Şuarâ Sûresi’nden manâlarıyla bazı âyetler

 

“(Resûlüm!) İman etmeyecekler diye neredeyse kendini yiyip bitireceksin.” (26/3)

“Firavun dedi ki: ‘Âlemlerin Rabbi de nedir?’ ” (26/ 23)

” (Musa:) ‘Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir, eğer kesin olarak gerçeği bilen kimseler iseniz.’ dedi.” (26/ 24)

” (Musa: ‘O) sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbidir.’ dedi.” (26/26)

“(Firavun:) ‘Andolsun ki, benden başka bir ilah edinirsen, kesinlikle seni zindana atılanlar arasına koyarım.’ dedi.” (26/ 29)

“(Musa:) ‘Sana apaçık bir şey (bir delil) getirsem de mi?’ dedi.” (26/30)

“Sihirbazlar (oraya) gelince Firavun’a: ‘Eğer üstün gelenler biz olursak bize mutlaka bir mükâfat var, değil mi?’ dediler.” (26/41)

“Yoldan çıkmışların eğlendikleri mahalde doğan Batı medeniyeti savaşın tabiatını değiştirdi.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “NİÇİN DÜNYA TARİHİ YOK VE FAKAT DÜNYA SAVAŞLARI VAR ?” başlıklı ve 23 Rebiülevvel 1444 (19Ekim 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=143&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamaların ( bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafının ilk cümlesi olarak alıntılanıp bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacağı bir yazı olacak bu.

” Savaş adını verdiğimiz vakıa çeşitli kavimlerin dünya hayatıyla (giderek modernlik sonrasının dünya sistemiyle) hesaplaşmasının bir adıdır. Medeniyete sahip çıkanlar emek verdikleri değerleri elde tutmak için savaştıklarını iddia eder.  (…)
Savaş olur çünkü yerkürede kendi menfaatlerini başkalarına tasdik ettirme gayretinde bir kavim vardır. 

Bazı kitaplardan seçtiğim bazı sözler

 

“Şahıs ve şahsiyet bakımından müslümanlığını koruma üstünlüğünü elde tutan siyaset adamı öyle bir rota izleyecek ki düşmanlarının nasıl olsa benim korktuğum cihette ilerlemiyor dediği bir sırada hedeflediği noktaya ulaşmış olacak. Ama bunu başarabilmenin ön şartı, bütün manevralar sonunda hâlâ şahıs ve şahsiyet olarak müslümanlığını koruyor olmasıdır.” (İsmet Özel, Neyi Kaybettiğini Hatırla, Şûle Yayınları, Nisan 2000, s. 59)

“İnsanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu farkederek varır. Ama iş burada bitmez, burada başlar.” (İ.Ö., aynı kitabın arka kapağından)

“İnsan hayatta olduğu süre içerisinde kendisi için yaratılmış olan ‘kemâl’ sıfatını elde etmek için çabalamalıdır. Bunun aksine kendi yıkımı için çalışan kimse ise kendisi için yaratılan o şeye erişmesine yine kendisi mâni olmuş olur.” (Şeyh-i Ekber, Mahmud Erol Kılıç, Sufi Kitap, 1.Baskı Kasım 2009, s. 221)

“İyi kötü biliyoruz aslında teslimiyetten neyin kastedildiğini… Burada eksik bıraktığımız şey, bu bilginin içimizde hayatiyet kazanması, bir idrake, bir irfana dönüşmesi…”

 

Gökhan Özcan’ın “Teslimiyetimiz nereye kadar?” başlıklı, 17 Ekim 2022 tarihli Yeni Şafak’ta çıkan düşündürücü özelliği belirgin olan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar ( bunlardan ilki o yazının dördüncü paragrafından iki cümlelik bir alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

” Müslüman olanın Allah’ın iradesine teslim olmak gibi bir mükellefiyeti var. Bu mükellefiyetin gereğini dil ile ikrar kolay da, bunu bir şuur, bir hal, bir meleke olarak gönlümüzde yaşatmak o kadar kolay değil. (…)
Başımıza bir iş geldiğinde, o anın sıcaklığıyla güzelce düşünüp taşınmadan ağzımıza geleni söyleyiveriyor, hepimiz dile getirmesek bile, ‘neden ben/neden biz’ isyankarlığı içimizde kendine bir yer bulabiliyor. 
Muhasebesini iyi kötü yapabilenlerimiz teslimiyetini gölgeleyen bu cılız ya da gür isyanı tespit edebiliyor, kendini suç üstünde yakalayabiliyor. (…)

Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin “Mesnevî Hikâyeleri” isimli kitabından (Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken Neşriyat 17. Basım 2022) alıntı olarak iki hikaye

 

Bir kadı’nın kadılıktan şikâyet etmesi, vekilinin de ona cevap vermesi

“Bir kadıyı bir yere tayin ettiler. O ağlamaya başladı. Vekili kadıya; ‘Kadı efendi, neden ağlıyorsun? Şimdi senin ağlamak, feryâd etmek zamanın değil; bir yerde vazife verdikleri için sevinmen, neşelenmen, tebrik edilmen zamanıdır.’ dedi. Kadı âh ederek dedi ki: ‘Kendi gönlüne hâkim olamayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl kadı olur da hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında, bir câhilden başka bir şey değildir ki… Mahkemeye gelen iki hasım, aralarında geçen vak’ayı bilmektedirler. Zavallı kadı, o iki tarafın hilelerini, oyunlarını ne bilsin?.. O, hasımların hâllerinden câhil ve gâfildir. Böyle olduğu hâlde kanlarına ve mallarına nasıl hüküm verir?’. Vekili dedi ki: ‘Hasımlar bilgilidirler. Yani aralarındaki hadiseyi bilirler. Fakat her biri öbürünü mahkûm etmek hırsı ile illetlidir, hastadır. Sen câhilsin, yâni onların vak’asını bilmezsin ama, onların hırsı, illeti sende olmadığı için, sen şeriatın mumusun. Çünkü sen ara yerdesin, illetli değilsin, kötü bir niyetin yok. Onlardaki hırs da sende yok. İşte o ferâgat, o yokluk senin için göz nûru olur. O iki bilgiliyi, yâni aralarındaki davayı bilen iki hasmı garazları kör etmiştir. Garaz illeti, onların bilgisini göstermez, işe yaramaz bir hâle getirmiştir. İlletleri, sanki onların bilgilerini mezara tıkamıştır. Kinsiz, garazsız oluş, bilgisizi bilgin yapar. Hâlbuki kin ve garaz bilgiyi eğri bir hâle koyar, zulmeder bir hâle getirir.”