“Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm 1”
İsmail Kara’nın bu isimle yayınlanmış (dergâh yayınları, 3. Baskı:2009) kitabının başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“(…) Bu kitapta Cumhuriyet Türkiyesi’nin din / İslâm merkezlı meselelerini ülkemizin kritik dönemlerinden birinde hayatî meseleler olarak yeniden ele almaya ve tartışmaya çalışıyorum. (Hemen belirteyim ki Türkiye’de uzaktan yakından dinle irtibatlı olmayan hemen hiçbir mesele yok gibidir.) Elinizdeki ciltte din-siyaset-toplum ilişkileri etrafında, siyasî merkezin, Müslüman halkın ve uluslararası karar merkezlerinin hareketlerini dikkate alarak Diyanet İşleri Başkanlığı, Cemaatler-Tarikatlar, Dinî hayat, İslâmcılık söylemi ile alâkalı konular, problemler, tavır alışlar, tartışmalar var. (…)
GİRİŞ bölümü, Tan Oral’ın, Cumhuriyet’in 20 Kasım 1993 tarihli sayısında (s.1) 1945’ten 1995’e, CHP’nin oklarının giderek azalışı ve 1995’de yok oluşu tarzında ‘Demokrasi, okları tüketiyor ve harcıyor’ yorumu ile başlıyor.
Sonraki sayfa (s. 13) “Hilafeti ve İslâmı Kurtarmaktan ‘Kendimizi’ Kurtarmaya” başlığı altında İsmet İnönü’nün dört cümlelik sözleriyle (1925) başlıyor. O cümlelerden ikisi: ‘(…) Biz şu kanaatteyiz ki yapılan işin dinsizlikle hiçbir münasebeti yoktur. (…) On sene sonra bütün dünya ve şimdi bize muarız olanlar yahut tuttuğumuz yoldan din namına endişe edenler göreceklerdir ki Müslümanlığın asıl en temiz, en saf, en hakiki şekli bizde tecelli etmiştir.”
“Cumhuriyet Türkiyesi’nde din ve İslâm meselesinin birden çok tarafı, vechesi ve katmanı var. (…) Taraflardan biri, belki en belirleyici gözükeni Cumhuriyet idaresi ve ideolojisidir. Bu idare ve ideoloji Birinci Cihan Harbi sonrası şartlarda Osmanlı bakıyyesi bir grup asker, bürokrat, aydın ve din adamından (âlim ve şeyhten) müteşekkil bir ‘koalisyon’ tarafıdan inşa edilmiş, İkinci Dünya Harbi sonrası şartlarda ise aşağı yukarı aynı nesil tarafından kısmen tadil ve tashihe tabi tutulmuştur.
“(…) Bugün daha açık olarak biliyoruz ki ‘İslâmcı ve hilaâfetçi’ bir söylemle Milli Mücadele’yi yapan, ‘Devletin dini din-i İslâmdır’ maddesinin yer aldığı bir anayasa hazırlayarak dine dayalı bir devlet kuran ve birinci meclis’te bütün meşrep ve renkleriyle temsil edilen bu koalisyon Lozan Antlaşması görüşmeleri, birinci Meclis’in feshi ve Cumhuriyet’in ilanı aşamalarında dağı(tı)lmış, geride tek parti fikrine ve siyasetine intikal edecek dar ve nisbeten mütecanis bir kadro kalmıştır. (…) Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca dinle, İslâmla alâkalı meselelerde merkezî idarenin ve Cumhuriyet ideolojisinin yanında yer alan aydınları, üniversite mensuplarını, gazetecileri hattâ sanatkârları da bu birinci taraf içinde değerlendirmek doğru olacaktır. Üniversite mensuplarının, aydınların ve sanatkârların esas olarak Cumhuriyet ideolojisini savunsalar bile meslekleri itibariyle daha felsefî ve üst bir dil kullanarak tarihî tecrübeyi ve dünyanın gittiği istikameti ciddiyetle hesaba katıp yorumlayan bir performans ortaya koymaları ve din, İslâm ve laiklik etrafında daha vasıflı, daha paylaşılabilir ve nihayet bugün üzerinde daha emniyetle yürünebilecek, Türkiye’yi taşıyabilecek bir birikim ortaya çıkarmaları beklenirdi. (…)
Yıllar önce felsefeci M, Emin Erişirgil, Türkiye’de felsefenin ve filozofun olmayışı meselesini tartışırken bunu din ilimleriyle, din hâdisesiyle ciddî olarak ilgilenen bir entelektüel ve akademik zümreye sahip olmayışımızla da irtibatlandırmıştı: “Cumhuriyet din meseleleri üzerinde düşünen fikir adamları yetiştirememiş olması yüzünden ‘halkın bu ‘din’ ihtiyacını gidermek için ne yapmalı?’ sorusuna kolaylıkla cevap verilemiyordu, Bazı aydınların (1945 sonrası) alınan tedbirleri geri gitme (irtica) zannetmeleri de yine bundandı. (…) İlk bakışta problem ne kadar farklı gözükürse gözüksün , bütün modernleşme tarihimiz boyunca mücadele edilen ve dönüştürülmek istenen İslâm ve Müslümanlıktır. Çünkü bu topraklarla koparılamaz bağları olan, en geniş manâsıyla İslâmdır. (…)” (s. 6-11-13-14-15-17)
No Comments