“Üç Zor Mesele”
İsmet Özelin bu kitabının başlığını tamamlayan meseleleler Teknik- Medeniyet-Yabancılaşma’dır. TİYO Yayınları’nın ve İsmet Özel Kitapları’nın 2. Kitabı olan bu eserden (Eylül 2014 II. Baskı) yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“ ‘Tecrid’ (soyutlama), İslâm’ın emir ve nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. İslâm’ı anlama bakımından ‘tecrid’ safhasında isek müslîm olarak düşünür ve davranırız. (…) ‘Tecrid’ safhasında Kur’anda vaz’edilen (konulan) apaçık ilkeler öndedir. (…) Bütün doğrular Kur’an-ı Kerîm’dedir ve Kur’an dışında ‘doğru’ yoktur. (…) Küfre karşı sağlıklı bir tutum takınmak ancak, İslâm’ı kavramada ‘tefrid’ safhasına ulaştıktan sonra mümkün olabilir.
‘Tefrid’, Allah’ın hükmünün yürüdüğünü görmektir. İslâm’ın bütün zamanlar ve bütün yerlerde münferiden bir manâya sahip olduğunu, her yer ve zaman için anlaşılması gerekli, özgül (specific) hükümler taşıdığını bilmektir. İslâm’ı anlama bakımından ‘tefrid’ safhasında isek mü’min olarak düşünür ve davranırız. (…) ‘Tefrid’ safhasındaki Müslüman, hepsi aynı millet olan küfre karşı (eğer modern bir deyim kullanmayı tercih ederseniz, bir ‘sistem’ olan küfre karşı) ne yapılması gerektiğini bilir. Bilir ama yapabilir mi? Yapabilmesi için Müslümanın İslâm’ı kavrayış bakımından ‘tevhid’ safhasında olması gereklidir.
Tevhid safhasında İslâm’ı kavramak nasıldır? (…) Ancak sezgilerime dayanarak ve okuyucunun sezgi gücüne hitap ederek birkaç noktaya dokunabilirim. Bütün zamanlar ve bütün yerlerde yürürlükte olan İslâm ilkeleriyle, bir an ve bir noktada gerçekleşenin bir olduğunu anlamak. Bu konuda Parmenides’ten Hegel’e, Zenon’da Heidegger’e kadar birçokları birçokşey söylemişlerdir. Ne var ki bütün söylenenler ‘muvahhid’in varlığına açıklama getirebilecek ağırlıkta sayılamaz. (…) İslâm’ı anlama bakımından ‘tevhid’ safhasında olanlar muhsindir (ihsân eden / bağışta bulunan). (…)
Yabancılaşma, insan olarak kendimizi nasıl algıladığımıza ilişkin bir kavram. (…) Bu kavram modern insanın uğradığı aslî belâ olarak görülmekle ‘insanı’ anlama biçiminin ekseni haline geliyor. (…) Medeniyet yaşama biçimimiz, insanlarla olan bağlantımız, hayat tarzımızla ilişkili bir kavram. (…) Günlük hayat, hukuk, siyaset, bilim şimdiki katılıklarıyla belli bir medeniyetin tezahüründen başka bir şey sayılamaz.
(…) Teknolojiyi hesaba katmadan hayatın idamesinin bile mümkün olmadığı bir dünyanın insanlarıyız. Modern dünyanın en dinamik unsuru olarak teknoloji hiçbir insan tekinin kendine kayıtsız kalmasına izin vermeyecek kadar nüfuz sahibidir. (…)
Kısacası neyim, ne yapıyorum. ne ile yapıyorum diye sorduğumuzda karşımıza yabancılaşma, medeniyet, teknoloji çıkıyor. (…) Yabancılaşmadan medenî olunamıyor. Üç meselenin birbiriyle ilişkileri tam anlamıyla girift. (…) Dolayısıyla bu meselelerin doğru formüle edilmeleri ve varsa bunlara çözüm getirilmesi imtiyazı sanırım Müslümanlara mahsustur. (…) Bize imkân olarak verilmiş olan Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in Sünnetidir.
Ana eğilim itibariyle bu kitap bir tür ayıklamayı öngörüyor. Müslümanca bir mücadele tarzının muhtaç olmadığı, düşünceye ilişkin bazı noktaların dışta bırakılmasını, bunu sağladıktan sonra Müslümana özgü alana geçilebileceğini işaret ediyor. (…)
Okur ve yazarın karşılıklı saygısı her birinin diğerini bağlantı kurmaya lâyık bir ‘nefs’ olarak görmesiyle mümkün olur. (…)
Gazete yazıları dediğimiz yazılar genel olarak insan kavramıyla uğraşan, toplumun veya toplumların genel meselelerine dokunan, siyaset, ekonomi, sosyal bilimler gibi disiplinlerin genel çerçevesi içinde kalan yazılar olmaz, olmamak zorundadır. Çünkü gazete okuru fıkra yazarından günübirlik olayların yorumunu, bu olaylar hakkında haber sütunlarında bulamadığı dedikoduları ve nihayet özel sohbetlerde kendinin de ‘satabileceği’ malzemeyi arar. (…)
Gerçek ve başarılı bir fıkra yazarı olmanın iki şartı vardır: Birincisi ‘haklı bir davayı savunmak.’ (…) Yazar bildiklerinden, seslendiği okur kitlesinden, yazdığıortamdan endişe duyuyorsa hiçbir zaman başarılı bir gazete yazarı olamayacaktır. (…)
İslâm, dünya olayları karşısında edilgen kalmayı, iyilik ve kötülüğe karşı müdahaleci bir tutum takınmaktan geri durmayı kabul etmiyor. (…)
Siyaset, her ferdin inancına ödediği bedeldir. Siyaset içinde insan, inancı ve davranışı arasında uyum sağlama şansına kavuşur. Düşünce namusu tabiri ile ifade edilen, söylediğinin yaptığı ile tutarlı olması hali, inanç sahibi siyaset adamı açısından çok daha yüksek bir seviyede önem kazanır. Mü’min siyaset adamı yürüttüğü siyasi tutumla ikiyüzlülüğün ve münafıklığın saf dışı edilmesi yolundaki gayretini fiilen gösterir. Bunu rüya sahibi olduğu nispette yapar.
“İnsan söz verebilen hayvandır” diyor Nietzsche.
“Sanat alçaltıldı, muhayyile inkâr edildi/ Savaş yönetti milletleri” diyor William Blake.
No Comments