“Şerhu’l- Mevâkıf’ta İrade Bahsi”

 

Müellifi Seyyid Şerif Cürcânî olan, çevirisini Ömer Türker‘in yapmış olduğu, “Şerhu’l-Mevâkıf’ ta İrade Bahsi” başlıklı yazının (Teklif 2 aylık düşünce dergisi sayı:3 / Mayıs 2022, s. 215-217) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. (Şerhu’l-Mevâkıf , Durak yerlerinin şerhi / açımlanması anlamında.)

İlhan Kutluer’in “Felsefî Gök Kubbemiz” adlı kitabından (İz Yayıncılık, 2017) alıntılar

 

“Bilimsel zihniyet İslam düşüncesinin klasik evreninde entelektüel değerlerin gereği olarak var olmuş, tarihsel imkânlarla uyum içinde gelişmiş ve ‘el-felsefe’ çatısı altında sürdürülen araştırmaların metodolojik ilkesi olarak kararlı hale gelmiştir. Bu metin İslam medeniyetinde bilimin kurucu geleneğinin ‘el-felsefe’ olduğu ana fikrini adeta bir motto gibi yeniden gündeme taşımak amacıyla kaleme alınmıştır.( dipnottan: Bu ana fikir öteden beri tarafımızdan dile getirilmektedir. Gençlik dönemi çalışmalarımızdan olan İslâm’ın Klasik Çağında Felsefe Tasavvuru (3.bs., İstanbul: İz Yayıncılık 2013, s.129 vd.) adlı eserimizin ‘İlim Olarak Felsefe’ başlığını taşıyan ikinci bölümü bu ana fikre işaret etmeye yönelik olarak kaleme alınmıştı. Anılan kitabımızın eski tabirle bir ‘telhîs’i (özetleme -F.D. Osmanlıca-Türkçe Lûgat-) mesâbesinde olan ‘İslâm Felsefesinin Ruhu’ başlıklı metinde de aynı fikir vurgulanmıştı. Bk. İlhan Kutluer, Yitirilmiş Hikmeti Ararken, 3.bs., s.86-109. Elinizdeki metin bu ana fikri bazı yönleri önceki yazdıklarımızla mükerrer görünen fakat yeniden düşünülmüş, güncellenmiş, geliştirilmiş ve yeniden üretilmiş haliyle dikkatinize sunmaktadır.) (s. 41-42)

“İnsan Olmanın Hafifliğine Ermek: Özgürlük”

 

Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi ‘Teklif’ te ( Sayı 3 – Mayıs 2022, Ketebe Yay.) çıkan, başlık olarak başlığını alıntıladığım yazısından (s. 84-91 arası) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Genel olarak düşünce tarihinin en çetin meselelerinden biridir özgürlük. Bir yandan irademiz olduğunu ve bir kısım davranışlarımızı kendi irademizle tercih ettiğimizi hiçbir uyarıcıya ihtiyaç duymadan biliriz, diğer yandan da irademizi yönlendiren âmillere baktığımızda bize ait iradenin olup olmadığından kuşkuya düşebiliriz. (…) Bir yönüyle özgürlük, yalnızca bilinç ve irade sahibi bir varlık olarak insanın kendisiyle ilgilidir ve nesnelerinden bağımsız olarak ele alınabilir. Bu açıdan bakıldığında insanın, en genel seviyede, yapılması muhtemel fiillerden veya terklerden birini diğerlerine ikinci bir farkındalıkla tercih edebildiği için özgür olan bir varlık olduğu söylenebilir. Burada tercih ile ikinci farkındalık arasında bir ittifakın olduğunu belirtmek gerekir. Sadece tercih veya sadece ikinci farkındalık özgürlüğü ifade etmez. Filozofların evvelî bilgiler ve kelamcıların mübtede’ (aslında yok iken yeni çıkmış olan şey -Ferit Devellioğlu’nun Lûgatı) bilgiler dediği ‘Bir şey ya var ya yoktur’, ‘Bir şeye eşit şeyler birbirlerine eşittirler’, ‘bütün parçadan büyüktür’ gibi varlık ve miktarla ilgili olup tüm bilgilerin temelini oluşturan ve herhangi bir duyu idrakine indirgenemeyen bilgiler, insanda ikinci bir farkındalığı bilfiil hale getirir. Bu farkındalık, herhangi bir tercihte bulunurken o tercihle ilgili yarar veya zarar kavrayışının vüs’atını anlık ihtiyacın ve tatminin ötesine taşır. Özgürlüğün mayalandığı ve hem insanî hem de ilâhî olanı içerecek şekilde teşekkül ettiği rahim tam olarak budur.” (s. 84-85)

Mahmud Erol Kılıç’ın ‘Evvele Yolculuk -Konuşan: Sadık Yalsızuçanlar-‘kitabından (Sufi Kitap, 1.Baskı: 2008) alıntılar

 
(…) Tasavvuf baştan başa bir mana ilmidir. Burada kelimeler konusunda muhafazakâr yaklaşımlara saygı duymakla beraber anlamı vermek konusunda biz biraz daha esnek olabiliyoruz. (…) O mana oluştuktan, o tohum atıldıktan sonra o kendi ıstılahatını (terimler -a.a.) zaten oluşturur. Ama ıstılah konusunda tutucu olanlar ise öncelikle dilde ve kelimelerde ısrar etmektedirler. (…) Bu sefer bazı kuşaklarla veyahut bazı gruplarla aralarında ister istemez duvarlar oluşuyor, söyledikleriniz anlaşılmaz hale geliyor. Burada bir orta yol tutmamız gerekiyor. Buradan her türlü yapay üretilen kelimelere de kapı aralıyoruz sanılmasın. Bizimkisi arızi ve geçici bir durumdur. Ta ki taşlar yerine oturup, kavramlar yerli yerinde oluncaya ‘klasik’ olan yeniden ihtişamına kavuşuncaya kadardır söylediklerimiz. (…) Yoksa hiçbir kavram tasavvufun kendi aslî ıstılahlarının yerini tutamaz. ‘Melekût’u hiçbir dile çeviremezsiniz. Mesela ‘Lüb’ yoktur birçok lisanda. Fütuhât’tan bazı bölümleri İngilizceye çeviren Chittick ‘vücûd’ kelimesini tam olarak karşılayacak İngilizce kelime olmadığı için aynen öyle bırakmıştır. ‘Being’ ile ‘Vücûd’un karşılanamayacağını, farklı anlamları olduğunu söyler. Hasılı bizim dünya görüşümüz tasavvuftur. Dolayısıyla geri kalan her şey buna bağlı olarak anlam kazanır. Yani bizde esas olan dil değildir, esas olan manadır. Manadan sonra tabii ki lisanın da önemi vardır. (…) Sağlıklı dil sağlıklı düşünceden kaynaklanır. (…)” (s. 62-63)

‘Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’den alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin müellifi, Ahmed Avni Konuk‘un mütercimi ve şârihi olduğu, Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın‘ın yayına hazırladığı eserin dördüncü cildi’nden (İFAV, 2017, 6. Baskı) yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İsmâil Fennî’nin beyanına göre Fusûs şarihi Bâli Efendi, İbnu’l-Arabî ‘Firavn’ın îmanının sıhhati’ hakkında ileri sürdüğü delilleri nass olmak üzere zikretmemiştir; şayet etseydi son sözünü ‘Bu husustaki emr Allah Teâla’ya aittir’ tarzında söylemezdi.” (s. 41)

“İmdi kıyâmet ol, kıyameti gör; her şeyi görmek için bu şarttır. Akl olursan, aklı kemâliyle bilirsin. Aşk olursan aşkı cemâliyle görürsün.” (Mesnevî’den tercüme) (s. 2)

“Hak, aklî makam olan cenâb-ı İlyas’da münezzeh oldu. Çünkü Hz. İlyas, şehvetlerden mücerred (soyut) olup, mücerred rûh olarak kaldı. Ve şehvetlerden mücerred olan melekler, ruhlar ve akılların marifeti tenzih üzerine olduğundan onda da tenzih görünür oldu. (…) Ve tenzih ilâhî ma’rifetin yarısıdır.” (s.31)