Kâşânî başlığı oluşturan âyetin tefsîrinde şöyle demektedir: “Nûr kendi zâtıyla zâhir (görünür) ve eşya da (şeyler) kendisiyle zâhir olandır. Nûr ilâhî isimlerden, zuhûrunın şiddeti ve eşyânın kendisi ile zuhûr etmesi bakımından mutlak bir isimdir. (…) Allah varlığıyla bulunduğu ve zuhûruyla zâhir olduğu için, semâlar ve arzın nûrudur. Yâni ruhların semâlarını ve cesedlerin arzını ızhar edendir. Bu nûr “mutlak varlık”dır ki, mevcut varlıklardan vücut (varlık) bulan her şey O’nunla aydınlanıp varlık bulmuştur.” (dipnot: A. A.el-Kâşânî; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm, c.ll, 139-140, (Beyrut 1968). Bu eser yayıncılar tarafından M.İbnü’l-Arabî’ye ait olarak gösterilmiş ise de Kâşânî’ye aittir. Bu tefsîr, Te’vîlât-ı Kâşâniyye adıyla Ali Rıza Doksanyedi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiş ve M.Vehbi Güloğlu tarafından üç cilt hâlinde 1986-1988 yıllarında Ankara’da yayınlanmıştır.) İ. Hakkı Bursevî de aynı âyetin tefsîri husûsunda şunları söylemektedir: “… Allah Teâlâ’ya nûr denilmesi mecâzî değil, hakîkîdir. Burada Nûr ‘Münevvir‘, yâni nurlandırıcı anlamındadır. Zîrâ Allah Teâlâ ma’dûm (yok) olan ‘mâhiyet‘leri varlık nurlarıyla nurlandıran Nûr’dur. Onları adem (yokluk) gizliliğinden feyzi cûduyle (cömertlik feyziyle) zuhûra çıkarmıştır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah halkı zulmette halk etmiştir. Sonra onların üzerine nûrundan serpmiştir.” Burada “halk etmek” ‘takdîr‘ ma’nâsındadır.’ Zîrâ takdîr ‘îcâd‘dan, yâni vücûdun(varlığın) ifâza edilmesinden (feyizlendirilmesinden/ bereketlendirilmesinden) kinâyedir (üstü örtülü söz). Mümkin ‘zulmet‘ ile vasıflanmıştır (zulmet: karanlık). Çünkü ‘vücûd‘la (varlık’la) münevver (aydınlanmış) olur. Onun aydınlanması ise onu zuhûra çıkarmak demektir. (dipnot: İ.Hakkı Bursevî; Rûhu’l- Beyân, c.VI, 152-153) Yine İ.H.Bursevî şöyle demektedir: Allah Teâlâ ruhlar semâsının ve cesedlerin nûrudur. Zîrâ Hakk’ın nûru ‘mutlak nur‘dur, hakîkatte bir yön ile kayıdlı değildir. Onun için cisimler, ruhlar, mülk, zâhir ve bâtın melekûtunu (sayılanların âlemini) kapsamıştır. Âfak (ufuklar) âlemindeki güneş ve ay anılan mutlak nûra misâl olmakla semâlar ve arza ışık göndermişler ve nûrla bütün yönleri doldurmuşlardır. (dipnot: İ.H. Bursevî; Rûhu’l-Mesnevî, c.I,79)