Ahmet Aksay Posts

Seyyid Şerîf Cürcânî’nin “Ta’rîfât Tasavvuf Istılahları”ndan alıntılar

 

Abdülaziz Mecdi Tolun’un tercümesi ve Abdulrahman Acer’in yayına hazırlamasıyla Litera Yayıncılık’tan tashihi ve iç düzeni ile birlikte yayınlanan (2014) bu eserin bazı yerlerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak (ıstılah: terim).

“Ahad: Sıfatlar, isimler ve nisbetlerde (isimler ve sıfatların Zât’la irtibatlarında) kesretin ortadan kalkması itibariyle Zât’ın isminden ibârettir (kesret: çokluk). Âlem: Terim olarak, Allah’tan gayri her şey. Amâ: Ahadiyyet mertebesinden ibârettir. A’yân-ı Sâbite: Mümkün varlıkların Hak Teâlâ’nın ilmindeki hakikatleri. Ayne’l-Yakîn: Müşâhede ve keşf ile hâsıl olan ilim. Ayn-ı Sabite: ilmî mertebedeki hakikat. Berzah: Soyut manâlar âlemiyle maddî cisimler âlemi arasındaki âlem. Dünya ile âhiret arasındaki perde. Ceberût: Ebû Tâlib el-Mekkî’ye (ö.386/996) göre azamet (yücelik) âleminden ibarettir. Beyzâ: İlk akıl. ‘Amâ’nın merkezi olup gayb’dan ilk beliren şey. Gaybî karanlığın mukâbili. Celâl: Allah’ın kahır ve gazabla ilgili sıfatlarının genel ismi. Cemâl: Allah’ın lütuf ve rıza ile ilgili sıfatlarının genel ismi. Cem: Eşyâyı (şeyleri) Allah ile görüp kudret ve kuvvetten uzaklaşarak bunların Allah ile olduğunu idrâk etmektir. Cem’ul-Cem’ ise tamâmen mâsivallahtan fânî olmaktır. Bu, ahadiyyet mertebesidir. Hakikat-i Muhammediyye : İlk taayyün(belirme) ile berâber Zât’tan ibârettir. Buna ‘ism-i a’zam’ da derler. Hakikatü’l-Hakâyık: Bütün hakikatleri câmî olan ahadiyyet mertebesinden ibârettir. Hakka’l-Yakîn: Kulun Hak’ta fenâ bulması ve Hak ile ilim, şuhûd ve hâl olarak bekâsıdır. Her akıllı varlığın ölümü bilmesi ilme’l-yakîndir. Meleği müşahedeye başlayınca ayne’l-yakîn olur. Ölümü tadınca da hakka’l-yakîn olur. Bazı âlimler yakîn ilmin şerîatin zâhiri, ayne’l-yakînin de şerîatte hakikati müşahede etmek olduğunu söylemişlerdir. Hâtır: Kalbe gelen manevî hitâb veya kulun kendi seçimi olmaksızın kalbine gelen şeydir. Hitâb türünden olan dört kısım(Yüksekten aşağıya doğru): Rabbânî, Melekî, Nefsânî, Şeytânî.

Kerîm Kur’ân’dan meâlen (anlam olarak) yedi âyet

 

“Bir sûre indirildi mi birbirlerine bakıp, ‘sizi bir gören oluyor mu?’ diye sorarlar. (gören varsa otururlar) sonra sıvışır giderler. Allah kalblerini çevirmiştir. Çünkü onlar (hakikati) anlamayan bir kavimdirler.” (Et-Tevbe, 9/127)

“Görüyorsunuz ya, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiş ki, hüsrânınız onun gücüne gidiyor, saadetinizi candan istiyor, mü’minler için yüreği rikkatle, merhametle çarpıyor.” (9/128)

“İnsanlara dokunan bir zarardan sonra, kendilerine bir rahmet (bolluk) taddırırsak hemen âyetlerimiz hakkında (alay ve tekzible) bir hileleri olur. De ki, Allah’ın hile (edenlere karşı mukâbele)si daha çabuktur. Elçilerimiz (melekler) sizin hilelerinizi yazıyorlar.” (10/21)

Fiillerin, isimlerin, sıfatların ve zât’ın tecellîleri hakkında bilgi

 

Abdülkerîm el-Cîlî’nin(h.767-826 veya 832) İnsân-ı Kâmil olarak yayınlamış eseri (orijinal adı el-İnsânü’l-Kâmil fî-ma’rifeti’l-Evâhir ve’l-Evâil) Abdülaziz Mecdi Tolun (m.1865-1941) tarafından tercüme edilmiştir. Yayına hazırlayanlar, Yrd. Doç. Dr. merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal’dır. ( İZ Yayıncılık’ tan 4. Baskı 2015)

Bu yazıyı başlıkta belirtilen konularda yapacağım alıntılamalar oluşturacak.

Kitabın Onikinci Bâbını teşkil eden ‘Tecellî-i Ef’âl Hakkındadır’ başlıklı bölümden , Fiillerin Tecellîsine dâir bazı alıntılar:

“Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin fiillerinde tecellîsi o meşhedden (şehid olunan veya şehidin gömüldüğü yer) ibârettir ki, kul o meşhedde eşyâda (şeylerde) kudretin cereyânını (akımını) görür ve Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerini her şeyin muharriki (tahrik edicisi) ve müsekkini (teskin edicisi) olarak bilir ve bu sûretle şehâdet (şahitlik) eder. Bu şuhûdda (şâhitlikte) kuldan fiili nefy (olumsuzlama) ile Hakk’a isbât (olumlama) zarûrîdir. Kul bu meşhedde kuvvetten, kudretten, iradeden meslûbdur (soyulmuştur). Nâs (insanlar) bu meşhedde müteaddid (türlü türlü) etvâra (hâl ve tavırlara) tâbidir. Bazılarına Hak evvelâ irâdesini, sonra fiillerini gösterir. Kul için fiil ve iradeden soyulmuş olmak bu meşheddedir. Bu mertebe fiillerin bu tecellîlerinin yüksek mertebesidir.” (s.113)

İlahiyatçı akademisyenlerden sözler

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’ten (Kasım 2022 / Sayı 6) yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Varlık tarzı ve varoluştaki yeri bakımından insan hakkında konuştuğumuzda ne tekil ne de tikel bir şeyden konuşuyoruz, tümel bir şeyden konuşuyoruz. İnsan küllî (tümel -a.a.-) bir varlık gerçekten. Küllîlikten metafizik manâsını yani kendisinden birçok şeyin çıkması ya da birçok şeyi istiâb etmesi (kapsaması -a.a.-) anlamını kastediyorum. (…) Dolayısıyla insan hakkında konuşmak bu anlamda hakikaten varlık hakkında konuşmak demek. (…)” (Ömer Türker)

“İnsanı. birçok anlamın kendisinden neşet etmesini mümkün kılacak şekilde küllîleştiren şey, onu insan olarak kuran öz-bilinçtir. Varlık anlamını en yetkin bir şekilde hak edecek şey de bu öz-bilinçtir ve insan bu yetkin varlık anlamının bir tezahürü olarak kendisini gösterir.” (İbrahim Halil Üçer)

Bir gazete yazısından…

 

“Babaannemin kişisel tarihinde seferberlikten önce – seferberlikten sonra ayrımı birinci derecede belirleyici bir unsur idi. O kendine, aileye, ülkeye ait meselelerde bu ayrımın adesesinden bakar, ona göre önem atfeder, bir değerlendirme yapardı.

Seferberlikten önceki dünya ile seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.

Annem ise 1939 Erzincan Depremi’nin enkâzı altından çıktı.Onun nirengi noktası zelzeleden önce – zelzeleden sonra şeklindedir (…).

Depremi yaşamaktan murat onu sadece şu veya bu şiddette hissetmek değildir. Deprem eğer ölüm ve yıkım getirmemiş ise, gerçekten yaşanmış sayılmaz. Dolayısıyla ‘Depremden önce-Depremden sonra’ ayrımı, ateş düştüğü yeri yakar misali öncelikle onu derinden yaşayanları kapsıyor.

(…)

Depremin içinden geçmeyenler televizyonlarına, dizilerine dönebilir. Gazeteler yine hafta sonu eklerini verebilir. Bazıları ülkedeki ‘Gündem değişiklikleri’ne kendi açılarından dikkat çekebilir.

(…) Elbette ki, deprem dahil pek çok olay ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları şu veya bu biçimde etkiler.

(…)

Ben diyorum ki, köklü dönüşüm sanayiden tarıma dönmek olmalı.

Betonarme ve yüksek binalar yerine az katlı hattâ tek katlı prefabrik evlerle kısa zamanda yeni yerleşim bölgeleri kurulabilir.

Erzincan’ın prefabrik evleri 70 yıldır kullanılıyor, kaç deprem geçti, hiçbiri yıkılmadı.

Tarım ile, tarıma dayalı sanayinin çevresinde bir yeni hayat.

Rahmetli Turgut Cansever ‘Galaksi Şehirler’ projesi ile 25 bin nüfuslu bir şehir projesini yapmış, fizibilitesini çıkarmış, evlerin resmini bile çizmişti. Bu planlar evlatlarında olmalıdır.

(…)

Dünya Bankası’nın belirttiği hesaba göre Türkiye’de ’kentsel dönüşüm’ün maliyeti 465 milyar dolardır. Bu paranın bir kısmı ile şehirleri boşaltabiliriz. Bu süreçte hem devlet, hem millet ayağını yorganına göre uzatacak. Böyle bir göç elbette kolay değildir. Zaman ister. Ancak ‘köklü dönüşüm’ denilen şey bir ’deprem ülkesi’ olan Türkiye için başka türlü gerçekleşemez. İnsanlar ‘kentsel dönüşüm’ün tamamlanmasını beklerken deprem aniden gelebilir. Ülkemizin böylesi bir depreme tahammülü yoktur. (…)” (Mustafa Kutlu, ‘Köklü Dönüşüm’ başlıklı yazısından, Yeni Şafak, 22 Şubat 2023)