Yaman Arıkan’ın “Abdulkadir Geylânî’nin Sohbetleri(El-Fethurrabbânî’nin(h.545-546/ m.1150-1152) tercümesi ” kitabının(Uyanış Yayınevi, 1985) başlarından alıntılar

 

“Mukadderâtta olan şeyler başa gelmeğe başladığında, azîz ve celîl olan Allah’a itirazlarda bulunmak; dînin, tevhîdin, tevekkül ve ihlâsın ölmesi demektir. İnanan bir kalb kader karşısında ‘Niçin, Nasıl, Neden’ gibi kelimelerle başlayan soruları aslâ sormaz. Mukadderâtta olan şeyler vuku buldukça, söylediği sadece şu olur: Evet. Allah’ın takdiri vuku bulmuştur.

Nefs, bütün varlığı ile kadere karşıdır; Allah’ın takdiri ile çekişme halindedir, hep kadere karşı çıkar, itirazlarda bulunur. Nefsini ıslah etmek isteyen onunla savaşır, taa onun şerrinden emin oluncaya kadar. Eğer ıslah yolunda kendisiyle savaşılır, ve mutmain hale getirilirse, yani menfî eğilim ve ihtiraslarından arındırılırsa, bu takdirde o hayır içinde hayır olur. İşte bu hâle geldiğinde ona dönük ilâhî hitap (meâlen) şu olur: ‘Ey hakikate ermiş nefs (rûh)! Dön Rabbine, sen O’ndan râzı, o da senden râzı olarak.’ (Fecr, 89/27-28)

“Şiiri tanımakla kalmadım. Kendimi de şiire tanıttım.”

 
İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ‘ALIN TERİ GÖZ NURU’üst-başlığı altında ‘İP FIRLATILMIŞ; AMA NEDENSE TUTULMAMIŞ’ başlığıyla çıkan 26 Muharrem 1444 (24 Ağustos 2022)tarihli yazısının(http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/lsmet Ozel?ld=135&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (ilk alıntı da o yazının ikinci paragrafının sonuna doğru ard arda iki kısa cümle olarak başlığı teşkil ediyor) oluşacak bu yazı. İsmet Özel Robert Frost gibi şiirin tercümede kaybolan şey olduğuna inanıyor. Bu inanç ona ‘isterseniz’ dedirterek T.S.Eliot’un Four Quartets kitabının ikinci şiiri East Coker’in başındaki ibareyi (in my beginning is my end) Türkçeye ‘Sonum başlangıcımda saklıdır’ diye tercüme edebileceğimizi dile getirmiş.(…) ‘Bütün insanlar şaşırtılmaktan hem korku hem de zevk duyar.’ diyor.

Fuat Sezgin’in eseri olan “Frankfurt Üniversitesi Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nün 30.Kuruluş Yıldönümü Özel Yayını olarak 1984-2011 yılları arası Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü Yayınlarına Yazılan Avrupa Dillerindeki Önsözler” kitabından (TİMAŞ, 1.Baskı Aralık 2014 İstanbul) alıntılar

 

“(…) Goethe’nin ‘dünya tarihinin zaman zaman yeniden yazılması lâzım’ şeklindeki düşüncesi bugün bilim tarihi açısından da geçerliliğini sürdürmektedir. (…)

Yaklaşık iki yüz sene sonra, aktarma ve özümseme dönemi bitip yavaş yavaş üretme dönemine geçiş yapılmıştır. (…) Burada müşahhas misaller verme imkânı yoktur, fakat şu tespit yapılmak zorundadır ki Müslüman ilim adamları, eskilerden kalma ne kadar ilim dalı varsa hepsinde daha yüksek bilgi ve kavrayış seviyesine ulaşmışlardır. (…) Buna ilaveten kendilerine sistematik ve uygulamalı çalışma için gerekli olan deney ve aynı zamanda teori ile pratik arasında denge olması prensibini borçluyuz. Bu gelişme 15. yy.dan itibaren durgunluğa dönüşmeye başlamıştır. (…) Şarkiyatçılığın alt bölümü olarak Arabistik veya İslâm Bilimleri, yani Arapça yazılmış bilimlerin araştırılması 18. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Bu konuda öncülük yapan Jacob Reiske’nin ‘İslâm Dünyası’nı -bir meslektaşımızın ifade ettiği gibi- cihanşümul tarihin tam ortasına yerleştirmeyi denemesi takdire şayandır. (…) Bu meyanda, aslında kendisi için yabancı olan İslâm’in düşünce dünyasını ve iki kültüre mensup insanların ortak noktalarını ne kadar güzel kavrayabildiğini birçok fırsatta dile getirip gösteren Goethe aklıma gelir. Jakob Reiske’den bu yana aralarında birçok Alman’ın bulunduğu çok sayıda Arabist, Arapça kaynakları araştırmak ve yayınlamak suretiyle İslâm kültürüne mensup bilim adamlarının kazanımlarını tanıtmaya çalışmışlardır. En önemli başarılarından biri ise günümüzdeki Müslümanların dikkatini kendi zengin bilimsel miraslarına yönlendirmeleri ve daha ileri seviyede araştırmalara önayak olmalarıdır. Bu bilim adamları arasında en etkilisi ve önemlisi ise benim Müteveffa hocam Hellmut Ritter’dir. Kendisi uzun yıllar Frankfurt Üniversitesi’nde görev yapmıştır.

Şimdi bu şehirde ve bahsettiğim üniversiteye bağlı olarak Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü kuruldu. Enstitümüzün gaye ve hedeflerinden bazıları şunlardır:

1. Bilim adamlarının bir kısmı tarafından Arap-İslâm Bilimleri tarihinin araştırılması ve Arap-İslâm bilim adamlarının bilim tarihindeki yerini anlatan eserlerin neşredilmesi, mesela Arapça orijinal metinlerin yeniden yayınlanması ve Avrupa dillerine tercüme edilmesi ile bilimsel bir derginin yayınlanması.

2. Arap-İslâm Bilimleri tarihinin öğretilmesi için öğretmen ve araştırmacıların yetiştirilmesi. Bu hedefe kolay ulaşmak için üstün kabiliyetli öğrencilere burs verilmesi.

3.Bir merkezi kütüphanenin ve Arapça yazmalardan oluşan mikrofilm arşivinin kurulması.

4. Profesör, araştırmacı ve kütüphanecilerin enstitümüzde araştırma yapmaları, seminer ve ilmî müzakerelere davet edilmeleri.

5.En azından bilim tarihi dalında Batı’daki meslekdaşlarımızın ulaştıkları araştırma sonuçlarının İslâm ülkelerindeki meslekdaş ve öğrencilere zamanında intikali.

Mahmud Erol Kılıç’ın “Tasavvufa Giriş” kitabından (Sufi Kitap, 3. Baskı Kasım 2012) dizeler olarak alıntılar

 

Kesrette buldu vahdeti / Mihnette buldu rahatı / Firkatte buldu vuslatı / Her-bâr-ı Hû ya Hû ile (s. 31)

Doğruya varmayınca / Mürşide ermeyince / Hak nasip etmeyince / Sen derviş olamazsın (s. 47)

Çağlar akar âb-ı revân yüz yere kor eyler figân / Ol demde zerrat-i cihan feryâd eder vakt-i seher (s. 56)

Zuhur-ı kâinatın mâdenisin ya Resulallah / Rumuz-i küntü kenzin mahzenisin ya Resulallah (s. 57)

Vücûdun cümle mevcudatı nice câmî olduysa / Dahi ilmin muhît oldu kamusun ya Resûlallah (s. 59)

Sadreddin Konevî’nin, kendisiyle Nasireddin Tûsî arasındaki yazışmalara(el-mürâselât) yer verdiği eserinden(tercüme: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık 2.Baskı 2007) alıntılar

 

“(…) Mektup ve dua, safa membaı ve dostluk kaynağından ulaşmıştır. O büyük zât’ın katına duyulan arzu ve iştiyak ise her şeyden daha fazladır; fakat kader hükümleri bu arzunun gereğini yerine getirmeye engel olmaktadır. O zât’ın gaybında kendisine dua etmek vazifemizdir. (…)

Gaybı görenden şu husus gizli değildir ki, fazilet ehliyle dostluk ve onlarla sevgi bağlarını tesis edip kendileriyle bir araya gelmeyi arzulamak, iyi bir âdet ve davranış kabul edilmiştir. Özellikle de Hak, bazı kullarını seçilme meziyeti ve ikrâmiyla kendisine tahsis etmiştir. Hak, onları en güzel sıfatlarıyla süslemiştir; onlardan her birisi, gönüllerinin cezb edilmesinin ve sevgi duymalarının sebebidir. (…)

Faziletli büyük dostlarımızdan bazılarıyla yaptığımız sohbetlerde de bu meseleler gündeme gelmiştir. Bu mektup o zata gönderilmiştir ki, böylece gönlüne bu konuyla ilgili olarak doğmuş bilgilerden, ifade ve tahkik yolunda yardımcı olacak makamdan bu meselelerin doğruluğu ve yanlışlığını kesin delil ile açıklayıp gönderme lutfunda bulunurlar. Böyle bir nezâket, dünya ve âhirette iyilik ve sevap meydana getirecektir. (…)” (s. 9-10)

“Hamd Allah’a mahsûstur. O Allah ki, kullarından seçtiklerine seçilme meziyetini o ikrâm etmiş, en değerli nimetlerini ve ikrâmlarını o kullarına yaymıştır.

Allah, onları ilmî ve vahdanî özelliğindeki ilahî varlığın bâtınından, imkânî ve ademî (yoklukla ilgili) karanlıklardan, hâricî/aynî varlık alanına çıkarmıştır. Bu alan, ışık ve aydınlığın toplandığı yerdir.