Ahmet Aksay Posts

“İbn Arabî Düşüncesine Giriş Şeyh-i Ekber” kitabından alıntılar

 

Mahmud Erol Kılıç’ın (Sufi Kitap 1. Baskı 2009) bu kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

el- Fütûhât’ta çeşitli vesilelerle dile getirdiği üzere: ‘Burada yazdıklarımın hepsi önce bana okutuldu… Bu kitapta yazılanların hepsi ya mükerrem Kâbe’yi tavafım sırasında ya da murâkabe için Harem-i Şerif’te oturduğum esnada Allah Teâlâ’nın bana açtıklarıdır… Vallahi bu kitabın bir noktası bile ilkâ-i rabbânî ve imlâ-i ilâhî olmadan yazılmamıştır…. Bir gün Beytullah’ı tavaf ediyordum, aslında, Kâbe’nin hakikatinin tecessüm etmiş bir şekli olan bir genç ( fetâ) hacerü’l-esved yönünden bana doğru geldi. İmâmü’l-Mübîn ve Levh-i Mahfûz oydu. ’Beni oku, bende ne görüyorsan bunu kitabına geçir ve sevdiğin kişilere bunları talim et’ dedi. Derin bir nurdu sanki. Gözlerimin önüne kendinde bulunan gizli bilgileri getirdi… Ondan okumaya başladığım ilk satır bu kitabın ikinci bölümü olarak yazıya geçirildi… ’Bana sahip olduğun sırlardan bazılarını aç’ dediğim zaman ’benim ayak izlerim üzerinde benimle beraber tavaf et’ dedi. Onunla beraber yedi tavaf yaptık. Bana ’Şu görmüş olduğun evim benim zâtımı temsil eder. Yedi tavaf ise yedi zâtî sıfatımı temsil eder dedi… Onunla her bir tavafımızda bu kitabın bir bölümü okundu.

Gökhan Özcan’ın “Aynı safta” başlıklı Yeni Şafak’ta çıkan 9 Şubat 2023 tarihli yazısından alıntılar

 

“(…) Yazı yazmak bir lüks şu anda… Bir ekranın, bir klavyenin önünde olmak, kalkıp bir bardak sıcak çay koymak bir lüks… (…), binlerce insan soğukta adeta tırnaklarıyla kazıyarak onlara ulaşmaya çalışırken cümle kurmaya çalışmak bile acıtıyor insanın içini.

Felaketler ayrıştırmadan geliyor insanların üstüne. (…) Ölüm karşısında hepimiz aynı kişiyiz. (…)

Binlerce insanı aldı bizden bu felaket. Hepsinin acısı aynı. (…) Felaketler, musibetler, ortak acılar bizi birbirimize yakınlaştırırken, dünya yine uzaklaştıracak.

Bazı gazete yazılarından Deprem âfetine dâir alıntılar

 

“Bizim çekim ekibinden arkadaşlarla benim yol arkadaşım Mehmet de orada, Kahramanmaraş’ta idiler. Son üç yıldır gerçekleştirdiğimiz gibi, Maraş’ın gururla dolu kurtuluş haftasının etkinliklerini yapacak, 12 Şubat akşamı büyük bir mutluluk ve gururla düşmanı nasıl yendiğimizi hatırlayacaktık hep birlikte. (…) ama bu yıl tembellik edip 10’u gibi gitmeye karar verdim. 6 Şubat sabahı, Pazarcık merkezli o büyük afetin haberini alınca ‘cız’ etti kalbim. İki bilgiye vakıftım çünkü. İlki, Pazarcık’ın, Türkiye’nin en ciddî fay hatlarından birinin merkezi sayıldığı bilgisi… İkincisi de Maraş’a son gidişlerimin her birinde yaşadığım depremler. En büyüğü 4,1 olan bu depremler için ‘inşallah rutindir’ diye düşündüm hep. Meğer haber ediyorlarmış büyük afeti. (İsmail Kılıçaslan, Yeni Şafak, 8/2/2023, “Sükûnet ve Vakarla” başlıklı yazısından) (Burada, anne tarafımın Maraşlı olduğunu ve Maraş doğumlu olduğumu ve mesleği jeolog – jeoloji mühendisi olan biri olarak Doğu Anadolu Fayı’nın nerelerden geçtiğini bildiğim halde, Malatya’da ve özellikle Maraş ile Hatay’da bu derecede tahripkâr bir deprem olabileceğini doğrusu tahmin edememiştim. İtiraf ediyorum. Gerçi aynı meslekten tanıyıp görüştüğüm ve bilgisine, birikimine güvendiğim kimselerden de şimdi şâhit olunan büyüklükte bir depremin olabileceğinin vurgulayıcı bir biçimde açıklanmasından haberdar olmamıştım. -a.a.-)

Sadreddin Konevî’nin “Fâtiha Sûresi Tefsiri”nden alıntılar

 

Prof. Dr. Ekrem Demirli’nin tercümesiyle İz Yayıncılık’tan (4. Baskı, 2009) çıkan bu kitaptan yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Konevî, Fâtiha sûresini ilâhî ve kevnî (kozmik -a.a-) bütün hakikatleri ve hakikatler arası ilişkileri özetleyen bir sûre olarak görür.” (s.16)

“İlmin Hakka nispet ve izâfe edilmesi en eksiksiz, kâmil ve üstün tarzda olmalıdır: Hiç bir bilgi Allah’ın ilminin dışında kalamaz; hiç kimsenin tevili ve anlayışı O’nun ilminin dışında değildir. Çünkü Hakkın ilmi, kendisinin de haber verdiği ve bildirdiği gibi, her şeyi kuşatmaktadır.” Ardından şunu ekler: “Hakk’ın kelâmı da, O’nun bir sıfatı veya ilminin bir nispetidir.” (s.17)

“Konevî ‘abes’i ‘herhangi bir gaye / amaç taşımayan fiil’ diye tanımlar.” (s.18)

“Hutbe Zaten Türkçe Değil mi idi?”

 

Prof. Dr. İsmail Kara’nın, bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım başlık altında “Derin Tarih” adlı derginin Şubat 2023 sayısında çıkan yazısından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“ ‘Türkçe Hutbe’ talepleri, daha doğru bir ifade ile hutbenin dînen zarurî bir unsuru olmayan konuşma kısmının uzatılması ve etkili hâle getirilmesi istekleri, İslâm tarihinde hiç olmadığı kadar modern dönemde ortaya çıkacaktır. Hem siyasî merkez(ler), hem basın-matbuat ve yeni Müslüman aydınlar, hem de ‘dinî kurumlar’, âlimler ve şeyhler tarafından… Çünkü herkes kendince dindar kalmak şartıyla modernleşmek, yenileşmek istemektedir ve din-hutbe bunun en etkili ve olmazsa olmaz araçlarından biridir. Ayrıca Türkçe hutbe yeni din anlayışlarını anlatmak ve yerleştirmek için de lüzumludur…