Ahmet Aksay Posts

Muhammed Hamidullah’ın “Aziz Kur’an” -Çeviri ve Açıklama- (Beyan Yayınları)

 

Çevirenler (Abdülaziz Hatip- Mahmut Kanık), Editör (Ahmet Baydar), Dil ve yazım (N. Ahmet Özalp)’ten oluşan Yayın Kurulu üstâd Muhammed Hamidullah’ın Fransızca Le Saint Coran çevirisinin Aziz Kuran’a dönüştürülmesinin (Türkçe çevirisinin) üç yılı aşan bir çalışmanın ürünü olduğunu belirtmektedir. (SUNUŞ, s.15) Bu çeviride uygulanan yöntemin temel yaklaşımının ‘metni okura değil, okuru metne götürmek’ olduğu vurgulanmakta.

‘Aziz Kur’an’ dan bazı âyetlerin Türkçe çevirileri:

“Onlar Rablerinin doğru yolu üzerindedirler, ve kazananlar da onlardır.” (Bakara, 2/5)

“İnsanlar! Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize kulluk ediniz, -belki takvalı olursunuz!” (2/21)

“Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, haydi onun gibi bir sûre getirin ve Allah’tan başka tanıklarınızı da çağırın, eğer içtenlikli iseniz!” (2/23)

“Gerçekten Allah sivrisineği de, onun üstünde herhangi bir şeyi de örnek göstermekten çekinmez. İnananlar onun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkârcılar ise ‘Böyle bir örnekle Allah ne kastetmiştir?’ derler. Allah onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Ama ancak yoldan çıkmışları saptırır.” (2/26)

“Mesnevî Hikâyeleri”nden (Mevlânâ Celâleddin Rûmî,Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken Neşriyat,1. Basım 2003, 17. Basım 2022) birisi

 

Elindeki kırk kuruşun her gün bir mikdarını denize atan adam

“Birisinin elinde kırk kuruşu vardı. Her gece bir kuruşunu denize atardı. / Böylece de nefsine eziyet etmek, her gün onu bir parça daha hırpalamak, sıkıştırmak, üzmek, onun can çekişmesini uzatmak isterdi./ O müslümanlarla beraber savaşa gitti. Savaş sırasında ateş kesilmiş düşmandan yüz çevirmedi./ Bir kere daha yaralandı, tekrar yarasını sardı. Belki yirmi defa bedeninde mızrak kırıldı, ok kırıldı./

“İnsân-ı Kâmil” adlı eserden(müellif:Abdülkerîm el-Cîlî, mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun,İz Yayıncılık) alıntılar

 

Yrd. Doç.Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal’ın yayına hazırladıkları bu eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Cîlî, haricî aleme gerçek bir varlık nisbet etmekte tereddüt göstermez. Bununla birlikte haricî âlemin Hakk’a nisbetinin ‘kabuğun öze’ nisbeti gibi olduğunu söylemektedir. Mutlak Vücûd ya da ilahî zât ise gayb âlemidir; ‘İbareler’ ile idrak edilemez, işaretlerin bilinmesiyle anlaşılamaz. Çünkü herhangi bir şeyin bilinmesi, kendisine uygun veya kendisine zıt bir şey ile mümkündür. Halbuki zatın varlıkta ne benzeri ne de zıddı vardır. Akıl, kendi mertebesinde zât hakkında hiçbir bilgi elde edemez. (…)” (s.15)

“(…) Bütün mahlûkât ilâhî kemâlâtın mazharlarıdır (zuhur yerleri) veya Cîlî’nin ifadesiyle zâtın arşıdır. Cîlî’ye göre varlık meselesindeki en önemli kavramlardan birisi de uluhiyet mefhumudur. O’na göre ‘uluhiyet’, vucûdî (varlıkla ilgili) hakikatlerin toplamından ibarettir. (…) (s.16)

“Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm 1”

 

İsmail Kara’nın bu isimle yayınlanmış (dergâh yayınları, 3. Baskı:2009) kitabının başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Bu kitapta Cumhuriyet Türkiyesi’nin din / İslâm merkezlı meselelerini ülkemizin kritik dönemlerinden birinde hayatî meseleler olarak yeniden ele almaya ve tartışmaya çalışıyorum. (Hemen belirteyim ki Türkiye’de uzaktan yakından dinle irtibatlı olmayan hemen hiçbir mesele yok gibidir.) Elinizdeki ciltte din-siyaset-toplum ilişkileri etrafında, siyasî merkezin, Müslüman halkın ve uluslararası karar merkezlerinin hareketlerini dikkate alarak Diyanet İşleri Başkanlığı, Cemaatler-Tarikatlar, Dinî hayat, İslâmcılık söylemi ile alâkalı konular, problemler, tavır alışlar, tartışmalar var. (…)

GİRİŞ bölümü, Tan Oral’ın, Cumhuriyet’in 20 Kasım 1993 tarihli sayısında (s.1) 1945’ten 1995’e, CHP’nin oklarının giderek azalışı ve 1995’de yok oluşu tarzında ‘Demokrasi, okları tüketiyor ve harcıyor’ yorumu ile başlıyor.

“İradenin Bilinmesi”

 

Muhyiddin İbn Arabî’nin ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’ adlı eserinin Ekrem Demirli çevirisi ile (tamamı 18 c. olarak) yayınlanmış olan ciltlerinden 9. Cildin (2008) ‘İki Yüz Yirmi Altıncı Bölümü’nü teşkil eden ‘İradenin Bilinmesi’ başlığı altındaki bilgi ve düşüncelerden yapacağım alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

“Sûfilere göre irade, bu yola katılan müridin bulduğu bir duygudur. Bu duygu, kendisi ile maksadına (ulaşmaktan) onu perdeleyen şeylerin arasına girer.

Kalpte yakıcı bir acı / İşin başıdır o, keşke bilselerdi / Bu nedenle sahibi şefkatlidir / Kullarının görmediği kimseye karşı / Bakanına göründüğünde / Susma ve sağırlık kendisini tutar / Onu sürekli ve daimi olarak görürsün / Ateşin alevinin eritmesiyle / Her şey onun nezdinde güzeldir / Hepsi böyle hüküm verdiler

Ebu Yezid Bestamî’ye göre irade, ‘iradenin terkidir.’ Bu tanım ‘İrade etmemeyi diliyorum’ sözünde geçer. Burada Ebu Yezid, kendisinden iradenin düşmesini istemektedir. Bunu ise iradesi var iken söylemiştir. Sonra sözünü tamamlayarak, Hakka hitap ederken şöyle demiştir: ‘Ben istenilen (murad), sen isteyensin (mürid).’ Çünkü Bayezid, iradenin konusunun yokluk olduğunu biliyordu. İstenilen ise madum (yok olan) olmalıdır ve onun varlığı yoktur. Varlık ile nitelenmiş olsa bile, mümkünün (gerçekte) yokluk olduğunu görmüştür. Bu nedenle şöyle demiştir: ‘Ben irade edilenim.’ Başka bir ifadeyle ben yokluğum. Sen ise irade edensin. Çünkü irade eden ancak mevcut olabilir.

(…) Böylelikle zevk yoluyla veya zevkin mümkün olmadığı konularda Allah’ın bildirmesiyle Allah hakkında bilgi gerçekleşir. Bu durum ‘Allah’tan sakının, O size öğretir.’ (el-Bakara 2/282) âyetinde belirtilir. (…)

Sonra bilmelisin ki, bizim mezhebimize göre iradenin konusunun yokluk, Allah’ı bilmenin ise kulun irade ettiği şey olduğunu söyledik. (…) İradenin hükmü, var olmayana ilişmektir. (…) Dolayısıyla irade, konusu yok olduğu sürece, varlıkla nitelenmeyi sürdürür. (…) İradenin gerçek anlamı hakkında Allah ehlinin işaret ettiği husus şudur: ‘İrade insanda var olan bir anlamdır. Bu anlam, kendisini yapmayla nitelenmek için, kalbin dince belirlenmiş hakikati aramak üzere harekete geçmesini sağlar. Böylelikle Allah’ı razı eder ve Allah’ın razı olduğu kimselerden biri olur. (…) Onların iradelerinin özü, Allah karşısında sözlerinde, fiillerinde ve hallerinde O’nu razı edecek bir halde olmayı dilemekle sınırlıdır. (…)”