Ahmet Aksay Posts

İsmet Özel’in “Üç Zor Mesele Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma” isimli kitabının(TİYO 2.Baskı 2014) başlarından alıntılar

 


“(…) Teknolojiyi hesaba katmadan hayatın idamesinin bile mümkün olmadığı bir dünyanın insanlarıyız. Modern dünyanın en dinamik unsuru olarak teknoloji, hiçbir insan tekinin kendine kayıtsız kalmasına izin vermeyecek kadar nüfuz sahibidir. Eğer siz teknolojiyi mesele yapmasanız bile, o sizin başınıza bir mesele açmakta gecikmeyecektir. (…)” (s.28)

“Günlük fıkra yazarı Türkiye’ye özgü bir yaratık. Kimdir? Niçin her gün okuyucuun karşısına çıkar? Söyledikleri bir yaraya merhem olur mu? Bunlar cevaplandırması zor sorular. Siyasî çekişmelerin hızlı olduğu, lâf atmaların ve zıtlaşmaların seyirlik hale geldiği durumlarda günlük fıkra yazarının ne kim olduğu düşünülür ne de hangi işe yaradığı. Onların yaptığı; tuttuğu tarafın heyecanlarını körüklemek, karşı tarafla olan uzlaşmazlığını gerek öfke, gerek alay ve gerekse bilgiçlikle ortaya koymaktan ibarettir. (…)” (s.33)

Kur’ân-ı Kerîm Tevbe Sûresinden anlamlarıyla yedi âyet

 

“Doğrusu bunlar daha önce (uhud harbinde) fitne çıkarmak istemişler ve sana türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet Hak(kın yardımı) geldi. Allah’ın emri, onlar istemedikleri halde galip geldi.” (Tevbe, 9/48)

“Onlardan bazıları da ‘Aman bana izin ver, beni fitneye (derde) sokma!’ diyordu. Bilmiş ol ki, asıl fitne içine onlar düştüler. Ve şüphesiz cehennem kâfirleri kuşatacaktır.” (aynı sûre, 49)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-I’den bazı alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî’nin (h.560/m.1165-h.638-m.1240) dört cilt olarak yayınlanmış (İFAV 7. Baskı) bu eserinin , bazı alıntılamalar yapacağım I. Cildinin tercüme ve şerhi Ahmed Avni Konuk’a (h.1285/m.1868-m.1938) ait olup yayına hazırlayanlar Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. (merhum) Selçuk Eraydın’dır.

“Ma’lûm olsun ki, ‘vücûd’ (varlık) insânî hakîkat olan vâhidiyyet mertebesinden rûh mertebesine indiğinde üç ma’rifet hâsıl oldu ki birisi nefs ma’rifeti, yani kendi zâtını ve hakîkatini bilmek; diğeri Mübdî ma’rifeti, yani kendisinin mûcidini bilmek; üçüncüsü mûcidine karşı fakr ve ihtiyacını bilmektir. Bu ma’rifet gayriyyeti (başkalık) ihtiva edendir. Ve bu rûh, Muhammedî rûh (s.a.v.)’dur. (…)” (s.31)

“Genç veya yaşlı herkes felekten bir gece çalmak için uğraşıp didiniyor.Tuhaf olan şu ki hasbelkader buna muvaffak olsalar bundan tatmin olmuyorlar.”

 

İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “FELEKTEN BİR GECE ÇALMAK” başlığıyla çıkan 28 Rebiülahir 1444 (23 Kasım 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=137&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan biri o yazının son iki cümlesi olup bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşacak bir yazı bu.

“Bu deyim, yani ‘felekten bir gece çalmak” deyimi hayatını zevk ü safa içinde, kucaktan kucağa geçiren bir kimsenin değil, tam tersine çevresinde görece mazbut diye bilinen birinin derinlerindeki dünyasına atfen kullanılan bir tabirdir. O gece hırsızlama ele geçirileceğine göre yapılan iş meşru değildir. Bu bir istiğnadır. Niyet Tanrı’nın mülküne tasallut etmektir. Oysa biz önce kalubeladan, sonra yasak meyveyi yiyen Âdem’den bu yana Müslüman olanlar bir kayıt gereğince hayattaki yerimizi alırız. (…) Biliriz ki hayatımız diye adlandırılan müşahhas olduğu kadar mücerret birçok unsurla sarıp sarmalanmıştır. (…)

Bu fikrin dayandığı bir hakikat yoktur. Çünkü eğer Yahudi isek kendimizi feleğin bir parçası sandığımız kadar Yahudi’yizdir. (…) Bütün insanlığın günahlarını yüklenerek çarmıha gerilmiş olana iman ederek Hristiyan sayılanların durumu Yahudi’ninkinden çok daha tuhaftır. (…)

Buraya kadar yazdıklarımdan kolayca anlayacağınız gibi hayatın merkezinde cinsiyete dair bir şey vardır. (…) Ömrümüz diye bildiğimiz şey hangi çeşitlilikte olursa olsun bir erkekle bir dişinin bize sağladığı şeyin süreğindedir. (…) Üzerinde yaşadığımız toprağın ve birlikte bulunduğumuz insanların tarihle edinilmiş anlamı üzerinde düşünsek bu bizim lehimizedir. (…)

“Türk Akademi Muhiti ve İslam Felsefesi”

 

Prof. Dr. İlhan Kutluer’in felsefî Gök Kubbemiz adlı kitabının (İz Yayıncılık, 2017), bu yazının başlığı olarak alıntıladığım bölümünden (s.27-31) yapacağım alıntılamalardan oluşacak bir yazı tasarladım; dilerim, iyi bir yazı olur ve okunur.

“Türkiye’de İslâm felsefesi dendiğinde öncelikle İlahiyat fakülteleri hatıra gelir. Bir anabilim dalı olarak bu saha öteki felsefe disiplinleriyle birlikte İlahiyat Fakülteleri yapılanmasının bütünleyici parçası olarak faaliyet göstermiştir. (…) bu fakülteler yalnızca din olarak İslam’ın prensip ve ilmî tezahürlerini değil, medeniyet olarak İslam’ın entelektüel ve sanatsal tezahürlerini de alanı olarak kabul ettikleri için başta İslam felsefesi olmak üzere, din felsefesi, felsefe tarihi ve mantık gibi alanlar da -öteki din bilimleri disiplinleriyle birlikte- İlahiyat’ın bütünleyici bir parçası sayılmışlardır. (…) Burada ilginç olan husus yüksek din öğretimi veren bir fakültede İslam felsefesinin teknik anlamda dinî bir ilmi ya da usulü ifade ediyor izlenimi vermesidir. (…) Yine bir ilahiyatçının kelam, felsefe veya tasavvufun entelektüel tarihi üzerinde çalışırken bunların üçünü de kapsayan muazzam bir entelektüel geleneğin tezahürleriyle muhatap olduğu bilinmelidir. (…)