İsm-i A’zam Duası hakkında

 

Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm: “İsm-i A’zam’la yapılan duâ kabul olunur, istenince verilir.” Müslüman bir kul, İsm-i A’zam’ı okuyarak Allah’tan ne isterse Allah Teâlâ ona cevap verir. “Dergâhına kalkan elleri Allah (c.c.) boş olarak geri çevirmez.” buyurmuştur. O bize doğruyu söylemiştir. Çünkü O’nun sözü ilâhî vahye dayanır. Eğer ellerimiz boş çevriliyorsa bizde bir noksanlık olduğunu düşünmek gerekir. Yüce kapının tokmağına dokunmayı bilemiyoruz. Kapı açılmadı diye de hemen kapıyı terk ediyoruz. Ağlamayan çocuğa meme verilmediğini düşünemiyoruz. Eyyüb Aleyhisselâm’ı hatırlamıyoruz. Kapının açılması için evvelâ yenilenin, içilenin, giyilenin helal olması lâzımdır. Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve Sellem: ” Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram; ellerini açmış duâ ediyor. Bu hali ile nasıl kabul olunur?” buyurmuştur. Yaptığımız duânın kabule şayan olmasının şartlarında biri de lisân ve kâlbin birlikte hareket etmesi ve Allah (c.c.) dan başkasının kâlp evinden tahliye edilmesi gerekir. Gâfil bir kâlp ile yapılan duanın etkisi görülmez. Gâfil bir kâlp ile yapılan duânın etkisi görülmez. (…) Cenâb-ı Hakk’ın azametini bilerek zikredilen O’nun her ismi, İsm-i A’zam’dır. İki cihanda mesudâne bir hayat temini için yapılan duâ İsm-i A’zam’dır. Allah’ın, Peygamberlerin, Müslümanların katmerleşmiş düşmanlarının kahrolması için İsm-i A’zam’ı okumalıyız. Velhâsıl Allah’ın rızası olan her şey için okumalıyız. Ancak süflî işler için İsm-i A’zam duasını okumaktan kesinlikle kaçınmalıyız. Bu mübarek duâyı okuduktan sonra hacetinizi söylemeyi unutmayınız. Bu mübarek duâyı Allah’a (c.c.) ve Rasûlüne (s.a.v.) gönül vermiş olan siz Müslüman kardeşlerimizin daha kolay faydalanması için kaynak eserlerden bir araya getirdik.

TV’de “Özgür Özel’den şikayete devam mesajı: “Dünyaya rezil edeceğim seni. Türkiye bir sivil darbe sürecindedir.”

 

CHP genel başkanı Özgür Özel bu sözleri sarfetmiş: “Dünyaya rezil edeceğim seni”, “Türkiye bir sivil darbe sürecindedir”. Başka sözleri de var aynı coşku halinde söylenmiş. Ne ki TV ekranını “İngiltere’de kaos! Araç insanları ezdi” haberi kapladı. Ardından da: “Macron feleğin tokatını mı yedi? Ahmet Hakan Konukları ile değerlendiriyor” Böylece diğer başlıkları yazamadım. Ama Özgür Özel’in sarfettiği sözleri hayretle karşılamadım. Ona özgü, beklenir sözler. Hiç yadırgamadım. Konuşması, sözleri hep böyle. Daha hiç önemsediğim, düşündürücü bulduğum bir sözüne rastlamadım. Sözgelimi “Türkiye bir sivil darbe sürecindedir” sözü anlamsızdır ve izahı mümkün değildir. Merhûm Bülent Ecevit de bir zamanlar CHP’nin Genel Başkanıydı; günümüzdeki genel başkanla hiç karşılaştırılabilir mi? Ortak yanları var mıdır sorusu dahi sorulabilir mi? Ecevit hem entelektüel bir insandı, hem de değerli bir siyasetçiydi. Özgür Özel’in tahminimce en takdir ettiği siyasetçi ise E. İmamoğlu’dur. Tahsili hakkında, diploması hakkında ne denilirse denilsin, İmamoğlu onun için çok önemli bir şahsiyettir. Bunun böyle olduğunu kendisi yansıtıyor. O’na hayran görünüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için söyledikleri hiç önemli değil, kendi niteliğini, seviyesizliğini yansıtır o sözler. CHP’lilerden bile takdir alamadığını, o sözlerini iyi karşılamadıklarını tahmin ederim. Türkiye Özgür Özel’e göre “sivil darbe sürecinde” bir ülke. Yani askerî bile değil de sivil bir darbe sürecinde diye niteliyor ülkemizi, bu ülkenin insanlarını ! Türkiye’yi, Türk milletini söylediği sözler ne kadar tanıdığını gösteriyor !

” Kim Daha Bilgilidir? “

 

Prof. Dr. Ekrem Demirli‘nin Fikriyat’tan çıkan “BİR MEKTUP GELDİ ONDAN Kur’an’ın Anlamına Yolculuk ” kitabının “KİM DAHA BİLGİLİDİR?” başlıklı bölümünden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Her insan kendinden daha bilgili birinin olabileceğini düşünerek haddini öğrenir; bu acizlik insanı daha büyük bilgiye götürmezse basit bir hoşgörünün sebebi olabilir. Birinci bilgi şeriatın ve hayatın bize öğrettiği bilgi iken ikinci bilginin hakiki olarak idraki birinci bilgiyi ahlaka döndürmekle mümkündür (marifet). (…)”

” Kur’ân-Kerîm’de takibi güç konulardan birisi Hz. Hızır ile Hz. Mûsâ bahsidir diyemeyiz belki, lakin üzerinde en çok söz söylenen konuların başında o gelir. (dipnot: Kehf, 60-82) (…) Her görünenin görünmeyen yanı varsa ve Hz. Mûsâ dahi onu fark etmiyorsa sıradan insanlar ne yapacaktır? Görünmeyeni bir bilen var olduğuna göre de nübüvvet kendi kendini zora düşürerek bilmediğimiz biri lehine (Hızır ve onu takip ettiğini iddia edenler mesela) makul ve ‘anlaşılır’ zemini tezyif etmiş (değersiz göstermiş) olacaktır. Öte yandan peygamberlik bize ‘bâtın’ (iç, gizli) bilgisini ihmâl eden veya onunla çelişen bilgi getirmişse, şeriatın derinliği ve hakikiliği ne olacaktır. Şeriat aşılması gereken ‘hakikatin gölgesi’ veya ‘geçici bir menzil’ mi olacaktır? Kanaatimce tasavvufun İslâm düşüncesinde ve toplumunda bereketini yitirmesinin en önemli nedenlerinden birisi bu kıssanın ‘zahirî’ yorumundan devşirilen zâhir-bâtın karşıtlığı idi. Her şeyden önce bu sohbetin -yolculuk- Hz. Mûsâ’nın hayatında olduğu gibi Hz. Hızır’ın hayatında da bir terakki vesilesi olduğunu unutmamak gerekir. İkisi cihetinden de yolculuk, en çok bilene doğrudur: Allah’a… Bize anlatılanlar daha çok Hz. Mûsâ’nın ‘öğrendikleri’ ile ilgilidir ; çünkü vahiy bilgisini getirecek olan odur. Biz Musevî isek onun öğrendikleri bize lâzımdır. Bu itibarla hikâyenin kahramanı Hz. Mûsâ’dır. Başka bir anlatımla kıssa Hızır-Mûsâ kıssası değil, Hz. Mûsâ’nın ‘Hızır Dersi’dir. Yahut da Mûsâ-Hızır kıssasıdır. Hz. Hızır’ın bir peygamberden bir şey öğrenmemesi düşünülebilir mi? Biz onun ne öğrendiğini bilmiyoruz lakin bilebildiğimiz, İbnü’l-Arabî’nin yorumuna göre, ‘ayrılma’ sebebi bile Hz. Mûsâ’nın hüküm vermesidir: Kim olursa olsun Peygamber buyruğu onu bağlar. (dipnot: İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, s. 215-218.) Bunun yanı sıra her ikisi için yolculukta ‘zevk edilen’ şey, bilginin gerçek sahibidir. Her insan kendinden daha bilgili birinin olabileceğini düşünerek haddini öğrenir; bu acizlik insanı daha büyük bilgiye götürmezse basit bir hoşgörünün sebebi olabilir. Birinci bilgi şeriatın ve hayatın bize öğrettiği bilgi iken ikinci bilginin hakiki olarak idraki birinci bilgiyi ahlaka döndürmekle mümkündür (marifet). İnsanın bilgideki acizliğini sofistçe bir tereddütten ahlâki devrime (kimyâ-i saâdet) taşıyan şey kişinin, yegâne bilenin Allah olduğu idrakidir. Bunu öğrenmekle insanın insan üzerindeki hükümranlığı sona ererken otoritesinin kaynağını bilmediğimiz güçlerin etki alanları sınırlanır. “



Merhûm Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Aziz Kur’an isimli çeviri ve açıklama içeren kitabından alıntılar

 

Beyan Yayınları’ndan çıkan Çeviri ve Açıklama içerikli (Çevirenler : Yrd. Doç.Dr. Abdülaziz Hatip- Mahmut Kanık, Editör : Ahmet Baydar, Dil ve Yazım : N. Ahmet Özalp) eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Özgün metin: Le Saint Coran Çağımızın en saygın İslâm bilginlerinden biri olan Muhammed Hamidullah’ın Fransızca Kur’an çevirisi, bir Müslüman tarafından yapılan ilk sözcüğü sözcüğüne / harfi harfine çeviri sayılabilir. Hamidullah Hoca bu çeviriyi yapmağa, Batı’daki çevirileri inceleyip yetersizliklerini gördükten sonra karar vermiş, Le Saint Coran adıyla yayımladığı (1958) çalışması, haklı bir ilgi görmüştür. Bugüne kadar onbeş baskı yapması, bu ilginin somut bir kanıtıdır.

Bir dilci, bir sanatçı olmamasına karşın dört dili kitap yazabilecek bir düzeye kadar bilmesi, ilgili literatürü yakından izlemesi ve yapılan çevirileri dikkatle incelemesi, onu dil üzerinde önemle durmağa götürmüş; yaptığı çeviride, Kur’ân’ın tüm dil ve anlatım özelliklerinin bire bir aktarılması yöntemini seçmesine neden olmuştur. Le Saint Coran incelendiğinde, bu seçimin sonuçları açık biçimde görülür. (…)

Kur’an metni, yazılı bir kültürün değil sözlü bir kültürün ürünüdür. (…) Hamidullah’ın yöntemi, onun, her âyeti, kaynak metinde olduğu gibi anlamlandırması, söz diziminin sürdüğünü noktalama işaretleriyle göstermesi şeklindedir. (…)

Le Saint Coran’ın çevirisi

Çeviri metin: Aziz Kur’an Le Saint Coran’ın Aziz Kur’an’a dönüştürülmesine katkıda bulunanların, en çok bu konudan söz etmekte çekingen davranacakları açıktır. Bununla birlikte, okuru bilgilendirmenin kendileri için kaçınılmaz bir görev olduğunun da bilincindedirler.

Bu çeviri, üç yılı aşan bir çalışmanın ürünüdür. Bu sürenin yaklaşık altı ayında, tam bir ekip çalışması yürütüldü; çeviri metnin, hem kaynak metne, hem de Türkçe’nin anlatım koşullarına olabildiğince uygun bir yapıya kavuşması için çaba harcandı. Tüm bu süreç dahilinde Muhammed Hamidullah’ın uyguladığı yöntem izlendi. (…) Sonucun, birçok okur için şaşırtıcı gelebileceğini kabul ediyoruz. (…) Ama her şeyden önce şunu hatırlatmalıyız: Bu çeviride uygulanan yöntemin temel yaklaşımı, metni okura değil okuru metne götürmektir. M. Hamidullah, okura alışkanlıklarına ters düşen bir metin sunuyor ve bunu okumaya, anlamaya çağırıyoruz. Bu metinde okur, şimdiye değin bir Kur’an çevirisinde hiç rastlamadığı “gösterge,öykü, anlatı” gibi kimi sözcüklerle karşılaşacaktır. Hamidullah hocanın “âyet” sözcüğü için seçtiği iki ayrı anlam birbirine karışır, anlamın birisi kaybolurdu. Arapçadaki “zikir” sözcüğü çoğunlukla “hatırlatma” sözcüğüyle karşılanıyor ve sözcük Kur’anı belirttiğinde, özel ad olarak yazılıyor. Dahası notlarda da bunun gerekçesi açıklanıyor. Hamidullah’ın tutumuna örnekler: Kur’an: okuma, İslâm: teslimiyet, ceza tümüyle karşılık, “azap”ın, her zaman ceza olarak çevrilmesi, Hamidullah’ın tutumuna birkaç örnek. Bunlar okuru şaşırtacağı gibi düşünmeğe de yöneltecektir. Bizi sigaya çekecekler için açıklama yapalım: Hiçbir sözcüğü kolayca ve iş olsun diye seçmedik. Seçilen sözcüğün, geçtiği tüm âyetlerde aynı işlevi yerine getirip getirmediğini denedik. Çekingen, dahası korkak davrandığımız bile söylenebilir. Az daha bizim zakkum’u feda edecektik. Kısacası biz, sözcüklerin kökeninden çok anlatımdaki anlamı aktarmaktaki işleviyle ilgilendik. Aziz Kur’an yöntemiyle, yaklaşımıyla bir ilk örnek, özgün bir çalışma. Hamidullah’ın onca birikiminin, emeğinin bir ürünü. Bu gerçekten yetkin çalışmayı gerektirdiği ölçüde doğru, yeterli ve güzel bir biçimde aktabildiğimizi söyleyemeyiz. Bütün çabamıza karşın, farkına varmadığımız yanlışlar yapmış olabiliriz. Bu çalışmayı sonlanmış bir çalışma olarak görmüyoruz. Tersine, üzerinde sürekli çalışılması, yanlışlardan arındırılması, sürekli yetkinleştirilmesi gereken bir çalışmanın ilk adımı olarak görüyoruz. Bu nedenle eleştirilerin de bu çalışmaya önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Başarı Allah’tandır .

Yayın Kurulu



Düşünce, siyaset, ahlâk ve algıda düzey düşüklüğü ve niteliksizlik

 

Yerel yönetimlerde, siyasî ortamda, basın-yayın âleminde, başlıkta belirttiğim anlamda bir seviye yüksekliğinden söz etmemiz maalesef mümkün değil. Onun için tartışmaların, sohbetlerin; dergilerde, gazetelerde çıkan yazıların merakla, ilgiyle okunması ve dolayısıyla bu etkinliklerin seviye yükselmesine yol açması bu türlü bir gerçekleşme yönünde ışıltılarla heyecan ve umut dünyamızı etkileyip beklenti içinde olanları umutlandırıyor.

Tam aksine olumsuz ve kötümserliğe sebep olan olaylara da tanık olunuyor. Bazı isimler daha önce bulundukları makamlarda görevleri sırasında olumsuz anlamda ünlenmeleri sebebiyle dillere düşüyorlar. İnsanların umutları ve iyimserlikleri karamsarlığa dönüşüyor. Sanki görevlerini bihakkın yaparlarsa halka umut ve iyimserlik vereceklerini hiç düşünmüyorlar mı !?

Kendilerinden olumlu ve takdirkâr anlamda söz edilenler mi daha önemsenir, saygın görülür ; yoksa olumsuz ve değersiz bilinenler mi ? Belki olumsuz ve değersiz kimseleri de bu özellikleriyle beğenenler vardır. Yolsuzluk yapmak, hele bunu takdir edilesi bir meziyet olarak görmek, yolsuzluk yapanı önemsemek nasıl bir anlayış ve ahlâktır? Ne yazık ki böylelerinin varlığı da bir hakikattır.

Ahlâklı, dürüst, çalışkan, başarılı insanlar hep o meziyetleriyle anılırlar. Onlarla gurur duyulur. Elbette onlarla arkadaşlığın zevki ve tadı başkadır.