“Vücûd mevcûdâta indirgenemez.”

 

İbrahim Kalın’ın BARBAR -MODERN- MEDENÎ / MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR Kitabının (İNSAN YAYINLARI, BİRİNCİ BASKI 2018, İBRAHİM KALIN KİTAPLIĞI: 3) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.14’ün ortalarından bir cümle alıntı olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“Bu ontolojik (varlıkbilimsel) daralmanın yıkıcı sonuçlarının henüz farkında değiliz. Varlığın, var olan şeylerin toplamından ibaret olduğunu sanıyoruz. (Baştaki ‘Oysa’ hâriç, başlığı alıntı olarak teşkil eden cümlenin yeri burası) Bir kitabın manâsı, onun sayfa sayısının, cildinin, kapağının, kısacası fizikî özelliklerinin toplamından daha fazla bir şeydir. (…) Aynı kitap, farklı şekillerde basılabilir. Fakat bu onun aslî hakikatini değiştirmez. Aynı şey insan için de geçerlidir. İnsan, bedensel uzuvlarının toplamından daha fazla bir varlıktır. (…) Bu açıdan baktığımızda varlığın bir bütün olarak idrak edilmesi, tek tek varlıkların toplamından daha fazla bir hakikat ile temas etmek demektir. (…) Varlığın sırrı, kendini bize farklı şekillerde takdim eder. (…) Fakat hangi bilme metodunu kullanırsak kullanalım, bunların hiçbiri varlığın sırrını tüketemez. (…) “

İnsân-ı Kâmil isimli eserden alıntılar

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin (H.767 İran’ın Cilan kasabası veya Bağdat’a yakın Cîl kasabası doğumlu) İnsân-ı Kâmil fi- Ma’rifeti’l – Evahir ve’l- Evail isimli bu eseri Abdülaziz Mecdi Tolun (1865 Balıkesir Okçukara Mah. doğumlu; Şam ve Girit’te bulundu; İkinci Meşrutiyetten sonraki ilk seçimlerde ve 1920’deki IV. Dönemde iki defa mebus oldu. Cumhuriyet’ten sonra hiçbir resmî görevi kabul etmedi; evinde özel olarak dinî ve tasavvufî sohbetler verdi. 1941’de İstanbul’da vefat etti.) tarafından tercüme edilip merhum Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, günümüzde Prof.Dr. Ekrem Demirli , Abdullah Kartal ekibince yayına hazırlanmıştır ( İZ Yayıncılık, 4. Baskı: 2015 )

“Tasavvufta Varlık meselesi, çok kısa olarak Hz. Peygamber’in “Allah var idi, onunla beraber başka bir şey yoktu” hadisini tamamlayan “şimdi de, olduğu gibidir” cümlesiyle özetlenebilecek bir mahiyet arz etmektedir.”

Gayb Üzerine yazılardan ve bir Açık Oturum’dan alıntılar

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’te (Temmuz 2022 / Sayı 4) çıkan o yazılar ve bir Açık Oturum’dan yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Katılanları İlâhiyatçı akademisyenler (Ahmet Ayhan Çitil, Dursun Çiçek, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Ömer Türker ve Tahsin Görgün) olan bu Açık Oturum, Teklif dergisinin belirttiğim sayısında Yayın Kurulu’nun Gayb Üzerine başlıklı, önce sorular, sonra da kısa açıklamalardan ibâret yazısından sonraki sayfalarında çıkmıştır.

O sorulardan birkaçı:

“Cetvel ve pergelle inşa edilemeyen büyüklükler var mıdır? … Kişilerin ve toplumların öznel bakış açılarını aşan ahlâkî doğrular var mı? … Kâinâtın bir yaratıcısı olduğu ispat edilebilir mi? Amellerimizi kaydeden melekler var mı? Kıyamet günü yaklaştı mı? Ne zaman öleceğim? … Teklif, insanlığın bir yandan kâinatta olup biten her şeyi bilebileceği iddiasının güçlendiği, bir diğer yandan da zâten bilinecek bir hakikatin en başından beri varolmadığına ilişkin bir kanaatin yaygınlaştığı çağımızda herkesi bilinen- bilinmeyen- bilinemeyen üzerine yeniden tefekkür etmeğe davet ediyor.

“Müstağnîlik ve Zenginlik Mertebesi / el Ğani İlahi İsmi”

 

Fütûhat-ı Mekkiyye (Müellifi: Muhyiddin İbn Arabî, Çeviri: Ekrem Demirli, LİTERA YAYINCILIK, İSTANBUL-2012, 17. Cilt) s.158-159’dan yapacağım birkaç alıntılama oluşturacak bu yazıyı.

Dikkat edin! el-Ğani zatı gereği zengin olandır / Bütün cemal sıfatlarında da kimseye muhtaç değildir O /

Kulun varlığı kendisinden kaynaklanmış olsaydı / Hibelerinin yüceliği nedeniyle mertebeleri de yücelirdi /

Fakat Hakk’ın varlığı onların varlıklarını sildi / İzhar ettiği kelimeler ve hakikatler Allah’a ait /

Bunu diyorum ve sözüm doğrudur, yalan değil ! / O’nun ihsanlarından nasiplenmek istedim ben /

Hakkı arif olan kişi hürmet eder bana /. İfa etmezden önce de ecrini veririm

Bu mertebenin sahibi Abdulğani ve Abdulmuğni diye isimlendirilir. Allah şöyle der: ‘‘Allah âlemlerden müstağnidir.’ (Âl-i İmrân 3/97) Başka bir âyette ‘O zengin eden ve fani kılandır.’ (en-Necm 53/48) der. Hz. Peygamber bu mertebeden ‘Zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir’ demiştir. Tacirleri düşün! Ömrü boyunca kendisine, hattâ bakmakla yükümlü olduğu insanlara yetecek kadar mala sahip olduğu halde gönül zenginliğine sahip olmayan kimseler görürsün. (…) İçindeki boşluğu kapatmak üzere tehlikeli yerlere gidecek kadar imkânı olsa bundan çekinmezdi. Hâlbuki tacir sürekli gönül zenginliğinin peşindedir de bunun farkında değildir.

“Sebepler bahânedir ve işi gören başkasıdır.”(Hz. Mevlânâ)

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin FÎHİ M FÎH isimli eserinden (Tercüme: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayan : Dr. Selçuk Eraydın, İZ Yayıncılık, 8. Baskı: İstanbul, 2009) yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki sayfa XlX’dan bir cümle olup alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Hz. Mevlânâ’ya göre manâya teveccüh tedrîcî olmalıdır. Bu yöneliş ilk zamanlarda pek o kadar latîf görünmez, sonraları tadına varılır. Sûret ise bunun aksidir, önce latîf görünür.”

“Hz. Mevlânâ’ya göre Kur’ân-ı Kerîm eskimeyen, zaman ve mekân sınırını aşan ve hiç tükenmeyen bir kelimetullahtır. Müslümanlar eskidikçe kendilerini hep yeni kalacak olan Kur’ân-ı Kerîm’le yenilemelidir.”

“Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Bedir gazvesinden (gazve:sefer, savaş) dönerken söylediği rivayet edilen : anlam olarak “Küçük cihâddan büyük cihâda döndük” hadîs-i şerîfini Mevlânâ şu tarzda yorumlamıştır: “Sûretlerin cenginde idik; sûrî düşmanlar ile cenk ediyorduk. Şimdi iyi havâtırın (kalbe gelen, ilham olunan şeyler) kötü havâtırı mağlûp etmesi için havâtır askerleriyle cenk edelim.” Hz. Mevlânâ’ya göre “cihâd-ı Ekber” denilen bu cenkte iş gören fikirlerdir ve ten vâsıtası olmaksızın hizmet ederler. Mevlânâ, insanın hülâsası ve gıdası olan şeyin ilim, hikmet ve Hak dîdârı (yüz, çehre) olduğunu ifade eder. Yine Mevlânâ’ya göre âdemin hayvâniyyeti Hak’dan ve insâniyyeti dünyadan kaçıcıdır.”

“Tenin murâdı nefsi besler ve insanı hayvânî kuvvetlerinin esiri yapar. Mevlânâ’ya göre nefis düşmanını daima zindan içinde mücâhedede tutmalıdır. O belâ ve sıkıntı içinde bulundukça ihlâs ve samimiyet zâhir (görünür) olup güçlenir.”

“İnsan yaradılış bakımından sûret ve manâdan ibarettir. Bu dünyada manâsı ve sûreti olmayan bir iş meydana gelmez; manâ zâten sûretsiz müşahede edilemez.”

“Bir gönülde iki sevdâ olamaz. Gönül ya Mevlâ’yı ya da dünyâyı sever. İlâhî irâdeye bağlanan gönül, dünyâ esâretinden kurtulur. Bu durumda kul, Allah Teâlâ’ya olan ihtiyâcını devamlı hisseder. Muallim Nâcî bu hususu bir beytiyle şu tarzda özetlemiştir: “Zengin sanırız kendimizi lîk (lâkin) fakîriz / Hürrüz deriz ammâ ki, hakîkatte esîriz!” Bu mertebede kul henüz ikilikten kurtulmuş değildir. Tasavvuf ıstılâhında (terminolojisinde) buna fark hâli denir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İyyâke na’budü (Ancak sana ibadet ederiz.) (Fâtihâ, 1/5) bu makama işarettir. Cem ve Cem’u’l-cem hâli “Ve iyyâke nestaîn” (Ancak senden yardım bekleriz) (Fâtihâ, 1/5) dir ki, cânı cânâna verip âzâde olmaktır. Mansûr’un muhabbeti nihâî dereceye ulaşınca kendisine düşman oldu ve kendisini ma’dûm (yok) kılıp Ene’l-Hak yani “ben fânî oldum, Hak kaldı” dedi. (…)”