Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-III’den (Te’lif:Muhyiddin İbnu’l-Arabî /1165-1240/, Tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk /1868-1938/, Yayına Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı- Dr.Selçuk Eraydın /1937- 1995/ ) alıntılar
” Vücûd-ı mutlak varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı ile olan varlıktır. Diğer varlıklar bu ‘vücûd’dan olup varlıkları bu ‘vücûd’ ile söz konusudur. Bu vücûda (varlığa) ‘mutlak vücûd’ denilmesi, bu mertebede hiçbir isim, sıfat ve fiil ile kayıdlı olmamasındandır. Taayyün (belirme) kayıdlarından sâlim / kurtulmuş ve mutlak olduğu için taayyünsüzlük (la-taayyün) mertebesi olarak adlandırılır. ‘Allah vardır, O’nunla beraber hiçbir şey yoktur’ hadisi bu mertebeyi ifade eder.” (s.14)
“Her şeyi kuşatıcı olan Sonsuz Vücûd’a (Varlık’a) karşılık olan bir ‘adem’ (yokluk) yoktur. Zira ‘adem’in gerçekleşebileceği bir saha yoktur. Bu sonsuz Vücudun dışında hiçbir şey ve yokluk dahi olamaz. Onun için ‘vücûd'(varlık) hak ve ‘adem’ (yokluk) batıldır.” (s.14-15)
“Vücûd-ı izâfî kavramı ‘vücûd-ı mutlak’ denilen Hakk’ın varlığına nisbetle mevcûdâtın varlığı hakkında kullanılmaktadır. Fakat bu, Hakk’ın ‘vücûd’una mukabil olarak ve o varlıkta çok cüz’î bir şekilde bile olsa ortak olmak ma’nâsında değil, mutlak varlık olan Hak’tan neş’et ettiği (meydana geldiği) içindir. Şehadet âleminin (dünya/cihan) varlığına mümkün varlık, mukayyed /kayıdlı varlık ve vücûd-ı zillî (gölge varlık) isimleri verilmiştir. Bu izafi vücudun ‘hakikî ve mutlak vücûd’ karşısında müstakil bir varlığı yoktur. (…) Aralarında bir sınır çizilmesi hâlinde, Hakk’ın sonsuz olması gereken varlığı sınırlı olur, sonsuz olmazdı. Bu izafi varlık, ‘hakiki vücud’un isim ve sıfatlarının sayısız mertebelerden geçerek zuhûra gelmiş bir tenezzülüdür (inmesi). Şehadet âlemindeki varlıkların kendilerine ait müstakil bir varlığı olmadığı ve Hakk’ın isim ve sıfatlarının tenezzüllerinden ibaret bulundukları için, onlar ‘hayâlî sûretler”den ve ‘izâfî’ ve gölge varlıklardan ibarettir. Bu gölge ve hayâlî varlıklar ‘hakiki vücud’a delil ve alâmetlerdir.” (s. 15)