dil Posts

“Bir iddiayı bize ancak lisanımız yükleyebilir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst başlığı altında çıkan “Top mudur Tüfenk mi? Delikli Demir Hangisi?” başlıklı ve 13 Şaban 1442 (26 Mart 2021) tarihli yazısının (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=65&KatId=3) her paragrafından alıntılayacağım birer cümleden oluşacak bir yazıyla niyetim bu kıymetli yazıya az sayıda da olsa birilerinin dikkatini çekmek.

İsmet beyin bu yazısının ikinci paragrafından bir cümleyi başlık olarak alıntıladığım için o paragraftan o cümleyi tâkip eden cümleyi ilk olarak alıntılıyorum: “Dilden lisana geçmedikçe hiçbir konuda iddialı değilizdir.”

“(…) Türkçe kendine mahsus bir dil, bir lisan ve bir lügat olarak var ve ne büyük yanlışlar içine düşmüş olursak olalım bu derleme-devşirme bir anlaşma vasıtası değil. “

“(…) Muhammed’in Allah’ın hem kulu, hem de resulü olduğu gerçeği varoluş sayesinde insan hayatını bizatihi insan tarafından hissedilebilir şekle sokan anlamı yerine oturtur. (…)”

“Şiir bizi ne kadar teselli ediyorsa kendilik bilgimize o kadar yaklaşıyoruz.”

 

Bir cümlesini de başlık olarak alıntıladığım İsmet Özelin İstiklal Marşı Derneği internet portalinde “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” serlevhası (üst-başlığı -a.a.-) altında çıkan “TAMAMLANMIŞLIK” başlıklı ve 5 Rebiül ahir 1442(20 Kasım 2020) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. Etkilendiğim ve dikkat çekici bulduğum bu yazıdan nâçizâne olabildiğince kimseyi haberdar etmekten ibarettir niyetim.

‘İslâm’ı severim, dinin bir insicamlı mütalâasıdır ve açık-düşünüşlüdür.’ Bu sözler Aristoteles’ten sonra en büyük mantıkçı olarak anılan Kurt Gödel’e ait. Gödel ispatına ihtiyaç duyulan her şeyin matematikle ispat edilebileceğini ileri sürdü. Daha önemlisi asırlar boyu dört işlem gölgesinde kurulan olanca kuram temelinde yükselmiş yapının içinde bir noksanlık barındırdığını ve her yapının tamamlanmamışlıkla malûl olduğunu gösterdi. (…) Ne işimize yarardı şiir? (…) Yazıldığı çağı ve yazıldığı yöreyi öne çıkarmadan şiirin bir ‘kendilik-bilgisi’ olduğunu söylersek isabet kaydetmiş olur muyduk? ‘Bir kendilik-bilgisi’ derken insanın kendini öğrenmek üzere çeşitli bilgilere uğradığını, bu uğradıklarından birinin de şiir olduğunu söyleme durumuna düşmek istemiyorum. İnsanın kendini öğrenmek için şiirden başka bir yol araması nafiledir cümlesini sarf etmeği de kendime yakıştıramıyorum. Şiir söylem (cerbeze, discours) karakteri sebebiyle dikkate alınmalıdır. Şairi şair kılan her ne ise o söylemde mukimdir.
(…) Şiir bizi ne kadar teselli ediyorsa kendilik-bilgimize o kadar yaklaşıyoruz. Şiirden teselli kapmamız şairin çektiği ıstıraba yakınlığımızdan doğar. Benim pergelden bahis açmam bu sebepledir. Pergel en kısa yoldan daire çizmemize yardım eder. (…)
Yahudiler her bir Yahudi’nin özünde Tanrı’dan bir parça barındırdığına inanır. Hıristiyanlar insanın Tanrılaşmasına yol göstermek için insan kılığına girmiş bir Tanrı’yı över. Müslümanlar bunların birincisini gazaba uğramış bir kavim olarak görür. İkincileri ise dalâlete uğramışlar topluluğu kabul eder. Sırat-ı müstakim kendi bünyesinde tanrılık aramayanların takip ettikleri yoldur. (…) Küreselleşmenin yerküre üzerinde Batı olmayan küçük bir alan bırakmadığına akıl erdirebiliyorsak hastalıktan hepimiz payımızı almışızdır. (…) Eğer dünya hayatının çekilip çevrilmesinde insanı imtiyazlı bir mevkie yerleştirirseniz Allah önünüze öyle dertler çıkarır ki (çıkarmıştır ki) ‘doğru yol’ değerini kaybeder (kaybetmiştir). (…)

1921 yılı Mayıs’ında neşrolunmuş bir dergiden Yahya Kemâl’e ve Falih Rıfkı’ya ait birer yazıdan alıntılar

 

Merhûm Yahya Kemâl‘in Musahabe KALPLE DİL ve yine merhûm Falih Rıfkı‘nın YENİ NESİLLER İÇİN BİR MEZARLIK başlıkları altında neşrolunmuş birer yazısı. 16 Mayıs 1337/1921 tarihli Dergâh dergisinin 3. sayısında. (Günümüzde aynı adla yayınlanmakta olan aylık Edebiyat-Sanat-Kültür Dergisi Dergâh’ın, Mayıs 2016-315.sayısıyla birlikte, okuyucularına hediyesi olarak verdiği bu tarihî değeri olan dergiyi görme ve okuma imkânı bulduğum için sevinmiştim, anlamlı bir hediyeydi benim için.)
Bu iki yazıdan alıntılar sunacağım. O dönemde biri şair, diğeri yazar iki ünlü edebiyat ustasının yazıları düşündürücü ve o dönemle günümüzü karşılaştırma açısından bir imkân bu yazılar. Daha o zaman böyle düşünülüyorsa, şimdilerde nasıl düşünülür, nasıl görülür olup bitenler; okurken bunun hissiyatında olmamak mümkün değil.

“Sömürgecisiyle hesaplaşma iradesini ortaya koyan sömürge aydınının en büyük meselesi: DİL.”

 

Mustafa Özel‘in, bu ayın Derin Tarih dergisindeki (sayı: 72 /Mart2018) “Sömürgecinin Diliyle Savaşmak” başlıklı yazısında geçiyor başlıktaki ifade. Bu yazının üç yerinden birer alıntı sunacağım.

Dua ve inanmak hakkında altı küsur yıl önceki bir yazıdan…

 

“İnançlı insan, inandığı için dua etmez, bilakis dua ettiği/edebildiği için inanır. Dahası dua ettikçe inanır.
Ne kadar dua ederse/edebilirse o kadar inanır.”
Dücane Cündioğlu, 3 Temmuz 2010 günü Yenişafak’ta çıkan “Duanın değil anadile, dile bile ihtiyacı yoktur!” başlıklı yazısına yukarıdaki bu cümlelerle başlamış ve Pascal’ın bir sözüne yer vermiş:
-“Agenouillez-vous, priez et vous croirez!”
Yani:
-“Diz çökün, dua edin: inanacaksınız!”