İlhan Kutluer’in “Felsefî Gök Kubbemiz” kitabından (İz Yayıncılık, 2017) alıntılar
“(…) Haddizatında iki kapak arasına alınmış müteferrik metinlerin muhteva bütünlüğünü sağlayacak olan konu birliğidir. Zira bu kitapta derlenmiş olan, bazısı fikrî deneme bazısı da inceleme ve araştırma türünde olan yazıların her biri genelde İslâm entelektüel geleneğini, özelde İslâm felsefesi geleneğini konu edinmekte ve bu geleneklere dair çeşitli meseleleri aynı cihetten ele almakta.
Okuyucu ilk iki risalede İslâm medeniyetinde tarihsel bir tecrübe olarak kendini gösteren felsefî deneyimin doğası üzerine fikir edinecek, bununla ilişkili olarak ‘el-felsefe’nin İslâm entelektüel geleneğinde bilim tasavvurunun oluşmasındaki kurucu rolü hakkında bir kanaate ulaşacaktır. (…)
Demek ki ortak bir konu etrafında çeşitli meseleleri ele alan beş risale bu kitabın temel çerçevesi içinde fikrî bir kanaviçe oluşturmuş bulunuyor. (…) İslam entelektüel geleneğimizin ana akımlarına, ele aldığı meselelerin müsaade ettiği kadarıyla, bakmayı sürdürüyor yazar. Bu meselelere bakarken de felsefî perspektifi nispeten öne çıkardığı görülüyor. (…)” (Sunuş’tan; s. 9-10)
“(…) Türkiye’de akademik olan ve olmayan entelektüel camia İslam felsefesi çalışmalarına niçin ilgi göstermelidir? İlgi göstermesi durumunda nasıl bir klasik teorisine ihtiyaç duyacaktır?
Bu sorulara verilecek alternatif cevaplar İslâm felsefesine hangi çerçeveden, hangi pencereden baktığımızla ilgili olarak değişecektir. Bakan kişi meslekten bir felsefeci ise durum başkadır, felsefeye dışardan bakan biriyse başkadır. Zira Türk akademyasında İslâm felsefesine içerden veya dışardan bakmaktan doğan farklı değerlendirmeler söz konusudur. Adında İslâm geçiyor olması bazı durumlarda her iki bakışı da dışardan bakış kılabilmektedir. İslam felsefesine kendi dinî ilimler penceresinden ve fakat İslam felsefesinin dışarısından bakan bir din bilgini, bu okuma ve çalışma alanının fıkıh gibi, kelam gibi bir ‘şer’î’ ilim standardları taşımadığı kanaatinde olmalıdır. (…) Ancak bazı durumlarda İslam felsefesine sanki bu entelektüel etkinlik şer’î ilimlerin tehditkâr bir alternatifi yahut rakibiymiş gibi bakanlar da çıkabilmektedir. (…) Diğer bakış meslekten bazı felsefecilere aittir ve bu meslektaşlarımız adında İslam geçen bu entelektüel geleneğe felsefe denilemeyeceğini, olsa olsa teolojik nitelikli ve esas itibariyle aslâ bir hakikat araştırması sayılamayacak dinî öğretiler yekûnu olarak değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürebilecektir. Bu bakış varsayım olarak felsefenin içindenmiş gibi görünse de İslâm felsefesi hakkında içerden bir yorum yapmaya yetecek akademik birikime her zaman dayanmadığı için problemlidir ve aynı gerekçeden ötürü aslında dışarıdan bir bakış tarzıdır.
Şu halde problem doğrudan doğruya İslam felsefesinin mahiyetiyle, daha doğrusu İslam felsefesi hakkındaki ‘tasavvurat’ ve ‘tasdikat’ımızla ilgilidir. Aşağıda okuyacaklarınız İslam felesefesinin özünü bu konuda belli kanaatlere sahip olan ya da tam tersine hiçbir fikre sahip olmayan Türk akademik muhitinin gündemine yeniden taşıma amacında olan bir düşünsel denemeden ibarettir.”(s.13-14)
Bir İsmin Müsemmâsı (yer yer alıntılamalar ve kısaltarak ifadelendirmeler ile) “İslam felsefesinin neliği etrafındaki tartışmaların alacakaranlığına biraz ışık tutabilmek ve bu yönde zihinsel bir çerçeve teşkil etmek için son derece basit bir terminolojik şemaya müracaat edeceğiz: İslam x Felsefe x Tarih. İslam felsefesi tarihi alanına ismini veren üç terim. Bu terimleri uygun bir referans çerçevesi içinde yan yana getirebilmeyi ne ölçüde başarabilirsek, İslam felsefesi tarihi çalışma alanını efrâdını câmi ağyarını mâni şekilde tahdit etmemiz ve bu istikamette önerilerde bulunmamız o derecede mümkün olacaktır.
İslam felsefesi teriminde İslam geçiyor olmasının bazı kafa karışıklıklarına sebep olması hususunu aşmak için -özellikle akademik araştırmalarda- İslam’ın iki anlamda kullanıldığı hatırlanmalıdır: Din olarak İslam, medeniyet olarak İslam. İlki ilahî kaynaklı, ilkeleri sabit, tarih-ötesi ve evrensel olan Kur’an vahyinde ve onun nebevî örnekliğinde ifadesini bulur. Buna karşılık medeniyet olarak İslam Müslümanların, esasları Kur’an ve sünnet’te bulunan hakikat öğretisinin kurucu idealleri istikametinde ve zaman-mekân şartları içindeki yürüyüşünün tarihsel, beşerî ve birikimsel tezahürüdür. İslam medeniyeti tarihinde ilmî faaliyet bir bakıma İslam’ın bu iki anlamına uygun olarak iki bakış açısını gerekli kılmıştır. İlki din olarak İslam tasavvurundan hareket eden, onun temel metinlerini (nasslarını) mevzû, mebde ve mesele edinen, bu metinlerde ifadesini bulan itikad, ahlak, hukuk ve ibadet değerlerini hayata geçirmek gayesindeki şer’î ilimlerdir (tefsir, hadis, fıkıh ve kelam). Tasavvufî bilgiye gelince, ‘marife’nin bir ilimler sisteminde metafizik ve/veya ahlâk öğretisi olarak mevki kazandığı her durumda, şer’î ilimlere tasavvufu da eklemeliyiz. (…) Bununla birlikte temel mevzuu, referansı ve meselesi nass olduğu için metodolojik açıdan bu ilimler klasik gelenekte şer’î/ dinî/naklî/vaz’î sıfatlarıyla nitelenmiş olup günümüzde yaygınlaşan kullanımda ise İslâmî ilimler olarak anılmaktadırlar. (…) Kelâm ve tasavvuf disiplinlerinin felsefî diyebileceğimiz entelektüel boyutlara sahip olduğu açıkça görülür. Bizi burada İslam entelektüel geleneğinin üç büyük tezahüründen el-felsefe ilgilendirmektedir ki, terim olarak dinî ilimler ya da naklî ilimlere mukabil felsefî ilimler ya da aklî ilimler olarak anılan ilimler sistemini ifade eder. (…) Şu halde İslam felsefesi çalışmak ‘medeniyet olarak İslâm’ın başlıca entelektüel tezahürlerinden birini çalışmak demektir.
Felsefe terimine gelindiğinde mümkün bazı önyargıları peşin olarak izale etmek adına şunu hemen belirtelim ki İslam felsefesi teriminde İslam geçiyor olması onu teknik anlamda ‘dinî’ yahut ‘şer’î’ bir disiplin kılmaz. Teknik anlamda derken felsefî ilimlerin klasik gelenekteki köklü bir ıstılah(terim) olarak din ilimleri kategorisine dahil edilmediği bir kez daha hatırlatılmış olmaktadır. (…) Bizim vurgulamak istediğimiz şudur: İslam felsefesi tamlamasındaki İslam terimi İslam medeniyeti, İslam toplumu anlamınadır ve esas itibariyle İslam diyarının vatandaşı olan -bazıları gayri müslim- öznelerin medenî bir toplumda yaşıyor olmanın imkânlarını kullanarak tarih sahnesinde sergilediği felsefî faaliyetin tamamını ifade eder. Nitekim Batı dillerinde, mesela İngilizce’de kullanılan ‘Islamic Philosophy’ tabiri İslam medeniyetindeki din ilimleri geleneğini ve dinî teolojiyle özdeşleşen bir düşünme tarzını ifade etmez. Felsefî ilimler kendi başına ve kendi özüyle bir değer ifade etmiştir, eder; ayrıca gelenekte de kendisini şer’î ilimlerin alternatifi yahut rakibi olarak tanımlamış, konumlandırmış değildir. Kendini ifade etmeye çalıştığı mesele esasen metodolojiktir ve geliştirmek istediği bilimsel nitelikli teorisini öteki fikrî yaklaşımlardan ayırt etmekten ibarettir. (…)” (s. 15-17)
No Comments