Sadreddin Konevî’nin “Fâtiha Sûresi Tefsiri”nden alıntılar
Prof. Dr. Ekrem Demirli’nin tercümesiyle İz Yayıncılık’tan (4. Baskı, 2009) çıkan bu kitaptan yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Konevî, Fâtiha sûresini ilâhî ve kevnî (kozmik -a.a-) bütün hakikatleri ve hakikatler arası ilişkileri özetleyen bir sûre olarak görür.” (s.16)
“İlmin Hakka nispet ve izâfe edilmesi en eksiksiz, kâmil ve üstün tarzda olmalıdır: Hiç bir bilgi Allah’ın ilminin dışında kalamaz; hiç kimsenin tevili ve anlayışı O’nun ilminin dışında değildir. Çünkü Hakkın ilmi, kendisinin de haber verdiği ve bildirdiği gibi, her şeyi kuşatmaktadır.” Ardından şunu ekler: “Hakk’ın kelâmı da, O’nun bir sıfatı veya ilminin bir nispetidir.” (s.17)
“Konevî ‘abes’i ‘herhangi bir gaye / amaç taşımayan fiil’ diye tanımlar.” (s.18)
“Tanrı’nın bütün fiilleri irâdesine, irâdesi ise O’nun ilmine tâbi olduğuna göre, âlemde hiçbir şey Tanrı tarafından hikmetsiz olarak yaratılmaz. (…) Bu hikmetin en sahih bir şekilde gözüktüğü alanların başında ise ilâhî kelâm gelir. Buna göre Kur’anda zikredilen her bir kelime veya harf, belirli bir hikmet için zikredilmiştir ve insanların vazifesi bu hikmet ve manâları idrâke çalışmaktır.” (s.18)
“Hz. Peygamber’in hadislerinde de her kelime belirli bir maslahat ve gaye için zikredilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber ‘cevamiu’l-kelîm’dir (birçok manâyı toplayan -a.a.-) ve onun sözlerinde de anlamsız ve abes bir kullanımın olması mümkün değildir.” (s.19)
“Hak bir kimseyi hakikî ilim makâmına yükseltirse -ister bazı açılardan doğruya ulaşsın ve isabet etsin, ister etmesin- kesin ilim diye inandığı şeyin gerçekte kendisinin bir vehmi ve zannı olduğunu öğrenir. Hattâ daha önce ilim diye sâhip olduğu şeyin boş bir zan olduğunu görür. Bu durumda bu yüce zevkin ehli olan kimseler gibi, Hakk’ın kendisine öğretmek istediği şeyleri idrâk eder.” (s.95)
“Her insan istidât olarak Allah’ın halifesidir; ancak istidât ile elde edilmiş hak ile bu hakkın bi’l-fiil hâle getirilmesi arasındaki farklılık, bazı insanların ulvî varlıklar, diğerlerinin ise süflî varlıklar mesâbesinde kalmasına sebep olmaktadır. Konevî’ye göre kâmil insan da bu bi’l-kuvve hakkı bi’l-fiil hâle getiren kimseden başka birisi değildir.” (s.96 / dipnot 45’den)
“İlmin konusu ya Hak’tır veya Hakkın dışındaki şeylerdir.”(s.97)
“(…) Şu hâlde Hakka ait kelâm, gaybından ve Amâ’daki ilminin mertebesinden gelen ilâhî tecellîden ibârettir. Amâ, Rahmânî Nefes ve diğer mertebelerin ve hakikatlerinin taayyün (belirme/zuhur -a.a.-) mertebesidir. (…)” (s.109)
“İbnü’l-Arabî ve onun görüşünü tâkip eden Sadreddin Konevî, varlıkları ‘Hakk’ın kelimeleri’ diye isimlendirirler.” (s.112 / dipnot 54)
“Vücûd (varlık -a.a.-) eşyanın (şeylerin -a.a-) birliğini, ilim ise temyîzini (ayırımını -a.a.-) gerektirir.” (s.121/ dipnot 61)
“Varlıkta öncelik, kaidenin başında zikredildiği gibi, sadece Hakka aittir. Şu halde, vücûdî öncelik, ‘Allah her şeyin yaratıcısıdır’(Zümer,62) ; ‘O, evveldir, bâtındır’ âyetlerinde ve Hz. Peygamber’in ‘Allah var idi , onunla beraber başka bir şey yok idi’ hadisinde ifâde edilmiştir. Âhir isminin ifadesi ise ‘Allah’a yardım ederseniz, o da size yardım eder’(Muhammed, 7); ‘Onların vasıflamalarını cezalandıracağız’ (Enam,139) vb. âyetler ve Hz. Peygamber’in ‘Siz usanıncaya kadar Rabbınız usanmaz’; ‘Nefsini bilen Rabbını bilir’; ‘Bana bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşırım’ gibi ifadeleridir. Bu kaidelerde imâ yoluyla anlatılan sırları anla!” (s.140)
No Comments