“Herkes, belki de tarihin başka hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir anlatma çabasında.”
Gökhan Özcan’ın bugünkü Yeni Şafak’ta çıkan yazısı başlık olarak alıntıladığım bu cümleyle başlıyor. İkinci cümle de onu tamamlayıcı anlamda: “Herkes anlatabileceği bir şeyler olduğuna ve bunları anlatmazsa insanların, hayatın, hatta tarihin eksik kalacağına inanıyor.” “Bu ‘söylenmese olmayacak’ şeyler” diyor yazar, devasa meseleleri çözecek büyük hakikatler hakkında olmuyor buna karşılık; harareti yüksek güncel meselelerle ilgili ömrü kısa, söylenene kadar gündemdeki yerini kaybeden sabun köpüğü şeylerle ilgili oluyor çoğu zaman.” (…)
“Bu gittikçe büyüyen söyleme ihtirasının, bu ısrarlı anlatma çabasının karşısında ona eş bir anlama çabası yok ama. Buna yakın bir anlama çabası bile yok hatta.” diyor. Dahası şu çarpıcı gerçeği de ifade ediyor: “Söylemek için bunca hevesli olanlar, dinlemek noktasında sahici bir gayret içinde değiller.” Yazarın vâkıayı ortaya koyuş tarzı o kadar samimî ve gerçekçi ki, neredeyse yazıyı bütünüyle alıntılamak geliyor insanın içinden. Meselâ hemen yukarıda alıntıladığım ifadeyi izleyen cümle: “Onlar aslında dinlemiyor, sadece dinler görünerek konuşanın sözünün bitmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.”
Yazar bir alıntılama yapıyor bu bağlamda üstad İsmet Özel’in ‘Üç Zor Mesele’ kitabından: “O kadar ki, çoğu kimse karşısındaki konuşurken onun gerçekten ne dediğini anlama çabası göstereceğine, o susar susmaz ne diyeceğini düşünerek dinler. Yani söyleneni hep ‘bilir’. Bildiği için de söyleneni hiçbir zaman anlayamaz, öğrenme imkânını kendine tıkamıştır.”
(…) Herkesin kendi (zorunlu olarak) statik/donuk yargıları içine kilitlenip kaldığı, bunları aşabilmeye imkân sağlayabilecek her türlü söze, fikre, anlam’a, temasa kendini kapadığı bir dünya… (…), buna karşılık kendi kendine konuşmakta olduğunun bile farkına varamayacak kadar başkalarından kopuk, kendi etrafında dönen sağır bireyler…
(…) Her gün konuşur görünen ama birbirini anlamayan, anlamanın yanından bile geçmeyen ve çoğu zaman bunun farkında da olmayan insanlarla ilgili sayısız örnekle karşılaşıyorum.Belki gözlemci ben olmasam, başka biri olsa, beni de onlardan biri olarak görecek. (…)
“Başkasının sesini duyamayan” dedi beyaz saçlı adam, “kendi sesinin sarhoşu oluyor!”
(…)
Şekspir ile bitirelim, ‘Kral John’un Yaşamı ve Ölümü’nden davayı nerede kaybettiğimizi aşikar eden bir alıntıyla: “Duyabiliyor olsaydın beni kulakların olmadan,/ Cevap verebiliyor olsaydın dilin olmadan/ Gözler, kulaklar ve kelimelerin zararlı sesi olmadan/ Sadece hayal gücünü kullanabiliyor olsaydın,/ İşte o zaman, uyanık güne rağmen akıtırdım yüreğine düşüncelerimi”
No Comments