Uncategorized Posts

İmam-ı Âzam’ın Tesbih Duası ve onun anlamı

 

“Sübhâne’l Ebediyyil Ebed* Sübhâne’l Vâhidi’l Ehad* Sübhâne’l Ferdi’s Samed* Sübhâne Râfiı’s semâi biğayrı amed* Sübhâne men beseta’l erda alâ mâin cemedin* Sübhâne men haleka’l-halka Ve ehsâhüm adedâ* Sübhâne men kasemer rızka velem yense ehadâ* Sübhânellezî lem yettehız sâhibeten velâ veleden* Sübhânellezî lem yelid velem yûled* velem yeküllehü küfüven Ehad* Sübhâne men yerânî ve ya’rifu mekânî ve yerzukunî velâ yensânî.”

Anlamı: İmam-ı Âzam Ebû Hanife, Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsini yetmişbin perde arkasından doksan dokuz gece rüyasında görmüştü. Nihayet yüzüncü gece gördüğünde sordu: “Yâ Rab! Bizler çok günahkâr kullarız, bunu itiraf ediyoruz. Bari biraz birşey öğret de onu yapıp affına hak kazanalım” dedi.

Cenab-ı Hakk’ da bu tesbihin sabah akşam birer defa okunmasını öğretti.

“Devamlı olan, ebedîliğinin sonu olmayan, tüm eksiklerden arı (tertemiz) olan Rabbimi tesbih ederim. O yüce Mevla’mı hatırlar, anarım, gece gündüz yâd ederim. Bir tek olan Allah’ı tesbih ederim. Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ı tesbih ederim.”

“Direksiz gökleri yükseltip tutan Allah’ı tesbih ederim. Yeri donmuş su üzerine döşeyen Allah’ı tesbih ederim. Tüm mahlûkatı (yarattıklarını) yoktan var eden, yaratan, sayılarını bilen Allah’ı tesbih ederim. Tüm canlıların rızıklarını taksim edip hiçbirini unutmayan Allah’ı tesbih ederim.” (Kaynak: MÜNACAAT CÜZÜ / FATİHA-BAKARA-YASİN-TEBAREKE, KIYAMET-AMME-FETİH- DUHAN-VAKIA-CUMA- KEHF- SECDE- ALAK-KAF- ÂYETEL KÜRSİ-İNŞİRAH-TİN-KADİR-BEYYİNE- ZİLZAL-ADİYAT-TEKASÜR-CİN SÛRESİ VE KISA SÛRELER VE FAZİLETLERİ 7 ÂYETLER- İMAM-I AZAM’IN TESBİH DUASI- AHİDNAME-ŞÜKÜR DUASI-ŞEHİDALLAHU- SIHHAT VE SAĞLIK İÇİN DUA- PEYGAMBERİMİZİN İSM-İ ŞERİFLERİ-ESMAÜL HÜSNA’YI OKUMANIN FAZİLETİ-KENZÜL ARŞ- HALİDİYYE KOLU MEŞAYIHI- VE İHTİYACIMIZ OLAN DUALAR VE FAZİLETLERİ Hazırlayan: H. Özkan İlaveli Yeni Baskı) www.havvaozkan.com

En-Neml Sûresi Baştan Anlamlarıyla On âyet

 

1.” Tâ, Sin. Bunlar Kur’ânın ve (hak ile bâtılı) açıklayan bir kitabın âyetleridir. 2. (Onlar) birer hidayet ve mü’minlere bir müjdedir. 3. (O mü’minler) ki, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Âhirete de yakînen onlar inanırlar. 4. Âhirete inanmayanların amellerini kendilerine süsledik. Artık onlar bocalayıp kalırlar. 5. Bunlar o kimselerdir ki, azabın kötüsü kendilerinindir. Âhirette en ziyade hüsrana uğrayacak olanlar bunların ta kendileridir. 6. Muhakkak ki bu Kur’ân, sana hikmet sahibi, her şeyi bilen (Allah) tarafından veriliyor. 7. Hatırla ki bir vakitler Mûsa, (Medyen‘den Mısır‘a giderken) ailesine, “Ben hakikaten bir ateş gördüm. Size ondan ya bir haber getireceğim, yahut bir kor ateş alıp geleceğim. Umarım ısınırsınız” demişti. 8. Ateşin yanına varınca kendisine şöyle nida olundu: “Bu ateş yerindeki (Mûsa) ve etrafındakiler (melekler) mübarek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, her kusurdan münezzehtir. 9. Yâ Mûsa! Mesele şudur: Güçlü, hikmet sahibi olan Allah benim! 10. Asânı bırak! (O da bıraktı). Derken onu çevik bir yılan gibi deprenir görüverince, dönüp kaçtı ve geri dönmedi. “Yâ Mûsa, korkma! Benim huzurumda peygamberler korkmaz!”

İsmet Özel’in “SEVMEDEN SÖYLEME” başlıklı yazısından alıntılar

 

İstiklal Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel köşesinde bu başlıkla çıkan yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Sevmek ve söylemek … Şahsiyet terazimizin bir kefesine sevmeği koyarsak, sıra diğer kefeye söylemeği koymaya gelir. Tersini yapmağa kalkışırsak şahsiyet bakımından fukaralığımızı göstermiş oluruz. (…) Bir olgunun dışa vurumu ile aynı olgunun dile getirilmesi arasında netameli bir mesafe var. Bizim dünya olayları dediğimiz şeylerin hepsi bu mesafe dolayısıyladır.

Hadis-i Şerif’ten eğer birini seviyorsak bunu ona, o sevilen kişiye söylememiz gerektiği emrini alıyoruz. Varoluş sevgiyle başlar. Sevmenin ve sevdiğini sevilen kişiye söylemenin birbirini takip edişi varoluşumuzun mihveridir (eksenidir).

Dünyada II. Cihan Harbi sonrasında cazibesini artıran varoluş felsefesinin taraftarları şunu söyler: Dünya olduğu gibi vardır (The World dis), Tanrı olduğu gibi vardır (God is), ama insan var olur (but the man exits). Yani var olma süreci diye bir şey varsa, bu insan olmağa, insanlaşmağa mahsustur. (…) Avrupalı şahsiyetine ve emeğine yabancılaşmamış bir insan tahayyül eder. (…) Oysa Öz’ün biçime galebe çalacağı hususunda Avrupa’da doğup bütün dünyaya sirayet eden yaklaşım temelden yanlıştır.

(…) Eğer içimizde sadece Allah’a kulluk edecek ve sadece Allah’tan yardım dileyecek kadar temiz bir saha kaldıysa yanlışlık bizden hak ettiği müdahaleyi görecektir. (…) Sevme fiilinden ne anlamamız gerektiğini de bize Kur’an öğretir. (…) Latin alfabesini resmen kabul edişimizin başımıza neler getirdiğini biliyor muyuz acaba? ”

Kerîm Kur’andan İbrâhim Sûresi (14) ilk onbir âyetinin anlamları

 

1- Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, (bütün) insanları, Rablerinin izni ile, karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.

2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Başlarına gelecek şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin (Hak’kı tanımayan, bilmeyen kimselerin) hâline!..

3- Onlar öyle kimselerdir ki, dünya hayatını sever ve (o hayatı), âhiret üzerine tercih ederler. Allah’ın yolundan çevirirler ve o yolun doğruluğunu istemezler (doğru olmasın isterler). İşte onlar, (haktan) çok uzak bir sapıklık içindedirler.

4- Biz, her gönderdiğimiz peygamberi, ancak kavminin dili ile gönderdik ki, onlara açıkça anlatsın. Artık, Allah dilediğini sapıklıkta bırakır; dilediğini de hidâyete (Hak yoluna) erdirir. O, güçlüdür, hikmet sâhibidir.

5- And olsun ki, Biz Mûsa’yı, “Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve onlara Allah’ın (nimet) günlerini hatırlat!” diye mûcizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabırlı, çok şükreden her kimse için ibretler vardır.

6. Hani bir vakitler Mûsa kavmine şöyle demişti: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi Fir’avn hânedânından kurtarmıştı. Onlar, sizi azabın kötüsüne sürüyorlardı ve oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakmak istiyorlardı. İşte bunda, Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.

7- Ve düşünün ki, Rabbiniz şöyle ilân etmişti: “And olsun, eğer siz şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım. Fakat nankörlük ederseniz, muhakkak ki, benim azabım çok şiddetlidir.”

8- Yine Mûsa, “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki, Allah hepinizden müstağni (ganî/kimseye muhtaçlığı olmayan) ve zâtında övülmeğe O lâyıktır.” demişti.

9- Sizden önce gelip geçenlerin, Nûh kavminin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin -ki sayılarını ancak Allah bilir- haberi gelmedi mi? Onlara, peygamberleri mûcizelerle gelmişlerdi de (hayretlerinden) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz, hakîkaten sizinle gönderilen şeyi tanımıyoruz ve bizi davet ettiğiniz (din) den kuşku veren bir şüphe içindeyiz” demişlerdi.

10- Peygamberleri (onlara), “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve belirli bir vakte kadar size müsaade ediyor” demişlerdi. Onlar, “Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Bizi babalarımızın taptıkları şeylerden çevirmek istiyorsunuz. O halde, bize açık bir delil getirin!” dediler.

11- Peygamberleri onlara, “(Evet) biz, sizin gibi insandan başka bir şey değiliz. Velâkin Allah, nimetini kullarından kimi dilerse ona ihsan buyurur. Allah’ın izni olmadıkça da size bir mûcize getirmek haddimiz değildir. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etmelidirler.”

Kur’ân-ı Kerîm Es-Saf (61. Sûre)den anlamlarıyla ilk on âyet

 

1- Göklerde ve yerde ne(ler) varsa, hepsi Allah’ı tesbîh etmektedir. O güçlü, hikmet sahibi olandır. 2- Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? (Cihad istersiniz, Uhud’da bozguna uğrarsınız.) 3- Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah indinde gazab (a sebep olma) yönünden büyüdü. 4- Muhakkak ki Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf oluşturarak çarpışanları sever. 5- Hatırla ki bir vakitler Mûsa kavmine, Ey kavmim! Bana niçin eziyet ediyorsunuz? Pekâlâ biliyorsunuz ki ben, size Allah’ın Peygamberiyim! demişti. Vaktâ ki, haktan sapıp eğildiler. Allah da kalblerini saptırdı. Allah fâsık (sapkın/fesatçı) bir kavme hidâyet (yol gösterici) vermez. 6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah (ın rızasını) ve âhiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, bilsin ki, Allah, yegâne ganîdir (hiçbir şeye muhtaç değildir), övülmeye lâyıktır. 7- Umulur ki Allah, sizinle onlardan olan düşmanlarınız arasında bir sevgi meydana getire. Allah kâdirdir; çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. 8- Allah, din husûsunda sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olan kâfirlere iyilik etmenizden, adâlet göstermenizden sizi men etmez. Çünkü Allah, adâlet gösterenleri sever. 9- Allah, sizi ancak din husûsunda sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimseler ile, dost olmanızdan men eder. Kim de (sizlerden) onlarla dost olursa, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. 10- Ey iman edenler! Size, mü’min kadınlar muhacir olarak gelirlerse onları imtihan edin. Allah onların imanlarını pekâlâ bilir. Bu imtihan üzerine, onların mü’min olduklarını anlarsanız, kendilerini kâfirlere geri vermeyin. Onlar, kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de onlara helâl değildir. Bununla beraber sarfettikleri mehirleri, o kâfirlere verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, o kadınları nikâh etmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları (nızı nikâhınız altında) tutmayın. Siz, verdiğiniz mehirleri (onların vardıkları kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (sizinle evlenen mü’min kadınlarına) sarfettikleri mehirleri (sizden) istesinler. İşte size Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hüküm veriyor. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibi olandır.”