Abdülkerîm el-Cîlî’nin İnsân-ı Kâmil eserinden(Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun) alıntılar
Yayına hazırlanması merhum Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal tarafından yerine getirilen, İz Yayıncılık’tan (4. Baskısı : 2015) çıkan kitaptan yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
Orijinal adı El- İnsânü’l-Kâmil fî Ma’rifeti’l-Evâhiri ve’l-Evâil (günümüz Türkçesiyle: Son zamanlar ve ilk zamanların Ma’rifetinde Kâmil İnsân) olan eser Türkçeye bundan ikiyüz sene önce La’lî Zâde Abdülbâkî Efendi tarafından da tercüme edilmiş olduğu gibi, elli sene önce de Selânikli Ali Örfî Efendi tarafından, beşte bir derecesinde kısaltılarak, âdetâ meâlen tercüme edilmiştir.
Dolayısıyla İnsân-ı Kâmil’in dilimizin bugünkü şîvesine göre yeniden tercümesine zarûret görülmüştür. Üstâd (Abdülaziz Mecdi Tolun) bu zahmeti deruhde buyurmuş (yüklenmiş) ve bu lutfu esirgememiştir. (s.23)
“Evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın esmâsından bahs edeceğiz. İlâhî sıfatlarda Zât’ın kemâli türlenen ve Hakk’ın aynalarından evvelâ zâhir olan ilâhî sıfatlardır. Sıfatlardan sonra zuhûrda ancak Zât vardır. Şu izaha göre sıfatlar mertebesi ilâhî isimler mertebesinden yüksektir.” (s.32)
“Bu bir kat’î emirdir ki, bizim ilmimizden bir şey inkâr eden kimse, inkârı sürdükçe, ilmimize ulaşmaktan mahrûmdur. (…) Onun için îmân ve teslîmden başka ma’rifet yolu yoktur.” (s.33)
“Kitâbımızın mütalaasına rağbet eden kimse bilmelidir ki, Kur’ân ile hadisler ile desteklenmeyen her ilim dalâlettir; fakat onun teyid edenini ve delîlini tetkik edenin bulamaması noktasından değil. Bu ilimde öyle mühim bölümler vardır ki, Allah’ın kitâbı ile, hadisler ile teyid edilmiştir; fakat senin isti’dâd kudretin onu anlamaktan, seni men’ etmiştir. Onu zâtî himmetinle idrâke muktedir olamazsın.” (s.33)
“İdrâke ulaşmaktan acz, idrâktir” (Hz.Ebû Bekir)
“Kul evvelâ Hakk’ı mutlak sûretde, esmâ ve sıfâtında (isimleri ve sıfatlarında) görüp, daha sonra muhakkak sûretde olarak zât ma’rifetine terakkî eder.”(s.48)
“Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri bu Allah ismini insan için mir’ât (ayna) yaptı. İnsan, yüzü ile o aynaya bakarsa ‘Allah var, O’nunla beraber hiçbir şey yok!’ sözünün hakikatini bilir ve işitmesinin Allah’ın işitmesi / sem’ullâh olduğu; görmesinin Allah’ın görmesi olduğu; kelâmının kelâmullah olduğu; hayâtının hayâtullah olduğu; ilminin ilmullah olduğu; irâdesinin irâdetullah olduğu; kudretinin kudretullah olduğu kendisi için açılmış olur; ve bu açılma asâlet(söz edebi) yolu iledir. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da ‘Allah sizi ve fiillerinizi yaratmıştır.’ (Saffât, 37/96) buyurmuştur. Yine Kur’ân’da ‘Hak’dan başkasına taparsanız, onlar putlardır ve ifk (iftira) halk etmiş olursunuz’ (Ankebût, 29/17) buyurmuştur. Burada onların halk ettiği şey Allah’ın yarattığı şeydir. Onlara nisbet olunan halk, iğreti ve mecâz yoluyla, Cenâb-ı Hak içinse, mâlikiyet yoluyladır.” (s.62-63)
“Velî, halkî sûrette varlık gösteren Hak demektir. Yâhut ilâhî ma’nâlar ile tahakkuk eden halk demektir.” (s.69)
“İlâhî sıfatlar içinde vasıfların aslı ‘Rahmân’ ismidir. Çünkü bu isim Cenâb-ı Hakk’ın ‘Allah’ ismine karşılıktır. İkisinde de ihâta ve şumûl vardır. (…)” (s.73)
“ ‘Rahmân’ tüm ilâhî sıfatları toplayıcı bir sıfattır. Bilinmelidir ki, sıfat tahkîk edici âriflere göre idrâk olunamaz ve sıfatın sonu yoktur. Zât böyle değildir. (Zât bilinir, görülmez; sıfat görünür, bilinmez. (…)”
No Comments