Mahmud Erol Kılıç’ın “Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş” kitabından (Sufi Kitap, 1.Baskı 2009) yer yer alıntılar

 

“ ‘Benim bu söylediklerim mantıkî bir sisteme tâbi değildir’ diyen İbn Arabî’nin sisteminden bahsetmek, ‘Evliyâ ve Enbiyânın yolu fikir ve nazarla değildir’ diyen İbn Arabî için onun fikirleri demek, ‘Feylesoflar aslında kendilerinde olmayan bir takım görüşleri başkalarından toplayarak değişik laflar altında naklederler’ diyen İbn Arabî için İslâm’ın kendi öz feylesofu tâbirini kullanmak, bazen ilm-i hakâyık için metafizik kelimesini, merâtib-i vücûd için ontoloji, keşf ve tecellî ile elde edilen maarif için epistemoloji, seyr-i sülûk için psikoloji tâbirlerini kullanmak hep meseleyi modern zihni oluşturan kavramlar aracılığıyla anlatabilmek ihtiyacından doğmaktadır. (…) En başta Vücûd terimi olmak üzere onun kullandığı birçok mefhum ilk defa kendisi tarafından icad olunuyor değildi. Ne var ki o, birçoğunun beşeriyet elinde oynana oynana kaymış semantik manâlarını bulup çıkardı ve bunlara yeni manâlar yükledi, yeni ruhlar üfledi. (…)’

(…) Hz. Şeyh’in (M.İbn Arabî) yüksek ruhâniyetinden istimdât dilediğimizi ve kusurlarımızın da hoşgörüleceğini ümid ettiğimizi hususan belirtmek isteriz. Yüce Allah onun sırrını takdis, yolunu dâim ve himmetini de hâzır etsin. (…)” (s.13-14)

“(…) Bizim ve etrafımızdaki şeylerin var oluşlarının hakikati nedir? Bunlar gerçekten var mıdırlar? Yoksa biz mi onları böyle sanmaktayız? Bizi Yaratan ile bu yaratılış işinden başka bir irtibatımız yok mudur? Âlemin de (kozmoz) Yaratan ile ne irtibatı vardır? gibi sorular işte böylesi, insanoğlunun sorduğu en temel ortak sorulardır. Bunlara verilecek cevapları oluştururken aynı insanoğlu dayanak olarak ya sırf kendi bilgisine veya bütün bunları Var Kılan’ın kendisini elçileri vasıtasıyla veya hicâbın arkasından konuşması sûretiyle bilgilendirmesine sırtını yaslayacaktır. Çünkü Vücûd yani Varlık O’nundur, O’ndandır ve belki de O’dur. Âlem ve biz, O var olduğu için varız, bizim varlığımız O’nun varlığıdır. Biz yoktuk O vardı, sonra o varlığından bir nebze bize de verdi ve biz de O’nunla var olduk. (…) Böylece o Gizli Hazine’nin açılması, zuhûru başlamış oldu. Ancak bu iki mertebede yine ulûhiyyet dâiresi içerisinde bulunduklarından daha O’nun sıfatları, isimleri birbirinden ayrılmamıştı. Zât, sıfatlar ve isimler hepsi birdi. İşte bu ilk ikinin büyük aşkından o sıfatlar ve isimlerin birbirinden ayrılmaları doğmuş oldu. Ve bu mertebede taayyün eden (beliren) her bir sıfat ve isim hâriçteki şeylerin her birinin hakikati oldu. Bu hakikatlerden her biri bir alta inerek basit cevherler olarak tezahür ettiler. El-Bâtın (numen) işte böylece artık ez-Zâhir (fenomen) oldu.

İşte insanoğlunun bu en temel sorularına bir cevap da Müslüman muhakkiklerden Şeyhu’l-ekber ünvanıyla meşhur Muhyiddîn İbn Arabî’den böyle gelecektir. O’nun kendine has diyebileceğimiz ve bir başka müellifte göremediğimiz bu kabil açıklamalarından dolayı da kendisinin bu konuda orijinal bir müellif olduğunu söyleyebiliyoruz. (…)” (s. 17-18)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked