Ömer Türker’in “İnsan Olmanın Hafifliğine Ermek: Özgürlük” başlıklı yazısından alıntılar (2)

 

2 aylık düşünce dergisi olan “Teklif” te (sayı 3 / Mayıs 2022) çıkan yazının sonlarından yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

” (…) İnsan, kendisi olmadan meydana gelen bir varlıktır. İlginç bir şekilde bu, hem beden hem de zihin olarak böyledir. Yani biz bedenimizi daima başka şeyleri kendimize dönüştürerek var ve sürekli kılabildiğimiz gibi başka şeylerden gelen anlam akışını da kendi zihnimize dönüştürerek zihnimizi var ve sürekli hale getiririz. Fakat bu noktada dört temel sorunun cevaplanması gerekir. Birincisi başkasının kapsamının nereye uzanacağıdır. İkincisi, ferdin başkalarına açılmasının insânî güçler arasında bir hiyerarşi olup olmadığıdır. Üçüncüsü, başkasının benliğin oluşumundaki etkisinin ne ölçüde inşa ve ne ölçüde imha sayılacağıdır. Dördüncüsü ise kendini inşanın modelinin ne olacağıdır.

Birinci sorunun kısa cevabı şudur: İdrak güçlerimizin kapsamı, irtibata geçtiğimiz nesnelerin de kapsamını tayin eder. Biz hem duyulara hem akla sahip olduğumuza göre başkası, duyusal nesnelerle sınırlı değildir, ancak akıl tarafından kavranıp müşahede edilebilecek manevi varlıkları da içerir. Bu demektir ki özgürlüğü fiziksel hadise olarak değerlendirmek, kendini özgürlükten mahrum etmek demektir. (s. 89)

“Kapitalizm cenderesinin hiçbir işleyiş biçiminden ibret alamayız.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “HİÇ İBRET ALINSAYDI …” başlığıyla çıkan yazısının(http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=125&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. İlk alıntı da o yazının dördüncü paragrafının ilk cümlesi olup bu yazının başlığını teşkil ediyor.

” Tarih ve kapitalizm; bu ikisini modernlik adını almış olan sakarlık birini diğerinden ayırt edemeyeceğimiz şeyler haline getirdi. (…) Tarih boyunca servet sahipleri hep yön tayin edici unsurlar değil miydi? Hiç değildiler. Gelenek çok lâfın yalansız, çok malın haramsız olmadığını söylüyordu. Batı Medeniyeti Avrupa tarihi içinde kapitalizmin Türk düzeni karşısında bir savunma olduğunu ikrara yanaşmıyor.  Türklerin dünya ticaret yollarını denetim altında tutmaları Avrupalıları kapitalizme icbar etti.  (…)


Kapitalizmin temel karakterini bilmek için önce müstemleke (koloni) edinmekle müstemlekeciliği (kolonyalizm) birbirine karıştırmamayı öğrenmemiz lâzım.  (…) Bugün başımıza gelenleri yerli yerince anlayabilmek için dikkatimizi müstemlekeciliğin kapitalizmin özüne ilişkin bir rabıta ihdas ederek faaliyet göstermeğe başladığına çevirmemiz lâzım. (…) Britanya’nın büyüklüğü ancak bu adada yaşayanların dünya üzerindeki hâkimiyette ne kadar acımasız olduklarını izah eder. 

“İman Ve Kaygı: Allah’a Yakınlığın Uzaklığı”

 

Ömer Türker‘in “Anlamı Tamamlamak / İslam Düşünce Geleneğinin Anadolu Coğrafyasındaki Bileşenleri” başlıklı kitabının (Ketebe Yayınları 2. Baskı 2021) bu yazının da alıntı olarak başlığını oluşturan bölümünden (s.107-111) yapacağım alıntılamalardan ibâret olacak bir yazı bu. Niyâzî Mısrî’nin şu sözüne atıfta bulunmuş yazar yazıya başlamadan: ‘Kaygıların hasıyım ad oldu insan bana’

Yazı da yazarın ifadesiyle ‘Ünlü âlim İbn Hazm’ın Ahlâk ve Davranış Tarzları başlığıyla Türkçe’ye çevrilen eserinden şu sözüne yer vererek başlıyor: “İstisnasız bütün insanların peşinden koştuğu tek hedefin ne olduğunu araştırdım ve bunun tek bir şey olduğunu gördüm: Kaygıdan kurtulmak.” (dipnot bilgisi: İbn Hazm, Ahlâk ve Davranış Tarzları, çev. Mustafa Çağrıcı, Ankara: TDV Yayınları, 2015, s. 5)

Sadreddin Konevî Kitaplığı dizisinden “Fusûsu’l-Hikem’in Sırları” kitabının(Çeviri: Ekrem Demirli, Kapı Yay., 1.Basım 2014) bazı yerlerinden alıntılar

 

Fusûsu’l-Hikem kitabı şeyhimiz, imam, kâmil, ümmetin hâdisi, kâmillerin imamı, imamların imamı Muhyi’l-hak ve’d-din Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. el Arabî et- Taî’nin (r.a.) muhtasar (kısaltılmış) kitaplarının en nefislerinden birisidir. Bu eser onun onun son neş’eleri ve tenezzüllerindendir. Fusûsu’l-Hikem Muhammedî makamın kaynağından, zâtî ve ahadiyet (birlik) özelliğindeki ‘cem’ meşrebinden gelmiş, böylelikle de Hz.Peygamber (a.s.) Efendimizin ‘Allah’ı bilmek’ hakkındaki zevkinin özünü içeren ve içinde zikredilen büyük nebi ve velilerin zevklerinin kaynağına işaret eden bir kitap olarak gelmiştir.

Ayrıca bu eser uyanık olan basiret sahiplerini, o veli ve nebilerin zevklerinin özüne, himmetlerinin ve arzularının yöneldiği şeylerin neticelerine, elde ettikleri ürünlerin içeriklerine ve kemâllerinin nihayetlerine irşat eder.

Bundan dolayı Fusûsu’l-Hikem, onlardan her birisinin kâmil makamının içermiş olduğu şeyler üzerine adeta bir ‘mühür’, bu makamların kapsadığı ve kendilerinden zuhur eden şeylerin asıllarına dikkat çeken bir eser olmuştur.” (s. 9)

Aynı sayfada başlayıp izleyen sayfalarda devam eden dipnot bilgilerinden de bazı alıntılar yapacağım.

Sadreddin Konevî Kitaplığı/ İlahi Nefhalar’dan (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.1.Basım 2015) alıntılar

 

“(…) Bilginin insanlarda nasıl ortaya çıktığı gösterildi bana! Bilginin insanlarda ortaya çıkışı (öğrenme süreci) söz konusu beş mertebedeki taayyününe ve insanların beş mertebeden olan payına bağlıdır. Hak zikredilen mertebelerin sûretlerini zatımda bana gösterdi ve bir defada temel hakikatlerimi ve sıfatlarını ortaya çıkarttı. Ben de (haricî) varlıktan önceki sabitliğin (ayn-ı sabite) kendisiyle zata ait bilgiden olan payımı ve tümel istidadımı gördüm.

Bu istidat ile insanların geneline göre bana izafe edilen varlığı kabul etmiştim. (…) Hakk’ın zatının bilgisine ait bu payın bana ve o esnada bildiğim şeylere nasıl iliştiğini gördüm. Bu ilişme ve taalluk, Hakk’ın bilgisinin mücerret manalara, isimlere, sıfatlara, yok (olan) mümkünlere, nispetler ve izafetler gibi öteki bilinenlere iliştiği gibidir. (…) Hakk’ın zatî bilgisinden olan payımı hakikatten olan payım ile gördüm. (…) ‘Sizi imtihan edeceğiz ta ki bilelim‘ (Muhammed,31) ve ‘Allah ve Resulü amelinizi görecektir‘ (Tevbe, 94) gibi âyetlerin sırrını gerçekten sırlı bir tarzda gördüm. Şimdi ona -tam açıklamadan- değiniyorum. Çünkü o bilgi bilgilerin en yücesi, en kapalısı ve en şereflisidir. Her şeyi ihata eden zikredilen beş ilahi mertebenin hükmünün gereğiyle her varlığın beş mertebesi olduğu gösterildi bana! Birinci mertebe varlığın ayn-ı saniyesi cihetinden dikkate alınmasıdır. Ayn-ı sâbite bir şeyin Hakk’ın zatî bilgisinde ezel ve ebedde tek bir vetirede (süreçte) bulunmasıdır. Hakk’ın bilgisinde bulunmak söz konusu şeye lazım olan bazı hükümler ortaya çıkartır. Hükümler o şeyin Hakk’ın bilgisinde bilinen (malum), kendisine nispetle ise yok (madum) olması cihetinden sabittir. ardından bir varlığın ruhaniliği cihetinden dikkate alınması gelir. Her şeyin bir ruhaniliği vardır. O ruhaniliğin saltanatı ve hükmü bazen zahirdir ve gözükür; bu kısımdaki kere misal olarak melek, cin, insan ve hayvan vb. şeyleri verebiliriz. (…)” (s. 31-32)

“(…) Hakkında ‘camilik’ hükmü verilmiş şeylerden birisi mutlak varlıktır. (…)

İşaret edilen gecede ve zikredilen müşahedede gördüklerimden birisi özel-zatı tecellîlerdir. Bunlar mutlak zâttan ‘Ta ki bilelim,’ (Muhammed, 31) âyetiyle dikkat çekilen bilginin kendisiyle ortaya çıkmışlardır. (…) Kadim-hâdis, unutan-hatırlayan, cahil-alim, ihata eden-edilen, her şeye fayda veren ve her şeyden bilgi alan olarak gördüm kendimi! Bunların hepsi bir müşahedede gerçekleşmişti. (…) O müşahedede daha önce görmüş ve görmemiş olduğum her şeyi gördüm. Bildiğim her şeyi bildiğim tarzın dışında yeniden öğrendim. Bunun neticesinde kendim ve eşya (şeyler) hakkındaki bilgim yenilendi.