Fîhi Mâ Fîh’den sözler

 

Müellifi merhûm Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, mütercimi merhûm Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanı merhûm Dr. Selçuk Eraydın olan eserin ( İZ Yayıncılık: 82, İslâm klasikleri dizisi: II, 8. Baskı; İstanbul, 2009) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Bedir gazvesinden (din uğruna savaştan) dönerken söylediği rivâyet edilen Küçük cihâddan büyük cihâda döndük hadîs-i şerîfini şu tarzda yorumlamıştır: Sûretlerin cenginde idik; sûrî (görünür) düşmanlar ile cenk ediyorduk. Şimdi iyi havâtırın (fikirlerin / düşüncelerin) kötü havâtırı mağlûp etmesi için havâtır (fikir/ düşünce) askerleriyle cenk edelim. Hz.Mevlânâ’ya göre cihâd-ı ekber (en büyük cihad) denilen bu cengde iş gören fikirlerdir ve ten vâsıtası olmaksızın hizmet ederler.

Ömer Türker’in “Adâlet Üzerine” başlıklı yazısından…

 

O yazı, 2 aylık düşünce dergisi Teklif’te (Eylül 2022) çıkan bir yazı idi; birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Metafizikçi filozoflar adâleti, her bir mevcudun kendi kâbiliyetine göre varlıktan pay alması anlamında kullanır. Buna göre Tanrı’dan gelen varlık anlamı, tüm mevcutlara onların kâbiliyetlerine uygun şekilde yani hak ettikleri miktarda dağılır, böylece her şey kendi hak ettiği yere konulmuş olur.” (s. 94)

“Kendi aralarında adâlet ve zulmün tanımı husûsunda kimi zaman ciddî sınırlara ulaşan farklılıklar bulunsa da genel olarak Mu’tezile kelamcıları, Allah’ın fiillerinin tamâmının tanımlanan anlamda âdil olup zulümden arınmış olduğunu düşünür. Onlara göre adâletin ilâhî ve insânî seviyedeki tanımları arasında fark yoktur. İlâhî seviyede adâlet her şeye hakkını vermek değildir. Zîrâ hiçbir yaratılmışta yaratılışın başlangıcı itibariyle hak edilmiş bir varlık payı yoktur, yaratılış baştanbaşa lütuf ve ihsandır.” (s. 96)

“Medeniyet, ilerleme ve İslâm geleneği”

 

“(…) Dinine ve vatanına sadakati kavî olan Ziya Paşa İslâm medeniyetinin Avrupa’nın gerisine düştüğü inkâr edilemez bir hakikat olduğunda, bu hazin durumu çarpıcı bir şekilde şöyle ifade eder:

Diyar-ı küfrü gezdim; beldeler, kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslâm’ı, bütün virâneler gördüm

Bu virânelik halinin sebebi, İslâm’ın kendisi değildir. Olsa olsa Müslümanların medeniyet ruhunu ve heyecanını kaybetmiş olmasıdır. 19. yüzyılda medeniyet ile terakki kelimeleri hemen her alanda eş anlamlı hale geldiği için İslâmiyet terakkiye ma’ni değildir… sözü, bir slogan olmanın ötesinde onurlu bir çıkış arayışının ifadesiydi. ‘ (…) Dahası Batı’nın medeniyet iddiası tartışmalıdır zira Batı’nın Doğu’ya bakan yüzü sömürgeciliktir. Müslüman toplumları geri bırakan onların dini değil, din ve dünya tasavvurlarında yaşanan gerileme ve fakirleşmedir. İslâm dünyasında bir medeniyet ihyası (dirilişi) olacaksa, bu, dine rağmen değil, dinle beraber ve onun sağladığı imkânlarla olacaktır.

Namık Kemal, bu hususu Avrupalılara meydan okuyarak dile getirir:

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-II’den…

 

“İSHÂK FASSI’ndan: Şeyh-i Ekber (r.a.) hazretlerinin “Ârifte himmet olmaz” buyurmalarının (Fütûhât-ı Mekkiyye’lerinde) anlamı: Ubeydullâh Ahrâr (r.a.) bu anlamı böyle îzâh buyururlar: ” Mümkinin kendi zât hakîkatine nazaran hiçbir şeyi yoktur. Ve onda kemâl vasıflarından ilim, kudret ve irade gibi ne kadar vasıf varsa hepsi âriyettir (iğreti, geçici). Ve bu vasıflar Hak Teâlâ hazretlerinindir. Bundan dolayı ârif, hâlini bilip dâimâ hakîkî fakr (fakirlik) makamında durur. Ve âriyet olan o vasıflar ile zâhir (görünür) olmaz. Fakat insanın hayâl aynasında tasvir olunmuş sûretler ulvî cihetten yani misâl âleminden inmiş ise, gerek yakazada ve gerek uykuda olsun hak ve sâbittir. Çünkü misâl âlemi Hak ilminin hizanesidir (hazne, kâlb,gönül); onda hatâ mümkün değildir. Ve misâl âleminden inen sûretler, eğer tâbire muhtaç olmayıp his âleminde aynıyla zuhûr ederse buna mücerred (soyut) keşf derler. Ve eğer görülen hayalî sûretler, kendisine münasebeti olan his sûretleriyle tâbire muhtaç olursa, buna da muhayyel keşf derler. Ve insânî hayâle süflî yönden mün’akis (çevrilmiş) olan sûretlere de soyut hayâl denir.

Şu halde soyut keşf ile muhayyel (hayâl olunmuş) keşf hak ve sâbittir. İbrâhim (a.s.) oğlu İshak (a.s.)ı rüyasında kurban etti. Ve onu soyut keşf türünden addedip his âleminde de, aynıyla cenâb-ı İshâk’ı kurban etmeğe teşebbüs buyurdu. Fakat Hak Teâlâ hazretleri onun rüyasını, misâl âleminde gördüğü halîm gulâmı olan Hz. İshâk’ın sûretini, ona münâsebeti bulunan koç sûretiyle tevil ile hak kıldı. Pederinin rüyası İshâk (a.s.) hakkında bu sûretle tahakkuk ettiği için İshâkî Kelime hakkî hikmete tahsis olundu. Meşhur kavl, yaygın görüş ve kanaat İsmail (a.s.) hakkındadır.”

“Yeniden keşif bizden mütefekkir olmamızı ister.”

 

Prof. Dr. İlhan Kutluer‘in felsefi gök kubbemiz isimli kitabının (İZ Yayıncılık, 2017) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Yeniden keşif terimiyle asıl ifade etmek istediğimiz klasik eserlerin bilimsel keşfine dayalı, kriz çözücü ve inşa edici tefekkürdür. Bu çerçevedeki akledişlerimiz artık metinler ve fikirler arasındaki tarihsel sebeplilik zincirini, hayatın içinde yaşadığımız problemler ışığında anlamlandırmak üzere bütüncül bir bakışın konusu yapmaktır. Yeniden keşif bizden bilim insanı olduğumuz kadar, belki ondan ziyade mütefekkir olmamızı ister. Bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, açıkladıklarımız yanı sıra anladıklarımız, yorumlayıp anlam verdiklerimiz ve kritik ederek yeniden ürettiklerimizde kendisini gösterir. Yeniden keşif, keşfedilenin yeniden üretilmesi, değerlendirilmesi, anlamlandırılmasıdır çünkü. İslâm düşüncesi tarihi alanında doğru bilgiyi üretmek ilmî anlamda keşif iken, bu bilginin tarihsel ve güncel bağlamda taşıdığı anlam yeniden keşfe konu olandır. (…) Kendisi hem tarihsel oluşumlar, hem kararlı yapılar hem de bu süreklilik arz eden gelenekler üzerinde belli çerçevede yorumlara gitmiş, böylece İslâm dünyasının içinde bulunduğu düşünce sorunlarının kökenine ineceğini varsaymıştır. (…) Benim gelenek karşısındaki kişisel tutumum, geldiğim fikrî aşamada rekonstrüktiftir; yeniden oluşum mantığını esas alır. (…) Kanaatimize göre böyle olmalı çünkü yeniden keşif çabası ancak yeniden oluşum gayesiyle anlam kazanır. Bizim klasikleri yeniden keşif çabamızın,ilmî meraklarımız ya da akademik yükümlülüklerimizin ötesindeki asıl gâyesi XXI. yüzyılın ilk çeyreğini idrâk ederken hâlâ derinden yaşadığımız entelektüel krizin aşılması yönünde köklü, özgün, kalıcı, küresel dünya için değer taşıyan ve ilham verici okumalarla entelektüel geleneğimizi yeniden tesis ederek insanlığa yepyeni felsefî ufuklar kazandıracak kelâmcı, filozof, yahut mutasavvıfların, bu ufuklardan ışık alan bilim, düşünce ve sanat insanlarının yetişmesine fikrî zemin hazırlamak olmalıdır.