“İbn Arabî Düşüncesine Giriş Şeyh-i Ekber” kitabından alıntılar
Mahmud Erol Kılıç’ın (Sufi Kitap 1. Baskı 2009) bu kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“el- Fütûhât’ta çeşitli vesilelerle dile getirdiği üzere: ‘Burada yazdıklarımın hepsi önce bana okutuldu… Bu kitapta yazılanların hepsi ya mükerrem Kâbe’yi tavafım sırasında ya da murâkabe için Harem-i Şerif’te oturduğum esnada Allah Teâlâ’nın bana açtıklarıdır… Vallahi bu kitabın bir noktası bile ilkâ-i rabbânî ve imlâ-i ilâhî olmadan yazılmamıştır…. Bir gün Beytullah’ı tavaf ediyordum, aslında, Kâbe’nin hakikatinin tecessüm etmiş bir şekli olan bir genç ( fetâ) hacerü’l-esved yönünden bana doğru geldi. İmâmü’l-Mübîn ve Levh-i Mahfûz oydu. ’Beni oku, bende ne görüyorsan bunu kitabına geçir ve sevdiğin kişilere bunları talim et’ dedi. Derin bir nurdu sanki. Gözlerimin önüne kendinde bulunan gizli bilgileri getirdi… Ondan okumaya başladığım ilk satır bu kitabın ikinci bölümü olarak yazıya geçirildi… ’Bana sahip olduğun sırlardan bazılarını aç’ dediğim zaman ’benim ayak izlerim üzerinde benimle beraber tavaf et’ dedi. Onunla beraber yedi tavaf yaptık. Bana ’Şu görmüş olduğun evim benim zâtımı temsil eder. Yedi tavaf ise yedi zâtî sıfatımı temsil eder dedi… Onunla her bir tavafımızda bu kitabın bir bölümü okundu.
Mekke’de geçirdiği bu iki buçuk yıllık süreden sonra Bağdat’tan gelen hacıların kafilesine katılarak onlarla beraber Bağdat’a gider ve bu şehirde on iki gün kadar kaldıktan sonra Musul’a geçer. Bu şehirde Ahmed el-Mavsîlî el Mukrî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ebi’l-Feth ve Ali b. Abdullah b. Câmî gibi zâtlarla sohbetlerde bulunur. (…) Bu şehirde kendisine gelen ilhamları et-tenezzülâtü’l-mevsıliyye adı altında toplar.
Aynı yılın Zilkâde’sinde Urfa, Diyarbakır, Sivas üzerinden Malatya’ya gelir. O’na bu yolculuğunda Sadreddin el-Konevî’nin babası Mecdüddin İshak da refakat eder. (…) Daha sonra yine Halep, Kudüs, Mısır ve Mekke’ye ve buradan bir kere daha Bağdat’a gider. Bilâhare tekrar Konya’ya gelir. Tekrar Halep ve Sivas seyahatinden sonra Malatya’ya yerleşir. Daha sonra ise Şam’a yerleşir. (…) Şam’a yerleştikten sonra bir gün manâsında Hz. Peygamber’i (sav) görür ve Hz. Peygamber ona Fusûsu’l-Hikem kitabını yazmasını söyler. O sıra kendisi 65 yaşını geçmiştir ve vaktinin büyük bir kısmını el- Fütûhât kitabını gözden geçirmeye ve yeniden yazmaya hasrettiği görülmektedir. İkinci nüshayı vefatından bir yıl kadar önce tamamlamaya muvaffak olur. Bu yeni haliyle eser toplam otuz yedi cilt (sifr) tutar. Vefatından sonra otuz yedi defterlik el-Fütûhâtü’l- mekkiyye’yi ve diğer kıymetli eserlerini Sadreddin el- Konevî yanına alarak Konya’ya getirecek ve kendi zâviyesinde muhafaza altına alacaktır.
Muhyiddin İbn Arabî 78 yaşında iken Rebiülâhir 638/ 8 Kasım 1240 tarihinde Şam’da Benû Zekîlerin malikânesinde Hakk’a yürümüştür. Kasyûn dağı eteğindeki Sâlihiyye semtinde Kadı Muhyiddin İbn Zekî ailesinin kabristanına defnedilmiştir. Sonraki devirlerde bu türbe Osmanlı Sultanı 1. Selim’in (Yavuz) Mısır seferi dönüşünde tamir ettirilecek ve yanına bir cami ve bir de tekke ilave edilecektir (1516). İbn Arabî, kabrinin başına gelecekleri ve Yavuz Sultan Selim tarafından ihya edileceğini rumuzlu ifadeleriyle önceden bildirmişti.
‘Vücûd’ kelimesi Türkçe’de ‘varlık’ adını alır. (s.88) “Her şeye yaratılışının hakkını veren (Tâhâ, 20/50) O’nun ’Hakîm’ ismidir. İşte ancak hikmetin verdiği şeyi verene hakîm denir. (el-Fütûhât, II/269) (s.131)
“Tasavvuf ahlâktan ibarettir. Tasavvuf ahlâkıyla bezenmiş kimsenin hakîm olması şarttır. (s.131-132)
“Bizim şeriatımızın açıklamaları en tamam görüştür ve aslında diğer bütün görüşleri içinde barındırır.”(s.136)
“Hak Teâlâ’nın varlığı kayıd ve şarta bağlı olamaz. O kendisinde hiç şer bulunmayan mutlak hayrdır(el-Hayru’l-mahz).” “Bunun mukabili olan adem (yokluk) da kendisinde hiç hayr bulunmayan mutlak şerdir (eş-Şerru’l-mahz).” (s.140)
“Bizim bu kitapta (Fusûsu’l-Hikem) söylediklerimizi kendi nefsinde Kur’an bulunan kimseden başkası anlayamaz.” (s.201)
“Enbiyâ ve evliyânın Allah hakkındaki bilgileri fikre dayanmaz.” (s.226)
“Vecd kalbin işitmesi ve görmesidir.” (s.240)
No Comments