“Kapıların Önünde”

 

İsmet Özel‘in Üç Zor Mesele Teknik-Medeniyet- Yabancılaşma isimli kitabının (TİYO Eylül 2014 II. Baskı) başlığı alıntı olarak bu yazının da başlığını teşkil eden bölümünden (s.215-217) yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Tarih demek insanlığın ardında kalan kapalı kapılar demektir. Bu kapıları asmış olduğunu dünyaya gelmeden benimsemiştir insanoğlu. Her insan teki bir kapı önünde doğar. Tarih insanın bünyesinde gizlidir.” (Bu ilk alıntının devamı:) Peygamberlerin aracılığıyla verilen bilgiyi hesaba katmadan geçmişin bilgisini edinmeye, kapıların ardındaki gerçeği ele geçirmeye çalışan kişiyi bekleyen bir açmaz vardır, bu da insanın yalnız kapıların önüne doğmadığı, aynı zamanda bizatihi bir kapı olarak doğmuş bulunduğudur. Peygamberler aracılığıyla verilen bilgiyi hesaba katmadan tarih öğrenmeye kalkan kişi insanlığın macerasını sözler ve olaylar olarak anlama yoluna girecektir. Oysa kendinin de bir söz ve olay olduğunu derinliğine kavramaktan mahrum kalacaktır. (…) Yani peygamberlerin bize ulaştırdığı bilgiyi esas almaksızın bir şeyler öğrenmek isteyen herkes bilgisizliğini pekiştirmekten, anlaşılması gereken hususları karmaşıklaştırmaktan, gitgide kaba bir anlayışa hizmet etmekten fazlasını beceremez.”

“İnsanları soyut düşünceler değil bâtıl itikatlar harekete geçiriyor.”

 

İSMET ÖZEL‘in İstiklal Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=2…) ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan ŞİMDİ SIRASI DEĞİL başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. Bu yazının başlığını da o yazının ikinci paragrafının son cümlesi alıntı olarak teşkil ediyor.

“İster Hıristiyan XII. yüzyılını başlangıç sayın, isterseniz kapitalizmin en dikkate değer hamlesini yaptıgı XVI. yüzyılı kalkış noktası olarak kabul edin modern çağın uç vermesinden bu yana bugün bilinçli Türklerin vatan saydığı topraklar millet korumasından mahrum kalmıştır. Yıllar önce Türklerin ancak kendinde (en soi) millet oldukları; ama bir türlü kendisi için (pour soi) millet olamadıkları yakınmasında bulundum. Kendi yaşamasına hassasiyet göstermeyen millet hayat şartlarının sıhhatine nasıl ihtimam gösterecek? Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumun sağlamlığına hizmet eden hiçbir tedbire rağbet edilmediği halde toplumun çürümesine yol açacak her davranışın olağan karşılandığına gün ve gün şâhit oluyoruz.

Ersin Nazif Gürdoğan’ın vefat haberi üzerine

 

Erzurum ve Ankara’da arkadaştık merhûm Ersin Nazif Gürdoğan’la. Bu akşam vefatını öğrendim. Allah rahmet ve mağfiret eylesin. Kabri nûr, mekânı cennet olsun. Yakınlarına ve kendisini tanıyanlara başsağlığı dilerim.

Ahmet Aksay

“Olgu Tespitinden Varlık Temaşasına Tarihin Katmanlı Yapısı”

 

ÖMER TÜRKER‘in 2 aylık düşünce dergisi Teklif‘te (Sayı 13-Ocak 2024) çıkan, başlığı bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İnsan tefekkürünün (düşünme dünyasının) en ilginç konularından biri herhâlde tarihtir. Zira tarih adını verdiğimiz şeyin iki temel hususiyeti vardır. Birincisi, tarihin varlık tarzıdır. Buna göre hiç durmadan akan zamanda meydana gelen bir hâdisenin bütünlüğü aslâ dış dünyada var olmayacağından, tarih, varlığı sâbit olmayan bitişik nicelikler (kemiyetler) gibidir. Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz. Zihnimiz, varlıkta eş zamanlı olarak bulunmayan, birbirini ardışık olarak takip eden, geçici ve müstakil mevcudiyetler gibi görünen anları yahut kesitleri birleştirir; bütünlüğe sahip olay, hâdise ve süreçlere dönüştürür. Sonra da bu durum, bütünlüğü olayların yekpare tahakkukuna çevirir.”

Üç Zor Mesele

 

İsmet Özel‘in ÜÇ ZOR MESELE Teknik- Medeniyet- Yabancılaşma kitabının (TİYO) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İnsanlığın başından geçmiş her şeyin bir varlık sebebi varsa, bilelim ki, dünyanın varlık sebebi insanın aklını çelmek içindir. Arı akıl, çelinme eylemine maruz kalmamış akıl kâfirlerin cennet olarak sevdikleri dünya için tehlike arz eder. Bu tehlikeden masun kalabilmek, yakayı ele vermemek, özneyi hor gören hasımlar tarafından kullanılmamak, hizmet malzemesi derekesine düşmemek için akıl şiirle hemhal olur.”

“Descartes, zamanında cogito ergo sum diyerek sonradan meseleye vâkıf olmak isteyen herkeste bir merak uyandırdı. Merakımız uyandırılmamış olsaydı şunu aslâ delicesine merak edemezdik: Bir insan (yani her insan) kendi sahiciliğinin deliline ulaşabilir mi? Bir insan kendi sahiciliğine delil getirebilir mi? Olur mu böyle şey? İnsan ve sahicilik… Bu ikisi yanyana gelebilir mi? Bunları birbirine ne şekilde, ne bakımdan yakınlaştırmak münasiptir?”

“Birçok insan gibi benim ömrüm de bu sualin cevabını acı acı aramakla geçti. Herkes gibi bende mi vaktimi boşa harcadım? Hayır, başkaca ne yapsaydım kendimi daha isabetli bir çabaya vakfetmiş sayılmayacaktım. İyi ettim de aradım diyorsam da aramaktan kârlı çıktığım vaki değil. Bu yaşta nihayet heveskârlıktan ötede bir değere baliğ olmadığını, olamayacağını anlayabildim. Anladım ki, insan sahicilik denilen şeyi ve bilhassa kendi sahiciliğini bulmak şöyle dursun, onu nerelerde arayacağını bilme talihine bile eremiyor. Her kim ki “ben erdim” dedi ise yalanın hasını o söylemiştir. (…) Nelerle uğraştım o halde ben? Şiir yazdım. Yaşım on yediyken yönümü kendime çevirdim ve insanın sahiciliğine dair araştırmanın şiir kanalında yapılabileceği cüretkârlığına daldım. (…) Başkalarını bilmem; ama şahsım itibariyle şiirin ötesinde kalan bütün yazarlık hayatımın burnu büyüklük havasına girme gösterişi yapmamın mahsulü olduğunu bilirim. Var olma hazzı bana kendimi bir şey sandırıyordu. Kendimi niçin bir şey sandığım sualine mükemmel bir cevap hazırlamak işten bile değil; velâkin buna tevessül etmeyeceğim. (…) Size sadece takındığım burnu büyük edanın mazeretini takdim edeceğim. Zahmetini göze aldığım bu işin tuhaflığı şundandır ki, benim sahiciliği arama derdim başkalarının bu derde bigâne kalışlarından doğdu. (…) Toplumun el üstünde tuttuğu hususiyetlerin hiçbirine sahip değilim. (…) Ne kadar garip görünürse görünsün, işin gerçeği: Ömrüm içinde ihlâsa icbar edildim. (…) Üç Mesele’yi, Zor Zamanda Konuşmak içinde erittim ve ortaya daha netameli ÜÇ ZOR MESELE çıktı. (…) Paradoks her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamışların her iki kitabın piyasaya çıkmasına sebep oluşlarındadır. “Tecrid” (soyutlama), İslâm’ın emir ve nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. İslâm’ı anlama bakımından “tecrid” safhasında isek müslim olarak düşünür ve davranırız. (…) Küfre karşı sağlıklı bir tutum takınmak ancak, İslâm’ı kavramada “tefrid” safhasına ulaştıktan sonra mümkün olabilir. “Tefrid”, Allah’ın hükmünün yürüdüğünü görmektir. İslâm’ı anlama bakımından “tefrid” safhasında isek mü’min olarak düşünür ve davranırız. (…) İslâm’ı anlama bakımından “tevhid” safhasında olanlar muhsindir. Hatırlamalı ki “şâhid” ve “şehîd” kelimeleri aynı köktendir.”