Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III’den (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı- Dr.merhûm Selçuk Eraydın, İFAV 6. Baskı) ‘kader’ ve ‘kazâ’ hakkında alıntılar

 

Bil ki, ‘kaza’ Allah’ın eşyâda (şeylerde) hükmüdür. Ve Allah’ın eşyâda hükmü, Allah’ın eşyâya ilişkin ve eşyâda olan ilminin haddi (sınır, tarif) üzeredir. Ve Allah’ın eşyâda olan ilmi dahi, ma’lûmat nefislerinde ne hâl üzere sâbit idiyseler, o ma’lûmâtın Hakk’a i’tâ ettikleri (verdikleri) şeyin haddi üzeredir. Yani Hak ahadiyyet zâtında mündemic (içkin) olan bi’l-cümle ilâhî sıfatlar ve isimlerinin kuvveden (potansiyel) fiile zuhûrunu murâd eyledikte, rahmânî nefes ile, o isimlerin mazharlarının (zuhur yerleri) sûretleri ilâhî ilimde peydâ ve herbirerleri ilmen müteayyin (belirmiş) olup, birbirinden mümtâz (seçkin) oldular. (…) Ve o eşyâ, saadet ve şekavetten (mutsuzluk) ve îman ve küfürden (inkâr) ve ikbâl ve idbârdan ve kemâl ve noksandan ve sâir hâller ve gereklerinden ilâhî ilimde ne sûret üzerine belirmiş oldular ve Hak onları ne sûret üzerine bildi ise, onlar hakkında o bakımdan hükm eyledi. Demek ki Hakk’ın bilinen eşyâ üzerindeki hükmü, o şeyler zâtî istidâdlarıyla Hakk’a ne vermiş iseler, o verdikleri ilmin sınırı üzeredir. İşte ‘kazâ’ budur; ve bu hükümde tevkît (vakitlendirme) yoktur. Zîrâ bu hüküm, Hakk’ın zâtının aynı olan ilâhî ilimde nefisleriyle yok olan eşyâ üzerinedir. O mertebede ise zaman ve mekân yoktur.

“Türk olarak bildiklerimiz toplum selâmetini İslâm ahlâkında arayan insanlar idi.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “ENKAZ DEVR ALMAK” başlığıyla çıkan 7 Rebiülahir 1444 (2 Kasım 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=147&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki başlığı teşkil eden o yazının ikinci paragrafının son cümlesidir) oluşturacak bu yazıyı.

İsmet Özel’in “zor zamanda konuşmak” isimli kitabından (dergâh yayınları, Birinci Baskı: Ocak 1984) alıntılar

 

“Günlük fıkra yazarı Türkiye’ye özgü bir yaratık. Kimdir? Niçin hergün okuyucunun karşısına çıkar? Söyledikleri bir yaraya melhem olur mu? Bunlar cevaplandırılması zor sorular. (…) Açıkçası, siyasi çekişmeler içinde günlük fıkra yazarı kendinden ne beklenildiğini çok iyi bilerek görev saydığı işi yürütür. Görevi nedir diye mi soruyorsunuz? Şudur: Kendine ‘helâl olsun, çok iyi yazmış’ dedirtmek.

Ama ya günlük fıkra yazarı nabza göre şerbet vermeyi reddetmiş, yalnızca doğru bildiğini ve fakat ancak doğru bir dille yazacağına inanmış biri ise? Böyle birisinin fıkra yazarlığıyla ne ilgisi var, diyebilirsiniz. Bu sorunun cevabını ben biliyorum. Ama söylemem. Söylersem bu yazının tadı kaçar. Halbuki şerbet tatlıdır. (…)” (s.9)

Kur’ân-ı Kerîm’den (Tevbe sûresi) meâlen(anlam olarak) sekiz âyet-i kerîme

 

“(münâfıklar kasdedilerek) Sizden öncekiler gibisiniz ki, onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlâtça sizden daha çok idiler. Onlar dünya hayatından nasipleri kadar zevk sürmeye bakmışlardı. İşte sizden öncekiler nasıl nasipleri ile zevk sürdülerse, siz de öyle nasibinizle zevk sürmeye baktınız. Siz de onların daldığı gibi daldınız. Onlar öyle kimselerdir ki, dünyada da âhirette de amelleri (yapıp ettikleri) boşa gitmiştir. Ve işte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Tevbe, 9/69)

“İnsân-ı Kâmil”(Müellif: Abdülkerim el-Cîlî, Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına Hazırlayanlar: Yrd.Doç.Dr. merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yayıncılık, 4.Baskı; 2015) alıntılar

 

“İbnü’l Arabî’de olduğu gibi Cîlî’nin görüşüne göre de İnsân-ı Kâmil (asıl olarak –a.a.-) varlığın başlangıcından ebediyete kadar tekdir. Sûretleri itibariyle ise çoktur ve her zamanda o zamanın sâhibi sûretinde zuhur eder ve onun ismiyle isimlendirilir. Ancak gerçek ismi Muhammed, künyesi Ebu’l-Kasım, özelliği ise Abdullah’dır. (…)” (s. 17)