İsmail Kara’nın ‘Derin Tarih’ dergisi Mart 2023 sayısında çıkan yazısının birkaç yerinden alıntılar
“Hilâfetin İlgasının Sarsıntılarına Dair Pek Bilinmeyen Bir Metin” başlıklı yazısının özünü en başta İsmail Kara şöyle ifade ediyor: “Osmanlı hilâfetinin son dönemleri ve ilgası bahsinde dışarda(n) yazılan ve konuşulan çok şey var. Oryantalistlerin kaleminden çıkanların bir kısmı kıymetli de. Ama bu yazarlar, anlaşılabilecek tarzda kendi millî-dînî problemlerini ve ideolojik yahut siyasî arayışlarını merkeze ve öne aldıkları için yazdıkları otomatik olarak bizim için de kıymetli ve doğru hale gelmiyor, gelemez. Onların kıymetli veya problemli taraflarını keşfetmek ve yararlanmak için de buradan bakan bir göze ve dimağa, bir süzgece ihtiyaç var. Hilafetin ilgasına 3 ay kala Emir Ali’nin Ağa Han’la birlikte Gazi’ye ve İsmet İnönü’ye yazdıkları mektup da ciddiyetle yaklaşılması gereken metinlerden biri.”
Şimdi de yazının ayrıntısından alıntılar:
3 Mart 1924 günü hissedilen ağır sarsıntıların, bu arada hilâfetin ilgasının üzerinden bir asır geçmesine, 12 ay gibi çok kısa bir zaman kaldı. Ankara merkezli yeni Türk devletinin ve kurucu kadronun Lozan sonrası süreçte kendisini hem içerde, hem İslâm dünyasında ve hem de Avrupa merkezli dış dünyada konumlandırması açısından mühim ve çok yönlü bir mesele olan bu ilga kararı, Türkiye’de soğukkanlılıkla ve genişliğine-derinliğine ele alınıp değerlendirilmiş sayılmaz. O gün bugün de bu konuda konuşan ve yazanların kahir ekseriyeti büyük inkılap- büyük ihanet şablonunu ve edebiyatını aşabilmiş değil maalesef.
Niçin? ilmî-fikrî yetersizlik mi, psikolojik güvensizlik (yahut güven vehmi) mi, cesaret ve hesap verme-hesap sorma (ahlâk) yoksunluğu mu, Türkiye’yi / kendini önemsememek mi?… Herhalde hepsi demek en doğru cevap olacak. İtiraf etmek lâzım; istisnaî olmayan bu durumun açık bir manâsı var: Türkiye kendi hakkında ‘yerinden ve kendinden’ konuşmayı hâlâ öğrenememiş, öğrenme ve konuşma kapasitesine kavuşamamış, bunun için önemseyerek ciddî gayret gösterememiş.
Osmanlı hilâfetinin son dönemleri ve ilgası bahsinde dışarda(n) yazılan ve konuşulan çok şey var. Oryantalistlerin kaleminden çıkanların bir kısmı kıymetli de. Ama bu yazarlar anlaşılabilecek tarzda kendi millî-dinî problemlerini ve ideolojik yahut siyasî arayışlarını merkeze ve öne aldıkları için yazdıkları otomatik olarak bizim için de kıymetli ve doğru hale gelmiyor, gelemez. Onların kıymetli veya problemli taraflarını keşfetmek ve yararlanmak için de buradan bakan bir göze ve dimağa, bir süzgece ihtiyaç var.
Geçirgenlik fonksiyonunu icra eden ama kevgire dönmemiş bir süzgeç…
Baş sömürgeci devlet olarak İngiltere’nin 19.yüzyılda ulaşmadığı İslâm coğrafyası yok gibi. Bir kısmını sömürge ve yarı sömürge durumuna getiriyor, bazılarını da şu veya bu düzeyde kontrol ediyor. Bu kapasitesini artırmak ve etkin kılmak o gün bugündür hâlâ ciddî emekler vererek; akademisyenler, gazeteciler ve politik-bürokratik elemanlar başta olmak üzere her kademede profesyonel kişiler istihdam ederek; uğraştığı işlerden biri de İslâm dünyasındaki geleneksel ve modern dinî düşünceler, hareketler ve kurumlarla tarikat ve cemaat yapıları, ve geniş manâsıyla dinî kabuller ve Müslümanların yaşama tarzlarıdır.
Hem İstanbul’un Hem Londra’nın Yanında Olmak… başlıklı bölümden:
Seyyid Emir Ali’nin ‘İngiliz usulü’ iki fotoğrafı (soldakinin altında ‘Hindistanlı Emir Ali Rehavî hazretleri yazılı; Yusuf Ünal arşivi, sağdaki Azmi Özcan arşivi).
Ahmet Ağaoğlu, 1922 Kasımı’nda, hilâfet saltanattan ayrıldıktan sonra yazdığı ‘Açık Mektup’ta bu süreci destekleyen Hint hilâfet Hareketi mensupları ve Seyyid Emir Ali için şu medihkâr ve yakın-sıcak ifadeleri kullanacaktır:
“Hindistan’da muhterem Hilâfet Komitesi’ne, Lonra’da Ağa Han, Seyyid Emir Ali ve sâir Hint Müslümanları reisleri hazretlerine:
Muhterem Efendiler! Mütareke’den beri Hint Müslümanlarının hilâfet makamını hâiz veİslâmiyet’in yegâne canlı ve yaşayan direği olan Türkiya hakkında ibrâz ettikleri himmet ve gayret ve fedâkâr eserleri cümlemizin malumudur. Kalbinizin bizimle hem-âhenk olarak çarptığını, meserretlerimizle mesrûr olduğunuzu, elemlerimizle mütellim bulunduğunuzu, gece gündüz çırpındığınızı, bize yardım etmek için rahatınızı feda ettiğinizi hep biliyoruz. Biliyoruz ki Ağa Han, Seyyid Emir Ali bey, muhterem diğer reisleriniz Londra’da bir dakika bile rahat etmeyerek hep bizim için çalışıyorlar; Hele Hindistan’da umum İslâm kitlesinin bizim mukadderatımızla ne kadar alakadar olduğunu her gün gazete sütunlarında okuyarak tâ a’mâk-ı kalbimizden müteessir oluyoruz. (…) Siz orada bizim için çırpınıp dururken, bunca alâka ve himmet ibrâz ederken, biz de burada sırf dinimiz için pûyan olduğumuz mekkatler, azaplar, ızdıraplar ve ölümlere göğüs gerecek teselli ve kuvveti buluyoruz”. (Metnin tamamı için bk. Hilâfet Risâleleri, haz. İsmail Kara, İstanbul, Klasik Yay., 2014, VI, 337-38)
“Fakat bu işler böyle devam etmeyecek, hilâfetin ilgası gündeme geldiğinde bu insanların devam eden hassasiyetleri onları Ankara basınında ve İstiklâl Mahkemelerinde şaibeli kişiler haline getirecek.
İngiltere’nin I. Dünya savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ne ve hilâfete karşı yürüttüğü politikalar Hint Müslüman aydınlarını ihanete uğramış hissine kapılmaya sevketti. (Mehmet Akif’in ‘Çanakkale Destanı’ndaki ‘Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela’ mısraında geçen Hintliler arasında Osmanlı halifesini savunmak sözleriyle kandırılmış ve Çanakkale Harbi’nde Osmanlılara karşı İngiltere tarafından cepheye sürülmüş Müslüman Hintli askerler de vardı.) Harbin içinde İngilizlerin desteği ve planlamasıyla Şerif Hüseyin’in öncülüğünde vuku bulan Arap İsyanı ve harbin sonunda Hicaz ve Filistin bölgesinin, Mukaddes Beldelerin İngiliz tahakkümüne ve kontrolüne geçmesi bu aldatılmışlık hissini iyice kuvvetlendirdi ve yer yer hiddete dönüştürdü. (…)”
No Comments