Musa’nın dağına tecelli ettiği gibi kendisine tecelli eder fakat onu parçalamaz; parçalanmamanın sebebi bu zikre devam etmesidir. (…) Fani olsa bile, onu fani kılan şey, müşahede edilen tecellinin cemali ve güzelliğidir. Çünkü ‘Allah güzeldir ve güzeli sever.’ (…) Allah âleme ancak kendisini güzelleştirip düzenledikten sonra bakar. Bu sayede herhangi bir yerin ve varlığın gelen tecelliyi kabulü kendi istidadının cemali ve güzelliği ölçüsüncedir. (…)” (s.55)

Dostum, bilmelisin! İnkâr karanlığı en güçlü karanlıktır, çünkü o mutlak bilgisizlik demektir. Allah kulunu dost edindiğinde, onu ‘imkân’ demek olan bu cehalet karanlığından çıkartır. Bilgisizlik karanlığı insanın kendisini dost edinene bakmak yerine kendine bakması demektir. Allah dost edinmekle insanı ‘imkân’ karanlığından O’nunla gerçekleşen varlığın zorunluluğu nuruna çıkartır. Bu durumda insan zorunlu diye nitelenendir ve Allah onu kendisi için imkândan çıkartır. Allah’a ait zorunluluk hükmüyle kendisiyle sınırlandığımız zorunluluğumuzun hükmü arasındaki fark şudur: Allah kendisi nedeniyle zorunluyken biz O’nun nedeniyle zorunluyuz.” (s.59)

“Allah şöyle der: ‘Hayır! İnsan azgınlık yapar, kendini müstağni görünce…(el-Alak 96/6) İnsanın kalbinde fakirlik korkusu yaratılmış olduğu için, verme kapısını üzerine kapatır. Verirse, aynı fakirlik (korkusu içindeyken) bu kez kendini zengin görerek taşkınlığa kalkar. Müstağni kalmasını sağlayan malı verirse fakirleşir bu durumda zelil olur. Dolayısıyla zengin sürekli korku içindeyken fakir her daim talepkârdır. O halde umut fakirin işidir, çünkü zenginliği umar durur! Korku ise zengine aittir, çünkü fakirlikten korkar. Sadaka verdiğinizde, Allah hüviyetiyle onu yerine koyar. Çünkü insan bedel görmeden infakta bulunmaz. Bir deyimde ‘Yerine geleceğini gören, verirken cömert davranır (…). Herkes zengin olma umuduyla verir, çünkü kul zatı gereği fakir iken dolaylı olarak zengindir. Evlâ olan bizatihi zengin olmasıdır, çünkü insan tasarrufta bulunduğu şey -mesela mal- tarafından yönetilir. Mal kendisinde tasarrufta bulunan şeye tesir eder. Çünkü tasarruf eden kişi (tasarrufta bulunduğu şeye) dâir bilgisini aşamaz. Bilgisi ise bilinenden elde edilmiştir. Dolayısıyla o şeyde ancak zâtından verdiği şeye göre tasarrufta bulunmuştur. Her kim seni kendi nefsi üzerinde hüküm sahibi kılarsa, seni kendisi hakkında hüküm sahibi yapmada ‘hüküm sahibi yapmada ‘hüküm sahibi’ olandır. Anla!

(…)

Bimelisin ki infakı ancak hâdis (zaman içinde yaratılan) kabul edebilir, çünkü infak ‘yok etmek’ demektir ve ancak hâdis yani zaman içinde var olan yok olabilir. ‘O’nun vechinden başka her şey helak olacak.’ (el-Kasas,28/88) Bir şeyi helak eden onu yitirmiş demektir. Onu yitirdiğinde artık onu bulamaz. Bulamayınca bu kez Allah’ı orada bulur ve Allah onun yerini almıştır. (…) Sebepler ortadan kalktığında Allah bulunur. (…)” (s.63-64)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked