“Dervişlik Bir İç Elbisesidir”

 

Prof. Dr. MAHMUD EROL KILIÇ’ın ANADOLU’NUN RUHU Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları isimli, SUFİ KİTAP’tan 1. Baskısı Ocak 2011’de çıkmış kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Konuşmak, hele sizin dilinizden anlayan bir kişiyle olursa söyleyecek sözü olan için büyük bir keyiftir. Bir de sorular, sorulan kişiyi heyecanlandırıyor ise kapı kapıyı açar, konudan konuya bir cevelan başlar. Konuşturulan havasını bulmuşsa fikir doğumları başlar…

Fakat sonunda bir yerlerde durmak gerektiği ve gazetenin, derginin bu konuşma için ayırdığı fizikî yer hatırlatılır. Bazen sırf o sütunlara sığsın diye saatler süren konuşma kesilir, tıraşlanır, içinden parçalar atılır. Zira ruh bir cesede sığğdırılmaya çalışılır… Kim bilir belki de öyle olmak zorundadır… Zira bu “savt u elfaz” (sözlerin sesi) âlemi için bir kenar sınırı olmalıdır.

Burada kendisiyle konuşulan kişi, dinlerin, her zaman insan eliyle gerçekleştirilen modellemeler yardımıyla anlamlandırıldığına inanır. “Yüce Allah’ın kasdettiği din” ile “kulun anladığı din” arasında farklılıklar vardır. Bu sebepten tasavvuf, ona göre İslâm dini için insan eliyle geliştirilen en kapsayıcı anlam modelidir. Tasavvufa tabir caizse İslâm din felsefesi olarak bakar ve merkeze aldığı bu noktadan hareketle din, felsefe ve siyâset üzerine yorumlar yapar. Konuşmanın temas ettiği sahalar her ne kadar geniş ve dağınık ise de hepsini birbiriyle irtibatlandıran bir ip olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Burada toplanan konuşmalar farklı zamanlarda ve yerlerde yayınlandıkları için yer yer tekrarlar olması kaçınılmazdı. Çok değerli kardeşim Ercan Alkan bu konuşma metinlerini büyük titizlikle bir araya getirdi, tekrarları çıkardı, tashihlerini yaptı ve ortaya bu metin çıktı. Zaten perakende yazıları kitap haline getirme fikri de ona ait olduğu için o olmasaydı belki bu eser meydana gelmeyecekti. Bu sebepten kendisine ziyadesiyle müteşekkirim. (…)” Mahmud Erol Kılıç Ocak 2011

Ezoterik Felsefe: Bir Rehabilitasyon

 

Prof. Dr. MAHMUD EROL KILIÇ ‘ın Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları muhtevalı ANADOLU’NUN RUHU Kitabının (SUFİ KİTAP / Yayına Hazırlayan:Ercan Alkan) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Evvel’e Yolculuk’un mütemmim (tamamlayıcı) bir cüzü olarak düşünülen Anadolu’nun Ruhu, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından çeşitli süreli yayınlar ve internet sayfaları için yapılmış olan söyleşilerin bir araya getirilip gözden geçirilmesi ile vücut buldu. Ana hatlarıyla ezoterizm, tasavvuf ve irfânî geleneğin yapısı, tarîkatların günümüz dünyası ve Türkiyesi’ndeki serüveni, modernite- gelenek düalizmi, söyleşilerin yoğunlaştığı başlıca konular. Söyleşilerin bütününün yaslandığı ana çerçeveyi kabaca şu iki yaklaşıma özgü kılabiliriz: Ekberî-Sûfî yaklaşımla dini ve mâneviyatı yorumlamak, Guenonien perspektifle gelenek ve moderniteyi okumak.

Anadolu’nun Ruhu’nun başlıca konularından birisi olan Ezoterizm antik dönemden itibaren felsefenin ve filozofların temel uğraş alanıdır. Ezoterik düşünce, “İçteki ana prensipleri bilmek suretiyle dışta tezâhür eden oluşların sırlarını çözmek” ilkesinden hareketle her şeyi anlamlandırır. Söz konusu ilke burada bizi iki kavram çiftiyle buluşturur: Felsefe söz konusu olduğunda philosophia perennis, din söz konusu olduğunda ise religio perennis. Kılıç’ın benimsediği Guenonien perspektif, işte bu noktada bize kendisini gösterir. Şu hâlde buna göre philosophia (hikmet sevgisi), köken itibariyle Antik Yunan’dan daha ötelere gitmektedir ve philosophia’nın öğretildiği merkezler ise inisiyasyona tâbi yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır; aslında bu durum, gelenekselci düşünürlere göre Rönesans’la birlikte manipüle edilmiş bir hakikattir.

Ezoterik bakış açısına göre Mahmud Erol Kılıç, tasavvufu İslâm dininin arkeolojisi olarak tanımlar. Ekberî yaklaşımla ezoterik bakış açısının örtüştüğü nokta işte burasıdır. Ekberî yaklaşıma göre din katmanlı/mertebeli bir yapıya sahiptir. Şerîat-Tarîkat-Hakîkat-Marifet. Burada kişiye, ilk düzeyde, satıhta, formel olanda takılıp kalmamak salık veriliyor. Dolayısıyla şerîat ve tarîkattan hakîkat ve marifete, sûretten manâya, zâhirden bâtına doğru bir yolculuğa çıkmanın gerekliliği öneriliyor. Bu bağlamda yolculuk denilen şey kutsalla irtibatlı, kuşatıcı üst bir metafizik tema hâline dönüşüyor. Hiç şüphesiz bu manâda tasavvuf geleneği, düşünce tarihinde eşine az rastlanacak tematik bir zenginliğe sahiptir. Seyr-sâir, sülûk-sâlik, tarîk, tarîkat, makâm, menzil, sefer, vatan, vuslat, hicret, devir, urûc, nüzûl vb. yolculuğun anlam haritasının çizildiği temel kavramlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Kılıç’a göre aslında doğmuş olmak, büyüyor olmak nihâyetinde ise ölüyor olmak yâni hayat sürüyor ve hayâtı sonlandırıyor olmak, tüm canlıların kaçınılmaz olarak bir yolculuğun içinde yer aldıklarının bir göstergesidir; kısacası, ona göre, herkes bir bakıma biyolojik anlamda da seyr ü sülûk etmektedir.

Geleneğimizde manevî yolculuğun/ seyr ü sülûkun yapıldığı mekânlar olarak tarîkatları görüyoruz. Cumhuriyet Türkiyesi’nde yasaklı olan bu mekânlar dolayısıyla birtakım sorunlarla karşılaşılmaktadır : İlki, bireylerin maneviyat eksikliklerini gidermede alternatif olarak Uzak Doğu kökenli oluşumlara yönelmeleri, sahte-inisiyatik grupların çoğalması ve bunların serbestçe faaliyette bulunmaları; diğer taraftan İslâmî tarîkat yapılarının önce cemâate sonrasında ise iktisâdî yapılanmalara evrilmesi. Bütün bu fizikî problemlere rağmen Mahmud Erol Kılıç’a göre tarîkatların hâlen ma’neviyat yanı güçlüdür. Geleneğin ihmal edilmemesi gereken boyutu da bu ma’neviyat yönüdür. Ma’neviyat ocakları olan tarîkat yapılarının Anadolu bilgeliğinin oluşumundaki katkıları azımsanmayacak orandadır. Ma’neviyata teşne olan Anadolu insanı, bilge kimselere daima kucak açmıştır; irfânın nazlı bir gelin gibi olduğu bilincinden hareketle büyük âriflerin irfânına iltifat etmiştir. Özellikle Mevlânâ ve İbn Arabî Anadolu insanının gönlünü besleyen iki büyük âriftir. (…) Ancak Mevlânâ’dan söz ederken bile Mahmud Erol Kılıç, Ekberî yaklaşımdan uzaklaşmaz. (…) Kılıç’ın bu söyleşiler bütününde vermiş olduğu mesaj ise çok net: Günümüz Müslümanlarının Mevlânâ ile barışmaları gerekiyor. (…)

Kitabı yayına hazırlarken söyleşilerde bağlamı gözetmek adına birtakım tasarruflara da gidildi. Bununla beraber metnin bütününde yine de tekrar gibi gözükebilecek yerler var ise, bu durum söz konusu metnin bağlamından kaynaklanan bir gereklilikten ötürüdür.

Hakikat kendi kendisini gösterdiği gibi yanlışı da gösterir.”

Hz.Peygamberin (s.a.v.) şerefli isimleri

 

Muhammed- Ahmed-Hâmid- Mahmûd- Ahyed- Vehıyd-Mâhın- Hâşirun-Âkıbun-Tâhâ- Yâsîn-Tâhirun- Mutahhirun- Tayyibun-Seyyidun- Resûlun- Nebiyyun- Errahmeti- Kayyimun- Câmiun- Muktefin- Mukaffen-Resûlürrahmeti-Resûlürrâhati-Kâmilun-İklîlun-Müddessirun- Müzzemmilun- Abdullah-Habîbullah- Safiyyullah- Neciyyullah-Kelîmullah- Hâtemü’l enbiyâ-Hâtemürrusûl-Muhyîn- Müneccî- Müzekkirun-Nâsırun-Mensûrun-Nebiyyurrahmeti- Nebiyyuttevbeti-Harîsunaleyküm-Ma’lûmun-Şehîrun-Şâhidun-Şehîdun- Meşhûdun- Beşîrun- Mübeşşirun-Nezîrun-Münzirun-Nûrun-Sirâcun-Misbâhun-Hüden-Mehdiyyun- Münîrun-Dâın- Med’uvvun- Mucîbun-Mucâbun-Hafiyyun-Afuvvun-Veliyyun-Hakkun-Kaviyyun-Emînun-Me’mûnun-Kerîmun-Mükerramun-Mekînun-Metînun-Mubînun-Muemmilun-Vusûlun-Zû kuvvetin-Zû hurmetin-Zû mekânetin- Zû ızzetin-Zu fadlin-Mutâun-Mutîun-Kademü sıdkın-Rahmetün- Büşrâ-Ğavsun-Ğaysun-Ğıyâsun-ni’metullah-Hediyyetullah-urvetün vüskaa-Sırâtullah-Sırâtun müstekıym-Zikrullah-Seyfullah-Hızbullah- Ennecmüssâkıb-Mustafâ-Müctebâ-Müntekâ-Ümmiyyun-Muhtarun Sallallâhü aleyhi ve selleme aleyhi ve alâ âlihittâhirîne ve selleme.

Sadreddin Konevî’nin “Tasavvuf Metafiziği”nin başlarından birkaç alıntı

 

Orijinal adı Miftâh-ı Gaybi’l-Cem Ve’l-Vücûd olan ve Prof. Dr. Ekrem Demirli tarafından tercüme edilmiş, İZ Yayıncılık’tan İstanbul’da 3. Baskısı 2009’da gerçekleşmiş bulunan eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Öncelikle özet bir giriş ile başlıyorum ve bunun arkasından ezelî kader ilmine göre varlığın aslî tertibini açıklayacağım.

Sonra aslî kuralları; küllî, yüce ve ilâhî önemli kaidelerin esaslarını belirteceğim.

İnsân-ı Kâmilin hâli, mertebesi ve alâmetleriyle ilgili bir takım şeyleri zikredeceğimiz bölümde ise kitap sona erecektir. Çünkü insân-ı kâmil gâî (gaye ile ilgili) illet (sebep) ve son varlıktır. İlklik, onun mertebesinden ortaya çıkar; o, kevnî (varlıkla ilgili) ve rabbânî iki denizin bileşimi, imkânî ve vücûbî (bırakılması mümkün olmamayla ilgili) iki makâmın aynasıdır.

Allah, hakkı söyler ve dilediklerini sırât-ı müstakime ulaştırır. ” (Özet Giriş‘ten)

Kerîm Kur’an’dan anlamlarıyla birkaç âyet

 

“Muhakkak yeryüzünde debelenen hayvanların Allah katında en kötüsü küfredenlerdir. Onlar iman etmezler.” (el-Enfâl, 55) (Âyetlerde geçen küfür, ‘inkâr’ anlamında; küfredenler inkâr edenler olarak anlaşılmaktadır.)

“O küfredenler aslâ sanmasınlar ki, Allah’ın azabından kurtulmuşlardır! Şüphesiz onlar (bizi) âciz bırakamazlar.” (el-Enfâl, 59)

“Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a güven. Çünkü işiten, bilen ancak O’dur.” (el-Enfâl, 61)

“Bir de görseydin melekler o küfredenlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve Tadın cehennem azabını! diyerek nasıl canlarını alıyorlardı!” (el-Enfâl, 50)

“Kim (sadece) dünya hayatını ve ziynetini isterse, biz öylelerine amellerinin karşılığını burada tamâmen öderiz. Bu hususta onlara cimrilik yapılmaz.” (Hûd, 15)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi topyekûn imân ederdi. O halde sen, mü’min olsunlar diye insanları zorlayacak mısın?” (Yûnus, 99)

“Sakın Allâh’ın âyetlerini yalanlayanlardan olma! Sonra hüsrâna düşenlerden olursun.” ( Yûnus, 95)

“Onlara bütün mûcizeler gelse bile, tâ acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.” (Yûnus, 97)

“Şüphesiz ki Allah insanlara hiç zulm etmez. Lâkin insanlar kendilerine zulm ederler.” (Yûnus, 44)

“Sizi Allah yarattı, sonra da sizi O öldürecektir. Sizden bâzınız da en aşağılık ömüre kadar vardırılır ki, biraz ilimden sonra, hiçbir şey bilmez olsun! Şüphesiz Allah, her şeyi çok iyi bilir ve tam kudret sâhibidir.” (En-Nahl, 70)

“Biz bu kitabı sana ancak ihtilâf ettikleri hususları onlara beyan edesin ve imân edeceklere bir hidâyet, bir rahmet olsun diye indirdik.” (En-Nahl, 64)

“Rahmân’ın kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde vakâr ve tevazu ile yürürler. Câhiller kendilerine bir lâf attıklarında selâmetle! derler.” (El-Furkan, 25/63)

“Onlar ki, Rablerine secde ediciler ve kâimler olarak (namaz kılarak) gecelerler.” (El-Furkan, 25/64)

“Ve onlar ki, Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını sav! Çünkü onun azabı dâimîdir! derler.” (El-Furkan, 25/65)

“O, iki denizi (birbirine) salıverendir. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir; bu tuzludur, acıdır. (Allah) aralarına da kudretinden bir engel ve birbirine karışmayı önleyen bir perde (Berzah) koymuştur.” (El-Furkan, 25/53)

“Böyle iken kâfirler, Allah’ı bırakıp kendilerine zararı ve faydası olmayan şeylere tapıyorlar. O kâfir de Rabbinin aleyhine (şeytana) yardımcı olmaktadır (bundan murad Ebû Cehil’dir).” (El-Furkan, 25/55)

“Biz senden önce peygamberleri başka şekilde göndermedik. Elbet onlar da yemek yiyorlar, çarşılarda dolaşıyorlardı. Bir de, bakalım sabredecek misiniz diye, bazınızı bazınıza fitne yaptık (bazınız fakir, bazınız zengin oldu). Senin Rabbin çok iyi görendir.” (El-Furkan, 25/20)

De ki: “O (Kur’ân)ı, göklerde ve yerdeki bütün sırları bilen Allah indirdi . Gerçekten O çok bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (25/6)

“Fakat onlar kıyameti yalan saydılar. Biz ise kıyameti yalanlayanlara çılgın bir ateş hazırladık.” (El-Furkan, 25/11)

“Öyle ki, bu (ateş) onları bir yerden gördüğü vakit onlar bunun fokurtusunu ve uğultusunu işitirler.” (El-Furkan, 25/12)