Fîhi Mâ Fîh’den alıntılar 2

 

“Îsâ (a.s.) çok güler ve Yahyâ (a.s.) çok ağlar idi. Cenâb-ı Yahyâ Hz. Îsâ’ya dedi ki: “Sen gâlibâ Hak Teâlâ’nın incecik mekrlerinden (mekr: oyun, tuzak) gereği gibi emin olmuşsun ki gülüyorsun.” Hz. Îsâ cevâben dedi ki: “Sen de Hakk’ın latîf, garîb ve gizli olan inâyetlerinden ve lutuflarından pek ziyâde nevmîd (ümitsiz) olmuşsun ki, böyle ağlıyorsun.” Bu mâcerâda evliyâdan bazı kimseler hâzır idi. Bu iki zâttan hangisi ve kimin makâmı daha âlî olduğunu Hak Teâlâ’dan suâl ettiler: “Bana zannı en güzel olanın makâmı daha âlîdir; ve ben kulumun zannı indindeyim, ben kulumun zannı olan mahaldeyim”. Her kulumda bir sûret ve hayâl vardır. Benim hakkımda, o her ne hayâl ederse, ben orada olurum cevâbı erişti. Ben, Hakk’ın bulunduğu hayâlin bendesiyim (kulu / kölesi) ve Hakk’kın bulunmadığı hakîkatten bîzârım (bıkmışım). “Ey benim kullarım! / Cây-gâhım (mevkîm) ve makâmım olan hayalleri pâk ve tathîr (temiz) ediniz!”

Şimdi sen kendini yokla, tecrübe et ki, ağlamadan, gülmeden, oruçtan, namazdan, halvetten ve cemiyetten ve bunların gayrinden senin hakkında ziyade faydalı olan hangisidir ve ahvâlin hangisi ile doğru yola gidersin ve terakkîn ziyade olur, o hizmeti seç! “Âlemin müftileri sana fetva verirlerse, o fetvayı kalbinden al! Senin bâtınında bir manevî müfti vardır. Müftilerin fetvasını ona arzet, ona uygun gelen şeyi ahz eyle (al)! Nitekim tabîb bir hastanın yanına gelir; ve senin içindeki tabibden suâl eder. Zira derûnda bir tabîb vardır; o da senin mizacındır ki, red veya kabûl eder. Bunun için hâricî tabip o dâhilî tabibden “Yediğin falan şey nasıl idi, ağır mı, yoksa hafif mi idi; cevâbın nasıldır? diye sorar. Derûnî tabîbin haber verdiği şey üzerine hâricî tabîb hükmeder. Bundan dolayı asl olan o dâhilî tabîbdir; o da hastanın mizâcıdır. (…) Bunun gibi anlam yönünden de âdemde bir mizâc vardır. O zayıf olduğunda, onun iç duyuları her ne görür ve her ne söylerse, hilâf üzerine olur. O halde enbiyâ ve evliyâ tabîbdirler ve doğru mizâc olmak ve “Şeyleri bize olduğu gibi göster” hadîs-i şerîfinde işaret buyrulduğu üzere, dili ve dîni kuvvet bulmak için, ona yardım ederler.

İnsan büyük şeydir; onda herşey yazılmıştır. / Karanlıklar perdeleri kendindeki o ilimleri, onu okumaya bırakmaz. O perdeler, dünyanın bu türlü türlü meşgûliyetleri, tedbirleri

Fîhi Mâ Fîh’den alıntılar 1

 

“Ulemânın şerlisi ümerâ ziyaretine gidenler ve ümerânın hayırlısı ulemâyı ziyaret edenlerdir.” (ümerâ: sivil ve askerî camiada yüksek makamlarda olanlar)

“Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenmedik.” (darb-ı mesel)

“Allah Zü’l-Celâl Hazretleri geceyi gündüze ve gündüzü geceye dâhil eder; ve ölüden diri, diriden ölü çıkarır.” (Al-i İmrân, 3/27)

“Allah Teâlâ’nın rahmetinden ancak kâfirler kavmi ümitsizdirler.” (Yûsuf, 12/87)

“Şu halde Hak nûrundan yanmağa sabr etmeyen ve ictihâd göstermeyen adam, adam değildir. İdrâk olunan her şey Hak değildir. Âdem odur ki, ictihâddan hâlî (boş) kalmayıp, bî-ârâm ve bî- karâr (durup dinlenmeyen ve kararsız) olarak Hakk’ın Celâl nûrunun etrâfını devr eyliye. Ve Hak odur ki, âdemi yakıp yok ede ve hiçbir akıl onu idrâk edemiye.”

“Mecnûn Leylâ’yı kendisinden ayrı görmedi ve şöyle dedi: Nazım olarak tercüme: “Gözümde hayâlin, dilimde adın / Gönül gark-ı zikrin; bu mektup kime?”

“Ene’l-Hak” diyen kimse, kendisini yok edip ve ber-hevâ eyleyip “Ene’l-Hak” der; yani “Ben yokum, hep O’dur, Hudâ’dan başka mevcûd yoktur; ben külliyyen sırf yoklukum ve hiçim” der. Bu makamda tevâzu ziyadedir. Şu kadar ki, halk anlamıyorlar. Hak için hasbeten-lillah mertlik eden bu kimsenin nihayet arada bendeliği vardır. Bu mertliği her ne kadar Hak için ise de, kendisini ve fiilini görür. O suya gark olmadı. O kimse suya gark olmuştur ki, onda hiçbir hareket ve fiil kalmaya. Onun hareketleri ancak suyun hareketi ola.”

“Arslanın biri bir âhûyu kovaladı; âhû ondan kaçtı. Kaçıncaya kadar, iki vücûd (varlık) var idi. Fakat arslan âhûya yetişip, âhû onun kahır pençesi altına gittiği ve Arslan’ın heybetinden bî-hûş (şaşkın) ve bî-hûd (kendiliksiz) olarak onun önünde düştüğü vakit, yalnız arslanın vücûdu kaldı. Âhunun vücûdu mahvoldu ve kalmadı. İşte istiğrak budur.”

“Başa Dönebilmek İçin Sonuna Kadar Gittim”

 

İsmet Özel‘in TÜRKÜM DOĞRUYUM İNTİKAMIM ÜLKEMDİR kitabının (TİYO: 44, İsmet Özel Kitapları : 21, Aralık 2019 I.Baskı ) ilk bölümünden (başlığı alıntı olarak bu yazının da başlığı) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Gençlik yıllarımdan bugüne birçok şey oldu ve olanların hiçbiri içime sinmedi.”

“Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir.”

“Kırk yaşıma kadar yazdığım şiirlerin ilki Kış. Dokuz yaşımda kıştan ancak bu kadarını anlardım. Daha sonra neler anlamalıydım? Bu satırları yazarken sonbaharı yaşıyorum. Yeni bir kış 75 yaşımda iken yine başımda. (…)”

Evrim Risalesi’nden (Ketebe/Ömer Türker Kitaplığı) bazı alıntılar

 

“Bu kitapta evrim teorisinin kapsamlı bir anlatısı hedeflenmediğinden tartışmayı mümkün kılacak şekilde icma edilen (toplanan) görüşler esas alınmıştır. Bu sebeple başlangıçta oldukça muhtasar (kısaltılmış) şekilde evrim teorisinin bir anlatısı verilmiş, ardından İslâm düşünce geleneklerinden hareketle teorinin temel iddialarının ayrıntılı bir tahliline geçilmiştir. Kitabın Türkiye’de hem genel olarak İslâm düşüncesinden hareketle çağdaş sorunları ele alma yolundaki araştırmacılara hem de özel olarak evrim teorisinin daha isabetli bir zeminde tartışılmasına katkı sağlamasını diliyorum. (…). (Ömer Türker’in kitaba ÖNSÖZ’ ünden)

“(…) Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. Bu olguların gücü ve değeri, dayandıkları bilginin açıklama gücünden kaynaklanır. Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idame ettiremez. (…) Bir yerde bilimsel bilgi yoksa orada kapsamlı ve ayrıntılı bir medenî hayat da kurulamamış demektir. Dolayısıyla medeniyetin tarihi gerçekte o medeniyetin kurumlarını inşa eden bilimler ile bu bilimlerin uygulamasını ifade eden tecrübenin tarihidir. (…)

İsmet Özel’in bazı yazılarından alıntıların oluşturduğu bir yazı

 

” Kapitalizmi paranın merkezde oluşuyla değil, paranın bizatihi merkez oluşuyla izah edebiliriz.” (MERKEZ VE MUHİT başlıklı yazısından)

“En büyük sermaye güdümüne aldığı ülkelerin nereye kadar büyüyeceğini tespit etmiştir. (…) Yirmibirinci Hıristiyan yüzyılında birikmiş sermayenin acelesi yoktur. Sermaye ne kadar çok biriktiyse işini o kadar toptan görür.” (aynı başlıklı yazıdan)