“Geçti o çağlar artık”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde SİSTEMİN DESPOTİZMİ başlıklı ve 4 Cemaziyelevvel 1446 (6 Kasım 2024) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Müslüman ferdin kaçacak yerinin kalmadığını Dünya sistemi fiilen gösteriyor. (…) Yani bir zamanlar sevdalar çağı kaçılacak bir yerdi. Şimdilerde düşünce iklimiyle tanışıklık kuran herkes geçti o çağlar artık hükmüne varıyor. Olan biten bir bilmece değil. Sermaye geleceğini en dar gelir öbeğinde arıyor ve buluyor. (…) Yüksek gelir gruplarının harcamalarının sermayeye rahatlık vermeyişi bu harcamalardan kolaylıkla vazgeçilebilmesi sebebiyledir. (…) Bir toplumda fertler birbirinden uzaklaştıkça o toplumda müesseseler gürbüzleşir.

Türkler Anadolu’yu ve Balkanları ele geçirerek Avrupa’nın Çin’e ve Hindistan’a varan ticaret yollarını denetim altına aldı. (…) Gözünü para bürümüş Avrupalılar ipeğin anavatanı Çin’in ve baharatları, dokuduğu bulunmaz kumaşlarıyla refaha giden yolu döşemiş Hindistan’ın kazancından (veya kazanç hayallerinden) vazgeçmedikleri için Kristof Kolomb İberik yarımadasını Katolik Krallarını (Reyes Catolicos) Batı’dan giderek Doğu’ya, Hindistan’a varabileceği fikrine inandırdı. (…) Biz Türkler Hindistan’dan geldiğini sandığımız ve şimdi kümes hayvanı olarak bildiğimiz yaratığa hindi dedik. Kolomb Avrupalılar hatırına yeni bir kıta keşfettiğini bilmeden öldü.

Avrupalıların Yeni Dünya dedikleri yerlerde tütün, pamuk, kahve, kakao vs. büyük plantasyonlar tesis edildi. Kim çalışacaktı bu plantasyonlarda? Önce Kızılderilileri denediler. Fakat bu tecrübe başarısızlıkla sonuçlandı. Kıskançlık nedir bilmeyen bu insanlar köle muamelesi gördükleri zaman ölüyorlardı. Size imkânsız gibi görünebilir; ama onları hastalık değil, başlarında bir köle sahibi bulunması öldürüyordu. Çareyi bir Katolik rahip buldu: Köle olarak Afrika’dan sağlam yapılı kara derililer getirilmeliydi. Bunlar üzerinden yapılan köle ticareti çok kâr getirdi. (…) Kara derililerden köle alıp satanlar çok para kazanıyordu. (…) Atlantik okyanusu’nu kat eden kara derililerin dokuz milyon ölü verdikleri ve bu çok para sayesinde sanayi devrimi denen şeyin denizlerde hâkimiyet kurmuş, yani Atlantik Okyanusu’nu diğer milletlere nazaran daha çok aşmış Britanya’da başlamasına sebep olduğu söylenir.

İbn Arabî’nin Vücûd’a (Varlık’a) Dair Görüşleri Ve Kaynakları

 

Mahmud Erol Kılıç‘ın ŞEYH-İ EKBER İbn Arabî Düşüncesine Giriş (Kitaplaşmış Doktora Tezi) kitabının A- İBN ARABÎ’NİN VÜCÛD’A DAİR GÖRÜŞLERİ VE KAYNAKLARI başlıklı bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde vücûd ve varoluş hakkında yüzden fazla âyetin yer aldığı görülecektir. (dipnot: Kur’ân-ı Kerîm’in kevnî (kozmolojik) âyetlerinin toplu bir listesi için Bkz. A. Özek ve dğr., Kur’ân-ı Kerîm veTürkçe Açıklamalı Meali, Önsöz,17-18 ve V. Ulutürk, Kur’ân-ı Kerîm’de Yaratma Kavramı, 76-184.) Müellife göre istinâd edilecek en kuvvetli delil Kur’ândır ve bu yüzden de o, bütün söylediklerinin ve fikirlerinin “Kur’ân hazreti ve onun hazinelerinden” olduğunu ve bundan dolayı da kendisine Kur’ân’ın fehmi ve nusretinin bahşedildiğini söyler. (dipnot: el-Fütûhat, III/372. O Kur’ân âyetlerinin aynlarıyla ittisâli olan bir kişiydi. el-Fütûhât’ın Arefe Günü Cuma Namazı hakkındaki bölümünü yazarken Vâkıatımda meleklerden bir şahıs gördüm. Bana bir karış eninde ve bir karış boyunda ama dipsiz bir derinlikte ve üzerinde hiç toz bulunmayan sıkıştırılmış haldeki bir kara parçası (toprak) verdi. Benim elime geçince bunun Allah’ın âyetinden ibâresine kadar olan kısmı (Bakara, 2/150-152) olduğunu anladım. Şaşırmıştım. Elimde tuttuğum bu şeyin ne bu âyetin aynı olmadığını ve ne de bir toprak parçası olmadığını söyleyebiliyordum.

“ÖZÜN GEÇMİŞİ VAR MIDIR? (II)”

 

İSMET ÖZEL‘in bu başlıklı ve 25 Safer 1444 (21 Eylül 2022) tarihli yazısının Kıssadan hisse: ile başlayan bölümü:

“Beşer yığını içinde eriyip gitmektense dikkatimizi bizi insan kılan her şeye çevirmemiz gerekiyor. Dünya Sisteminden medet ummanın bizi her gün biraz daha köle kılacağını akıldan çıkarmadan yaşamamız gerekiyor. Daha çok tatmin, daha büyük mutluluk der iseniz her kademedeki suçu beraat ettirmiş olursunuz. İnsandan bütün beklediğimiz bir sağlam ve salim duruştur. O duruşu takip eden duruşlar silsilesini de beklemeden edemiyoruz. İnsanın çağlar boyu varlığına anlam katan şeyin bundan ibaret olduğuna akıl erdirmemiz gerekiyor. Yani insana ilişkin anlamı insanın artan veya azalan fiyatlar karşısındaki tutumundan veya tutumlarından değil ve fakat insanın karakterini inşa eden tavrından çıkarabiliriz. Aristokrasinin Ruhban sınıfıyla ittifakı Avrupa’da Feodalizmi inşa etti. Avrupa’nın gücünü hiçe sayan Müslümanların ne aristokrasisi, ne de Ruhbanı vardı. İslâm toplumunu çaresizliğe sürükleyenler Avrupalı görünmeği yükseklik zannedenlerdir. Bu tavır değişmediği için düşüş devam ediyor.

Amelî ilim: Hakîmin ilmiyle intifâ’ında ihtidâ vesîlesi ve emîrin fermân hükmü çıkarmasında tebliğ vâsıtası olan hikmettir. Yukarıda iki vasfı vardır dediğimiz zâta gelince: O, sen ile benden ibârettir. İlâhımız, seninle benim için; benimle senin içindir. Sen (ente) ma’kûlünün kabûl ettiği yönden değil, belki kimliğin itibâriyle kulluk vasıflarındansın. Ben (ene) makûlümün kabûl ettiği bakış noktasından değil, belki hakikatim itibâriyle rütbelerle ilgili vasıflardanım. Bizzât müşârun ileyh (kendisine işâret olunan) odur. Ben enniyetime (zâtıma) nazaran ene=ben; makûlünün kabûl ettiği haysiyet itibâriyle hüvallah hükümlerindenim. Senin de hilkatin itibâriyle hüve’l-abd olduğuna akıl erdirmemiz gerekiyor. Yani insana ilişkin anlamı insanın artan veya azalan fiyatlar karşısındaki tutumundan veya tutumlarından değil ve fakat insanın karakterini inşâ eden tavrından çıkarabiliriz. Aristokrasinin Ruhban sınıfıyla ittifakı Avrupa’da Feodalizmi inşa etti. Avrupa’nın gücünü hiçe sayan Müslümanların ne aristokrasisi, ne de Ruhbanı vardı. İslâm toplumunu çaresizliğe sürükleyenler Avrupalı görünmeği yükseklik zannedenlerdir. Bu tavır değişmediği için düşüş devam ediyor.

Eğer ilim asıldır dersen, kuvvetler fer’dir. Kuvvetler arazdır (iki zamanda baki olmayandır) dersen, ilim fer’dir. Bu ilim iki türlüdür: biri kavlî (sözel), diğeri amelîdir (pratik). Amelî ilim: Hakîmin ilmiyle intifâ’ında ihtidâ vesîlesi ve emîrin fermân hükmü çıkarmasında tebliğ vâsıtası olan hikmettir. Yukarıda iki vasfı vardır dediğimiz zâta gelince: O, sen ile ben’den ibârettir. İlâhımız, seninle benim için; benimle senin içindir. Sen (ente) ma’kûlünün kabûl ettiği yönden değil, belki kimliğin itibâriyle kulluk vasıflarındansın. Ben (ene) ma’kûlümün kabûl ettiği bakış noktasından değil, belki hakîkatim itibariyle rütbelerle ilgili vasıflardanım. Bizzat müşârun ileyh (kendisine işaret olunan) odur. Ben enniyetime (zâtıma) nazaran ene=ben; makûlünün kabûl ettiği haysiyet itibâriyle hüvallah hükümlerindenim. Senin de hilkatin itibâriyle ‘hüve’l-abd’ olduğuna akıl erdirmemiz gerekiyor. Bu tavır değişmediği için düşüş sürüyor. İnsanın artan veya azalan fiyatlar karşısındaki tutumundan veya tutumlarından değil ve fakat insanın karakterini inşâ eden tavrından çıkarabiliriz. Aristokrasinin Ruhban sınıfıyla ittifakı Avrupa’da Feodalizmi inşa etti. Avrupa’nın gücünü hiçe sayan Müslümanların ne aristokrasisi, ne de Ruhbanı vardı. İslâm toplumunu çaresizliğe sürükleyenler Avrupalı görünmeği esas sayanlardı. Yukarıda iki vasfı vardır dediğimiz zâta gelince: O, sen ile benden ibârettir. İlâhımız, seninle benim için; benimle senin içindir. Sen (ente) ma’kûlünün kabûl ettiği yönden değil, belki kimliğin itibâriyle kulluk vasıflarındansın. Ben (ene) ma’kûlümün kabûl ettiği bakış noktasından değil, belki hakîkatim itibâriyle rütbelerle ilgili vasıflardanım. Bizzât müşârun ileyh (kendisine işaret olunan) odur. Ben enniyetime (zâtıma) nazaran ene=ben; makûlünün kabûl ettiği haysiyet itibâriyle hüvallah hükümlerindenim. Sen de hilkatin itibâriyle hüve’l-abdsin (yükseklik zannedenlerdir. Bu tavır değişmediği için düşüş devam ediyor.”



Kur’ân-Kerim ve İzahlı Meali’nden (Ahmed Davudoğlu, Çelik Yayınevi) Kehf sûresi’nden anlamlarıyla âyetler

 

“Gerçekten biz, Zü’l-Karneyn’i yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona istediği her şeyden bir sebep verdik. (18/84)

” Derken (batıya doğru) bir yol tuttu.” (18/85)

“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu (sanki) kara balçıkta batıyor buldu. Onun yanında bir de (kâfir) kavim buldu. Dedik ki: Ey Zü’l-Karneyn! Bu kavme ya azap edersin, yahut onlara iyi muamelede bulunursun (bunda serbestsin). (18/86)

“Zü’l-Karneyn şöyle dedi: Kim zulmederse, ona azap ederiz. Sonra Rabbine döndürülür. O da onu görülmedik bir azaba çeker.” (18/87)

“Ama her kim de iman edip yararlı bir iş yaparsa, ona da mükâfat olarak en güzel âkıbet (cennet) vardır ve ona emrimizden kolay olanı söyleriz!” (18/88)

“Sonra (doğuya doğru) bir yol tuttu.” (18/89)

“Güneşin doğduğu yere varınca, onu öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, kendilerini güneşten koruyacak bir siper yapmamıştık.” (18/90)

“İşte böyle! Halbuki onun yanında neler vardı, tamamını biz biliyorduk.” (18/91)

“Sonra da başka bir yol tuttu.” (18/92)

“Nihayet iki sed arasına vardığı vakit, bunların ötesinde bir kavim buldu ki, hemen hemen söz anlayacak bir halde değil gibiydiler.” (18/93)

“Dediler ki: Ey Zü’l-Karneyn! Ye’cüc ile Me’cüc bu yerde fesad çıkartıyorlar. Onun için bizimle berâber onlar arasında bir sed yapman şartıyle sana bir vergi versek olmaz mı?. (18/94)

“Zü’l-Karneyn, Rabbimin bana verdiği imkân, daha hayırlıdır. Haydi, siz bana bedenî kuvvetle yardım edin de, sizinle onların arasına bir sûr yapayım.” (18/95)

“Bana demir parçaları getirin. Dağların iki ucu denkleştiği vakit körükleyin. dedi. Nihayet demiri ateş haline getirdiğinde, Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim! dedi.” (18/96)

” Artık bu sûru, ne aşabildiler, ne de delebildiler.” (18/97)

” (Zülkarneyn), Bu sûr, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va’di geldiği vakit onu dümdüz edecektir. Rabbimin va’di de haktır. dedi.” (18/98)

“O (çıkacakları) gün, onları, birbirinin içinde dalgalanır halde bırakırız, sûra da üfürülür. Artık hepsini toplamış da toplamışızdır.” (18/99)

“Cehennemi de o gün, kâfirlere bir gösteriş göstermişizdir.” (18/100)

“O kâfirlere ki, gözleri beni hatırlatan âyetlerimden bir perde arkasında idi. İşitmeye de tahammül edemiyorlardı.” (18/101)

“Yoksa o küfredenler, beni bırakıp da kullarımı kendilerine mevlâ edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirler için bir konaklama (yeri olarak) hazırladık.” (18/102)

“De ki: Ben size amelleri en ziyade yazık olanları haber vereyim mi?” (18/103)

“Onlar şu kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. Halbuki iyi bir iş yaptıklarını sanırlar. ” (18/104)

“İşte bunlar Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr edenlerdir. Bu sebeple sanıları hayır nâmına da olsa, bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü biz onlara hiçbir terazi tutmayız.” (18/105)

“.İşte böyle! Onların cezaları cehennemdir. Çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimi, peygamberlerimi eğlenceye almışlardır.” (18/106)

“Dünyanın kaç bucak olduğunu anlama ihtimâlimiz” üzerine

 

İsmet Özel‘in “DÜNYA KAÇ BUCAK ?” başlıklı ve 11 Cemaziyelevvel 1446 (13 Kasım 2024) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Dünyanın fiilen kaç bucak olduğu hep merak konusu olmuştur. Ne var ki, bu merakı gidermek için gerekli cesareti bugün olduğu gibi hiçbir zaman kendinde bulamamış, eline geçtiği kadarıyla iktifa etmiştir insanoğlu. (…)

Beyaz ırkın ruh dalgalanmalarının vara vara Ukrayna’yı ve İsrail’i her bakımdan desteklemeğe vardığını söylersem gerçeği dile getirmiş olur muyum? Hayır, olmam. Dünyanın her yerinde Avrupa’da ve Amerika’da olduğundan daha çok Hakk’ın yerini bulması yönünde bir temayül var. İtalyanların Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandıracaklarına inanmaları, Almanların bin yıllık bir hayat sahasını ele geçirecekleri düşüne dalmaları ve bir zaman Rusların bir gün dünya ihtilâlinin gerçekleşeceğini beklemeleri birer çocukça avuntu değildi. Bu sadece İslam’la tanışmağı reddetmiş kavimlerin içlerinde taşıdıkları Hakk’ın yerini bulması güdüsünün sapışıdır. İnsanoğlu cenneti yeniden kazanmak üzere yaratılmıştır ve hangi kültür içinde yaşarlarsa yaşasınlar içlerinde Allah’tan ümit etme hassasiyeti bulundururlar. Gelin görün ki, yürürlükteki malî hakimiyet onların hassasiyetini saptırır.

Bu sapıştan ancak dünyanın âhiretin tarlası olduğuna ve bu dünyada ektiğimizi öte dünyada biçeceğimize inandığımız zaman kurtulabiliriz. (…) Bugün keşfedilecek yeni bir kıta kalmadığına ve yerkürede gidilebilecek her yere gidildiğine aklımız eriyor olabilir. Yine de dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmiş sayılır mıyız? Hayır, sayılmayız. Dünyanın kaç bucak olduğunu anlama ihtimalimiz ancak kendimizi din gününe hazırlamağa başladığımızda belirebilir. (…) Dünyada kul hakkı yemeden kendini rahat içinde hissetmek mümkün değildir. Buna mukabil Allah bize ölmeden zalimden hesap sorma hakkı tanımıştır. Uğranılan haksızlığın intikamını almak için şiir söylemeği de helâl kılmıştır.

Türk kültürü “harcıâlem” kelimesine müspet bir anlam yüklemez. Bildiğimiz Türk toplumunda öne çıkmak ancak bileğinin hakkıyla gerçekleştiğinde makbuldür. Ne var ki artık bilmediğimiz Türk toplumu içinde yaşıyoruz ve hiçbir şeyimizi güven içinde tutamıyoruz. (…). Yirminci Hıristiyan asrının ilk çeyreğinde Türklerin İngiliz ve Fransız gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerine yol vermeyişi ile İslâm’ın bir askerî güç ve bir siyasi teşkilât olarak yerküreden silinmesine dur demiştir. Winston Churchill’in “Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah’la savaştık” demesi boşuna değildir. (…) Sakarya Meydan Muharebesi Türklerin savaştan mağlup çıkmalarının imkânsızlığına delil oldu. Daha da ötede girilen çatışmanın bir suçlusu varsa onun da Yunanistan olduğu beynelmilel bir kabul gördü. (…)