Seyyid Şerîf Cürcânî’nin “Ta’rîfât Tasavvuf Istılahları”ndan alıntılar
Abdülaziz Mecdi Tolun’un tercümesi ve Abdulrahman Acer’in yayına hazırlamasıyla Litera Yayıncılık’tan tashihi ve iç düzeni ile birlikte yayınlanan (2014) bu eserin bazı yerlerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak (ıstılah: terim).
“Ahad: Sıfatlar, isimler ve nisbetlerde (isimler ve sıfatların Zât’la irtibatlarında) kesretin ortadan kalkması itibariyle Zât’ın isminden ibârettir (kesret: çokluk). Âlem: Terim olarak, Allah’tan gayri her şey. Amâ: Ahadiyyet mertebesinden ibârettir. A’yân-ı Sâbite: Mümkün varlıkların Hak Teâlâ’nın ilmindeki hakikatleri. Ayne’l-Yakîn: Müşâhede ve keşf ile hâsıl olan ilim. Ayn-ı Sabite: ilmî mertebedeki hakikat. Berzah: Soyut manâlar âlemiyle maddî cisimler âlemi arasındaki âlem. Dünya ile âhiret arasındaki perde. Ceberût: Ebû Tâlib el-Mekkî’ye (ö.386/996) göre azamet (yücelik) âleminden ibarettir. Beyzâ: İlk akıl. ‘Amâ’nın merkezi olup gayb’dan ilk beliren şey. Gaybî karanlığın mukâbili. Celâl: Allah’ın kahır ve gazabla ilgili sıfatlarının genel ismi. Cemâl: Allah’ın lütuf ve rıza ile ilgili sıfatlarının genel ismi. Cem: Eşyâyı (şeyleri) Allah ile görüp kudret ve kuvvetten uzaklaşarak bunların Allah ile olduğunu idrâk etmektir. Cem’ul-Cem’ ise tamâmen mâsivallahtan fânî olmaktır. Bu, ahadiyyet mertebesidir. Hakikat-i Muhammediyye : İlk taayyün(belirme) ile berâber Zât’tan ibârettir. Buna ‘ism-i a’zam’ da derler. Hakikatü’l-Hakâyık: Bütün hakikatleri câmî olan ahadiyyet mertebesinden ibârettir. Hakka’l-Yakîn: Kulun Hak’ta fenâ bulması ve Hak ile ilim, şuhûd ve hâl olarak bekâsıdır. Her akıllı varlığın ölümü bilmesi ilme’l-yakîndir. Meleği müşahedeye başlayınca ayne’l-yakîn olur. Ölümü tadınca da hakka’l-yakîn olur. Bazı âlimler yakîn ilmin şerîatin zâhiri, ayne’l-yakînin de şerîatte hakikati müşahede etmek olduğunu söylemişlerdir. Hâtır: Kalbe gelen manevî hitâb veya kulun kendi seçimi olmaksızın kalbine gelen şeydir. Hitâb türünden olan dört kısım(Yüksekten aşağıya doğru): Rabbânî, Melekî, Nefsânî, Şeytânî.
Hazerât-ı hamse(tecellînin 5. Derecesinin basamakları): 1. Mutlak gayb mertebesi. Bunun âlemi ilmî mertebedeki sâbit hakikatler (a’yân-ı sâbite) âlemidir. 2. Mutlak şehâdet mertebesi. Mutlak gayb mertebesinin mukâbilinde ve mülk âleminden ibaret olan mertebe. 3. Muzâf (tamlama, izâfe olunmuş) Gayb mertebesi. Ya mutlak gayba yakın olan mertebedir ki bunun âlemi ceberutî ve melekûtî ruhlar âlemi yani akılların ve soyut nefslerin âlemi. 4. Yahut mutlak şehadete yakın olan mertebedir ki bunun âlemi de misâl âlemidir. Buna melekût âlemi de denir. 5. Câmia mertebesi: Bu dört âlemi toplayıcı (câmî) mertebedir. Bunun âlemi, bütün âlemleri ve onlardaki mevcûdâtı toplayıcı olan insan âlemidir.
İzzet Perdesi (Hicâbü’l-İzzet): Zât’ın künhünü idrâk husûsunda keşfin herhangi bir faydası olmamasından dolayı ortaya çıkan körlük ve hayrettir. İzzet perdesi, keşfî idrâklerin Zât’ın künhüne kesinlikle vâkıf olamayacağı hakikatinden dolayı ebediyyen kalkmayacak olan bir perdedir.
Özetle, mülk âlemi melekût âleminin yani mutlak misâl âleminin; melekût âlemi ceberût âleminin yani soyutlar âleminin; ceberût âlemi de a’yân-ı sâbite (sâbit hakikatler) âleminin; o da ahadiyyet mertebesinin mazharıdır (zuhur yeridir).
Heva: Nefsin, şer’î bir davet ve izin olmaksızın kendisine lezzet veren şehvetlere meylidir. Hicâb: Talep edileni örten her şeye hicâb denir. Tahkik ehli nezdinde hicâb, mâsivânın kalpte bıraktığı ve kalbin Hakk’ın tecellîlerini kabulüne mânî olan izlerdir.
Hikmet: Şeylerin hakikatlerini, varlıkta oldukları hâl üzere beşer kudreti nisbetinde araştıran ilimdir. Bu ilim nazarî (teorik) bir ilim olup âlet ilmi değildir.
İlâhî hikmet: Bizim irade ve kudretimizde olmaksızın maddeden soyutlanmış olan haricî varlıkların hâllerinden bahseden ilimdir. Bu ilmin, eşyânın (şeylerin) hakikatlerini her nasılsalar o hâl üzere bilmek ve ona göre davranmak olduğu söylenir.
Himmet: (Bir kimsenin) kalbinin, kendisinin veya başkasının kemâle vâsıl olması için bütün ruhânî kuvveleriyle (kuvve: potansiyel) Hak Teâlâ’ya teveccüh etmesidir (yönelmesidir).
Huve: Hak’tan başkası için şuhûduna (şâhitlerine) imkân olmayan gaybdır. Buna ‘künh’ denir ki belirmeme durumundan ibarettir. ‘Künh’, son derece gizli bir şeydir. (…)”
No Comments